24 yıl sonra 28 Şubat

Bugün 28 Şubat. 28 Şubat Post-modern darbenin üzerinden 24 yıl geçti.
Türkiye’de muhafazakâr kesim, Kürtler ve Aleviler gibi devletin “yasaklı çocuğu” idi. Bu yüzden kurdukları partiler, dernekler, yayın organları hep izlendi, denetlendi ve gerektiğinde de kapatıldı.

Muhafazakârlar, 1970’lerden 80’lerin başında kadar devletin, sola ve Kürtlere karşı ideolojik olarak kullandığı “araç” olduysa da, yasaklı çocuk olma hali devam etti.
Dünyada küreselleşme ile yükselen kimlik politikaları Türkiye’de de etkili oldu. Muhafazakârlar, Kürtler, kamusal alanda daha görünür olmaya, görünür oldukça da siyasallaşmaya başladılar.
Muhafazakâr kesimin kamusal alana çıkarak görünür olması ve siyasallaşması özellikle de başörtüsü üzerinden yaşanan tartışma, muhafazakâr “kadın”ın bir siyasal özneye dönüşmesinin yolunu açtı.
Bu dönüşüm sadece kadın ile sınırlı kalmadı. Muhafazakâr kesimde genç eğitimli bir kuşak yetişti. Bu kuşağın en temel özelliği, dünyaya daha açık, bireysel tercihlerde daha özgür, muhafazakâr değerleriyle Batılı değerleri sentezleyerek bir tür “sekülerleşme” yaşamasıdır.
Siyasallaşan muhafazakâr siyaset, 1994 Yerel, 1995 Genel seçimlerinde başarı elde etti.

28 Şubat’la birlikte devlet, bir kez daha “yasaklı çocuk” ilan ettiği muhafazakârları siyasetin dışına itti. Refah Partisi (RP), AYM tarafından kapatıldı. Onun yerine Fazilet Partisi (FP) de AYM tarafından kapatıldı. Sonrasında Milli Görüş geleneğinden iki parti çıktı. SP, Milli Görüş geleneğine sahip çıkarken; AK Parti, Milli Görüş “Gömleğini” çıkarıp bir toplumu referans alan parti olmayı tercih etti.
AK Parti, 28 Şubat sürecinde muhafazakâr kesim içinde yaşanan iç gerilimde sekülerleşen toplumsal kesimin kendini siyasal aktöre dönüştürmesidir. Ancak başarısında bunun kadar önemli olan faktör ise 2001’de yaşanan ekonomik krizidir.
Partinin elde ettiği başarıyı sürdürmesi ise muhafazakâr kesim dışında kalan toplumsal kesimlerle kurduğu “taşıyıcı koalisyonlar”la oldu.
AK Parti, bu koalisyonu devlete eklemlenerek bozdu.

SİYASİ LÜMPENLEŞME

Partiden devlete terfi eden AK Parti, kendini dünyalılaştıran bir kimliği sürdürmek yerine kendisine devlet içinde meşruiyet sağlayan bir kimliği yani lümpen bir muhafazakârlık ve milliyetçiliği inşa etmeye soyundu. Dünya ile bağı kopan AK Parti, bu kimlikle kendini, dünyaya nizam veren, oyun kuran bir ülke olarak algıladı.
AK Parti’nin devlet olmaya meyletmesi zihinlerindeki şu gerçeği dışarı vurdu: “Otoriter de olsa özünde devlet iyidir. Devleti bugüne kadar ehil olmayan inşalar yönetti. Biz ehil insanlar olarak bu devleti daha iyi yönetiriz”. Ancak olan, devletin AK Parti’yi devşirerek muhafazakârları dönüştürmesi idi.

Bugün AK Parti, toplumsal talepleri siyaseten çözen bir parti değildir. Hatta hukuki olarak parti ama işleyiş olarak bir şirkettir.
O şirket anlayışının Türkiye’yi getirdiği nokta ortadadır. Bu hali plebisiter bir çoğunlukla sürdürme arzusunda olan toplumun değil, AK Partililerin partisidir.
Bunun için önümüzdeki dönemde AK Partililerin de içinde olduğu muhafazakârları sadece siyasi değil daha temelde ahlaki bir sınav bekliyor.
Muhafazakârların tercihinin bir ucunda samimi olarak inanan ve inandıklarını sekülerleşerek kamusal alanda yaşamak isteyen, Müslüman birey/cemaat olmak var. Diğer ucunda İslami bir kimlik ve pratik içinde tüm varlığını parti/devlete bağlamış, eleştirel aklı kaybetmiş, onun çizdiği sınırlar içinde yaşamayı ideolojik olarak tercih etmiş lümpen AK Partililik var.

Kısaca muhafazakârlar, bu AK Partililik ile Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.
24 yıl sonra 28 Şubat’ın Milli Görüş çizgisini temsil eden SP, demokrasi, özgürlükler blokunda yer alırken; o günlerde gömlek çıkaran AK Parti, varlığını ancak devlet gölgesinde sürdürebilmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi