Aah paşam ah... senden sonra neler oldu bi anlatsam...

Ölüm yıldönümü geldi çattı Paşam. Ama sayılı gün ne ki; çabuk geçiyor iste. Hatta ayrıyken günler ağır, seneler çabuk geçermiş. Ah ki, ah paşam! Senden sonra neler oldu neler… Anlatsam sen de üzüleceksin olanlara. Ama ayrıntıları Eylül’e saklıyorum. İlk yazım senin adına gönderdiğim bir mektuptu. ‘Tren Öpsün Seni Zeki Müren!’ başlığını taşıyordu. Bu seferki kahır mektubu olacak paşam. Kahır Mektubu, evet. Yazarken hep seni anıyor, hep seni yaşıyorum. O ellerini titrete titrete, gözlerini Japon balıklarına benzete benzete söylediğin şarkılara methiye düzerek bir ‘Kahır Mektubu’ olacak sana yazacağım.


Name eskilerin deyimi. Sen ‘name’nin ne demek olduğunu hepimizden iyi bilirsin Paşam! Hem hasret mektubuyla bir olsun bu name. Ucunu yakıp da yolluyorum sana. Sen konuştukça; o tertemiz Türkçe’nle meelerdim karşında. Şöyle bir şeydi radyodan sesine ilk nail oluşum; ‘Sevgili şoför kardeşlerim gözünüz yolda, kulağınız bende olsun!’ Şoför değildim ama kulağım sende gözüm atiye dalmış dinlerdim seni.


Neden şoför kardeşlerine seslenen bir radyo programı yapardın? Dahası ‘Sanat Güneşi’ne neden böyle bir misyon biçmişti TRT’ciler anlamazdım. Çok da sormazdım dahası. Suzinak ve Araban, Rast ve Muhayyer Kürdi! Daha nemiz olacaktın Paşam? Şimdi şu ‘paşalık’ işini merak edenlere senin paşalıkla iştigal etme gerekçelerini yazacağım ama hem yerim hem yenim dar… Ayrıca şehir efsanesi işte Paşam; ne olacak ki? Biri söyler, birileri inanır. Hem bu alt yazı geçip kahramanları ve olayları gerçekle hiçbir alakası olmayan hayatımızın, nesini ciddiye alıp anlatmaya kalkıyorum ki sana?
Alt yazılı; çünkü kendi dilimizde anlaşılamaz ve aklımızın sınırları içinde tanımlanamaz.


Hani şu Avrupa Yakası’nın eskisi çizgili pijamalı canavar Gafur gibi. Kardeşine bir sahnede soruyor pijamayı boğaza kadar çekip çivit mavisi bir ceket ve cart sarı bir gömlek giydikten sonra; ‘Nasılım?’ Kız kardeşi ağabeyine bakıp şöyle dediydi; ‘Tanımlanamaz!’
Hah; tam da öyleyiz paşam! Tanımlanamaz bir durumdayız. Ama sen yine de asma yüzünü. Bizi ışığından mahrum etme o güzel sesinin.
Ben ‘bir sağanak patlasa bir rüzgar esse / bitse bu kirli yapışkanlık!’ diyesiyim batan güne karşı…


Aaah ki ah paşam! Daha neler var bu mektuba iliştirilecek. Hep ‘aah’ çekerek… dediğin gibi; ‘Biz işimize bakalım! Şarkılar söyleyelim!’
Söyleyelim paşam; ‘Ne zaman iki satır yazmaya kalksam / hep seni / hep sizi anıyorum!’

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Dilek Arşivi