Murat Aksoy
28 Şubat devam ederken...
28 Şubat Davası’nda cezası kesinleşen ve hakkında yakalama kararı verilen emekli askerler birer birer tutuklanıyor.
Birçoğunun 80 yaşının üzerinde olduğu askerlerin medyaya yansıyan tutuklanma görüntüleri, kararın zamanlaması vs. bu sürecin hukuki olmaktan çok siyasi olduğu kadar, gündem değiştirme amaçlı olduğu izlenimi veriyor.
80 yaşın üzerinde bazıları 90 yaşında olan bu insanların, topluma afişe etme dışında ev hapsi dahil olmak üzere başka tür uygulamalarla cezalarını çekmeleri sağlanabilecekken; ısrarla cezaevine konmak istenmeleri siyaseten doğru değil.
Elbette bu, zamanında siyasi özneleri oldukları 28 Şubat Post-modern Darbesi’ni önemsizleştirmek anlamını taşımıyor.
Kaldı ki, 28 Şubat, siyasi özneleri değişmiş olsa bile zihniyet düzleminde hâlâ devam ediyor.
DEVLETİN YASAKLI ÇOCUĞU
Türkiye’de muhafazakârlar, Kürtler ve Aleviler gibi devletin “yasaklı çocuğu” idi. Bu yüzden kurdukları partiler, dernekler, yayın organları devlet tarafından hep izlendi, denetlendi ve gerektiğinde de kapatıldı.
Muhafazakârların, 1970’lerden 80’lerin başına kadar devletin, sola ve Kürtlere karşı ideolojik olarak kullandığı “araç” olduysa da, yasaklı çocuk olma hali devam etti.
Küreselleşme ile yükselen kimlik politikaları Türkiye’de de etkili oldu. Muhafazakârlar ve Kürtler kamusal alanda daha görünür olmaya, görünür oldukça da siyasallaşmaya başladılar.
Siyasallaşan muhafazakâr siyaset Refah Partisi (RP) ile 1994 yerel, 1995 genel seçimlerinde başarı elde etti.
1996’da kurulan RP ve DYP koalisyonu 11 aylık iktidarının sonunda 28 Şubat MGK kararları ile sona ermiş oldu.
Devlet, 28 Şubat’la birlikte bir kez daha “yasaklı çocuk” ilan ettiği muhafazakârları siyasetin dışına itti. RP, AYM tarafından kapatıldı. Onun yerine kurulan Fazilet Partisi (FP) de AYM tarafından kapatıldı.
Sonrasında Milli Görüş geleneğinden iki parti çıktı; Saadet Partisi (SP), Milli Görüş geleneğine sahip çıkarken; AK Parti, Milli Görüş “gömleğini” çıkarıp toplumu referans alan “muhafazakâr demokrat” parti olmayı tercih etti.
AK Parti, 28 Şubat sürecinde muhafazakâr kesim içinde yaşanan iç gerilimde sekülerleşen toplumsal kesimin kendini siyasal aktöre dönüştürmesidir. Ancak başarısında bunun kadar önemli olan faktör ise 2001’de yaşanan ekonomik krizdir.
Partinin elde ettiği başarıyı sürdürmesi ise muhafazakâr kesim dışında kalan toplumsal kesimlerle kurduğu “taşıyıcı koalisyonlar”la oldu.
Ancak bu siyasal hikaye, AK Parti’nin devlete eklemlenmeyi tercih etmesiyle bozuldu.
SİYASİ LÜMPENLEŞME
Partiden devlete terfi eden AK Parti, kendini dünyalılaştıran bir kimliği sürdürmek yerine kendisine devlet içinde meşruiyet sağlayan bir kimliği yani lümpen muhafazakârlık ve milliyetçiliği inşa etmeye soyundu. Dünya ile bağı kopan AK Parti, bu kimlikle kendini, dünyaya nizam veren, oyun kuran bir ülke olarak algıladı.
AK Parti’nin devlet olmaya meyletmesi zihinlerindeki şu gerçeği dışarı vurdu: “Otoriter de olsa özünde devlet iyidir. Devleti bugüne kadar ehil olmayan inşalar yönetti. Biz ehil insanlar olarak bu devleti daha iyi yönetiriz”. Ancak olan, devletin AK Parti’yi devşirerek muhafazakârları dönüştürmesi idi.
Bugün AK Parti, toplumsal talepleri siyaseten çözen bir parti değildir. Hatta hukuki olarak parti ama işleyiş olarak bir şirkettir.
O şirket anlayışının, Türkiye’yi getirdiği nokta ortadadır. Bu hali plebisiter bir çoğunlukla sürdürme arzusunda olan toplumun değil, AK Partililerin partisidir.
Bunun için önümüzdeki dönemde AK Partili muhafazakârları sadece siyasi değil daha temelde ahlaki bir sınav bekliyor.
Muhafazakârların tercihinin bir ucunda samimi olarak inanan ve inandıklarını sekülerleşerek kamusal alanda yaşamak isteyen, Müslüman birey/cemaat olmak var. Diğer ucunda İslami bir kimlik ve pratik içinde tüm varlığını parti/devlete bağlamış, eleştirel aklı kaybetmiş, onun çizdiği sınırlar içinde yaşamayı ideolojik olarak tercih etmiş lümpen AK Partililik var.
Kısaca muhafazakârlar, bu AK Partililik ile Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.
Bu açıdan 24 yıl sonra, 28 Şubat Süreci’nin 80-90 yaşına gelmiş dönemin aktörlerini kesinleşen cezaları nedeniyle göstere göstere cezaevine yollamak, AK Parti’nin siyasi gücünü değil tam tersine siyasi güçsüzlüğünü göstermektedir.