Murat Aydın
14 Mayıs
Cumhuriyeti demokratikleştirmek ve bunun ilk adımı olarak çok partili hayata geçmek Atatürk’ün en büyük özlemiydi. Egemenliğin sahibi olarak gördüğü halkın bir yığın olmaktan çıkıp örgütlü birliktelikler oluşturmasının önünü açmaya çalıştı. En büyük iki eserinden birisi olarak tanımladığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti olarak tüm siyasete ve devlete egemen olmasını doğru bulmuyordu. Ancak günün koşulları, ülkenin sınıfsal, toplumsal ve ekonomik durumu çok partili hayata geçmeyi mümkün kılmıyordu. Yine de denemeyi sürdürdü. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka denemeleri başarısız olsa da demokrasiye olan inancını hiç yitirmedi.
Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan en yakın mücadele arkadaşı İsmet İnönü de bu hedefin peşinden koşmayı sürdürdü. 1945 yılında kurulan ancak yeterli örgütlenmeyi sağlayamayan Milli Kalkınma Partisi’nden sonra topraksız köylülere toprak dağıtılmasına ilişkin 1946 reformuna karşı çıkan toprak ağalarının desteklediği “dörtlü takrir” tartışmalardan Demokrat Parti doğdu. 1946 yılında yapılan seçimlerde Demokrat Parti 61 milletvekiliyle TBMM’ye girdi. Fakat tek parti iktidarının sürmesini isteyenlerin yarattığı baskı ortamı ve seçim hileleri ile anılan bu seçimde milli iradenin sandığa yansımasına dair tartışmalar sürüp gitti.
Çok partili hayata geçmeyi Atatürk’ten kalan bir hedef olarak gören İnönü, partisi içindeki tüm baskılara, tek parti düzenini sürdürmek isteyenlere rağmen 1946 seçimlerindeki sorunlara yol açan olumsuzlukları gidermek için çaba sarf etti. Oy sayım ve döküm işlerinin şeffaflığı başta olmak üzere seçimlerin adil ve açık şekilde yapılması için gereken düzenlemeleri çoğu kez partisinden gelen muhalefete rağmen başardı ve 1950 seçimlerine gelindi.
14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri Demokrat Parti kazandı. Meclis çoğunluğu ilk kez CHP dışında bir başka partiye geçmiş oldu. Seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra, sivil ve askeri bürokrasinin içinden kimi kesimlerin iktidarın devredilmemesine dair telkinlerini İnönü kesin ve sert şekilde reddetti ve Demokrat Parti iktidara geldi. 1950 seçimlerinde CHP’nin ve İnönü’nün ağır bir yenilgi aldığını söyleyenlere İnönü’nün verdiği cevap tüm bu tarihsel geri planı anlatır: “Benim en büyük yenilgim, en büyük zaferimdir.”
Anlaşılan o ki saray iktidarı, bu tarihsel geri planı gözden kaçırıyor ya da sığ bir okumayla 14 Mayıs tarihini CHP’nin yenildiği tarih olarak görüp, CHP’nin bir kez daha yenileceğini var saydıkları gün olarak seçim tarihini 14 Mayıs’a denk getirmeye çalışıyor ve fena halde yanılıyor. 21 yıldır iktidarda olan, kendisine karşı tüm sesleri yani milletin sözünü baskıyla susturmuş, tüm kurumları bir kişinin iradesine bağlamış bir yönetim anlayışının ironik bir şekilde “yeter söz milletindir” sloganıyla hatırlanan 14 Mayıs 1950 seçimlerine dair hatırlatmayı dile getirmesi bu yanılgının göstergesi olsa gerek.
14 Mayıs demokrasiye, çok partili yaşama inananların, parti/devlet anlayışına karşı çıkanların kazandığı gündür. Cumhuriyetin kurucularının kuruluştan beri özlemini çektikleri çok partili siyasi yaşamın somutlaştığı, cumhuriyetin demokratikleşmesi yolunda en önemli adımlardan birisinin atıldığı günüdür. Sonu kötü bitse de çoğunluğa sahip olmanın her şeyi belirlemeye muktedir olmak sananlarca heba edilmiş olsa da Türkiye’nin iki yüz yılı aşan demokrasi mücadelesinde önemli bir kilometre taşıdır.
Demem odur ki; 14 Mayıs demokrasi vaatleriyle iktidara gelip baskıcı bir yönetim anlayış sergileyenlerin, şahsı ile devleti bir sayanların, kamu kaynaklarını talan edenlerin, parti devleti kurmak isteyenlerin değil özgürlük ve demokrasiyi savunanların zafer günüdür. Bu yolda mücadele edenler için öylesine önemli bir gündür ki seçim yenilgileri bile en büyük zaferleri olmuştur. Oysa 14 Mayıs 2023 seçimlerini kaybedenlerin yenilgisi, en büyük zaferleri değil en büyük hezimetleri olacak ve Cumhuriyetin demokratikleşmesi yolunda çok önemli bir aşamanın tarihi olarak yine bir 14 Mayıs yazılacak.