Özgür Ünlühisarcıklı
ABD ve Türkiye Arasında Şimdi de F-16 Krizi mi Yaşanacak?
ABD Temsilciler Meclisi, Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası tasarısına yaptığı ekleme ile Türkiye’ye F-16 savaş uçağı ve F-16 modernizasyon kiti satışını iki koşula bağlıyor: Başkan’ın söz konusu satışın ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğu ve Türkiye’nin F-16’ları Yunanistan hava sahasını ihlal etmek için kullanmayacağına ilişkin teminat vermesi.
ABD Temsilciler Meclisi önceki hafta Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA) tasarısına Türkiye’ye F-16 savaş uçağı (F-16) ve F-16 modernizasyon kiti satışını iki koşula bağlayan bir ekleme yapılmasına yönelik tasarıyı kabul etti. Konuyu takip edenler açısından sürpriz olmayan bu gelişme, ABD-Türkiye ilişkilerinde kısa vadede çözülmesi mümkün olmayan bir sorunu bize yeniden hatırlatıyor.
Uzun bir tek cümleden oluşan tasarı, ABD Başkanı’nın Türkiye’ye F-16 veya F-16 modernizasyon kiti satışını iki koşula bağlıyor: Başkan’ın Senato ve Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitelerine söz konusu satışın ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğu ve Türkiye’nin söz konusu F-16’ları Yunanistan hava sahasını ihlal etmek için kullanmayacağına ilişkin teminat vermesi. Öte yandan ABD Kongresi, Yunanistan’a yönelik satışlarda Türkiye’nin hava sahasını ihlal etmek için veya Ege adalarının uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde silahlandırılmasına yönelik kullanılmaması gibi bir şart getirmiyor. Ayrıca Türkiye ve Yunanistan arasındaki hava sahasının ihtilaflı olduğu gerçeğini de göz ardı ediyor. Daha önemli olan husus ise tasarının stratejik değil kısa vadeli al-ver ilişkisine (transactionalism) dayalı bir bakış açısının olması. Üçlü Muhtıra Türkiye için Kazanım, Erdoğan için Başarıdır başlıklı yazımda da değindiğim gibi bu bakış açısı son yıllarda Türk dış politikasında da belli bir ağırlık taşıyor.
ABD Kongresi’nin Türkiye karşısındaki bu olumsuz tutumunda iki gelişme rol oynuyor. Öncelikle nasıl ki Türkiye’de ABD karşıtlığının siyasette bir getirisi varsa, artık ABD’de de Türkiye karşıtlığının siyasette getirisi var. Türkiye’nin ABD’deki algısının bozulmasının miladı hükümetin Gezi Protestolarına verdiği karşılık olsa da Rusya’dan alınan S-400 sistemlerinin bardağı taşıran son nokta olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan Türkiye’den farklı olarak ABD’de gerçekten güçler ayrılığı olduğu için yasama organı (Kongre) yürütme organından (Yönetim) bağımsız olarak karar alabiliyor. ABD’deki Kongre üyelerinin tamamı ön seçimle göreve geliyor. Dolayısıyla kendi seçim bölgelerindeki kamuoyu algılarını ve çıkar gruplarının önceliklerini göz önünde bulundurmak zorundalar. Dolayısıyla ABD kamuoyunda Türkiye ile ilgili genel olarak olumsuz algı ve başta Yunan ve Ermeni lobileri olmak üzere Türkiye karşıtı çıkar gruplarının faaliyetleri, Kongre üyelerinin kararlarında etkili oluyor. Üstüne üstlük özellikle 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden itibaren ABD Kongresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi arasındaki ilişki yok denebilecek bir düzeye indi. Dolayısıyla ABD Kongre üyeleri ve bunların danışman kadroları Türkiye’yi eskiye oranla çok daha az tanıyorlar.
ABD-Türkiye İlişkilerinin Kurumsal Sahipliği
İkinci faktör ise ABD-Türkiye ilişkilerinin artık ne Türkiye’de ne de ABD’de kurumsal bir sahibinin olması. Irak savaşına kadar ABD-Türkiye ilişkisine Amerika’da Pentagon, Türkiye’de ise Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sahip çıkardı. Ancak Irak Savaşı’ndan sonra gerilen ilişkiler her iki kurumun da ilişkiden desteğini çekmesine yol açtı. 11 Eylül sonrasında Pentagon’daki ağırlık merkezinin Avrupa Komutanlığı’ndan (EUCOM) Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM) kaymış olması detay gibi görünse de bu konuda rol oynadı. Zira EUCOM bünyesindeki Amerikalı subaylar, NATO çerçevesinde Türk meslektaşları ile çeşitli vesilelerle işbirliği yaparken; CENTCOM bünyesindeki subaylar Türkiye’yi Irak Savaşı’nda söz verip de vermediği destek ile hatırlıyorlar. Zaten bu tarihten sonra iki müttefik 2003 yılındaki çuval hadisesi, TSK’nın ABD’nin muhalefetine rağmen Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlar, ABD’nin YPG’ye verdiği destek gibi konular çerçevesinde ve hep CENTCOM’un yetki alanına giren bölgede karşı karşıya geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri ise TSK kadrolarına yönelik Balyoz ve Ergenekon kumpas davalarından ve 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden ABD’yi sorumlu tuttu. Sonuç olarak ABD-Türkiye ilişkisi krizden krize koşarken, eskiden Pentagon-TSK hattında gerçekleşen kurumsal destek de ortadan kalktı. Eskiden olsa muhtemelen Pentagon devreye girer ve gerek ABD Yönetimi gerekse Kongre’yi Türkiye’nin yeni F-16 uçakları alması ve mevcut F-16’larını modernize etmesinin ABD’nin ulusal çıkarları açısından neden önemli olduğu konusunda ikna ederdi. Ancak artık bunu yapmaya eskisi kadar gerek görmüyor.
Mevcut tasarıya geri dönecek olursak fazla karamsar olmaya gerek yok, zira bu biraz dostlar alışverişte görsün kabilinden bir girişim. Tasarı, Türkiye’ye F-16 satışı için iki koşul getiriyor ve her ikisi de muğlak. Bu koşullardan birincisi Başkan’ın Kongre’ye, satışın ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğu konusunda teminat vermesi. Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesinin ardından jeostratejik önemi bir kere daha ortaya çıkmış olan NATO üyesi Türkiye’nin hava kuvvetlerinin neden güçlendirilmesi gerektiğini izah etmek o kadar da zor olmasa gerek! İkinci koşul ise Başkan’ın ABD’ye, Türkiye’ye satılacak F-16 uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal etmekte kullanılmayacağı konusunda teminat vermesi. Türkiye ve Yunanistan arasında hava sahası konusunda ihtilaf olduğu sürece, her iki ülke de diğerinin kendi hava sahasını ihlal ettiğini iddia etmeye devam edecektir. Öte yandan ABD Yönetimi’nin Türkiye’ye F-16 satılmasını destekleme politikası devam ettiği sürece iki ülkenin diplomatlarının her iki tarafı da tatmin edecek bir formül bulmaları da o kadar zor değildir. Yakın zamanda buna benzer örnekleri çok gördük.
Tasarı Ciddi Bir Engel Teşkil Edecek mi?
Şahsen ABD Temsilciler Meclisi’nde onaylanan tasarının ABD Senatosu’nda da onaylanıp NDAA metnine girse bile Türkiye’nin F-16’ları ve modernizasyon kitlerini satın almasının önünde ciddi bir engel teşkil edeceğini düşünmüyorum. Ancak Türkiye’deki ABD karşıtlığına paralel olarak ABD’de de yükselen Türkiye karşıtlığı, ABD Kongresi’nde buna bağlı olarak ortaya çıkan Türkiye’ye yönelik olumsuz tutum ve savunma bürokrasilerinin birbirlerine duyduğu güvensizliğin devam etmesi durumunda ABD ve Türkiye’nin birbirinin kapısını her çalışında benzer bir durumla karşılaşacağız.
ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanmakta olan bu sorunların bugünden yarına çözülemeyeceğini ve çözülecekse de eskiye geri dönerek değil yeni bir ilişki çerçevesi geliştirerek mümkün olacağını düşünüyorum. Perspektif için 10 Şubat 2020 de kaleme aldığım Türkiye-ABD İşbirliği: Yolun Sonu Mu? başlıklı yazımda bu konuya biraz daha fazla detayla değinmiştim.
Ben bu yazıyı kaleme alırken Ukrayna’nın depolarda ve limanlarında bekleyen 25 milyon tona yakın tahıl ve diğer gıda ürünlerinin dünya pazarlarına taşınmasını mümkün kılacak anlaşmanın Dolmabahçe Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Sekreteri Guterres ve Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun katılımıyla imzalandığı haberi geldi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’in “Bugün Karadeniz’de bir ışık var, umut ışığı, rahatlama ışığı. Sizin arabuluculuğunuz olmazsa olmaz bir görev gördü. Rusya ve Ukrayna temsilcilerine tüm engelleri aştınız, yeni bir girişimin önünü açtınız. Bu dünyanın yararına bir anlaşmadır” sözleri ile selamladığı gelişme, aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşında Türkiye’nin ilk somut arabuluculuk başarısı olarak da kayda geçmiş oldu.