Sinan Tepe
‘Aklın Uykusu Faşizm Yaratır’: El Salvador ve Tiksinti
Tiksinti, Horacio Castellanos Moya’nın kendi deyimiyle bir ‘taklit roman’dır. Daha önce Thomas Bernhard okumuş olanlar, daha ilk sayfalarda bu üslup ve teknik benzerliğini, herhangi bir ön ya da sonsöze gerek duymadan fark edecektir. Bernhard’ın ülkesine duyduğu öfkenin, sanat kurumuna duyduğu tiksintinin birebir aynısı Moya’nın romanında da mevcuttur.
Francisco Goya, yaşadığı dönemin en büyükleri arasında gösterilen İspanyol ressam. Eserlerinde çoğunlukla savaşı, korku içerisindeki halkı resmetmiştir. Fakat 1790’dan sonra çizdiği insan yüzlerinde fark edilir bir değişiklik gözlenir. Goya, bu yüzleri artık umursamayan bakışlar olarak resmetmeye başlar. İspanyol ressam yaşamı boyunca aklın ve aydınlanmanın yanında yer almıştır. Fakat İspanya’nın içinde bulunduğu savaş hali, monarşiden kaynaklı baskılar, milliyetçilik, hastalık ve kıtlık gibi nedenler neticesinde bu aydınlanma başarısızlığa uğramıştır. Goya, 1799 yılında ortaya koyduğu ‘Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır’ eserinde bu başarısızlığı resmetmektedir esasen. Resimde, masa başında uyuya kalmış bir adam vardır. Bir şeyler yazarken ya da çizerken uyuya kalmış bu adamın üzerinde, canavarca resmedilmiş yarasalar, baykuşlar uçuşmaktadır.
Fazla yoruma yer bırakmayan bu eserin söylediği şey sarihtir; insanlık akıldan uzak yaşar ve budalaca batıl inançlara ve cahilliğe esir olursa, kâbuslardan başka yaşanacak bir dünya bulamaz. Goya, aklın üzerinde uçuşan canavarlar ile İspanyol halkını resmetmiştir. Savaş ile çıldırmış, yozlaşmış, giderek cahilliğe saplanmış İspanyol halkını…
Aslında bir taklit roman yazmak en başından başarısızlığa mahkûm olmak demektir. Zira edebiyat dediğimiz şey, bir hadiseyi başka türlü söylemek, kendi üslubunu ortaya koymaktır. Fakat Moya bu başarısızlığa mahkûm olmuş görünmüyor. O, sarsıcı, rahatsız edici ve infial yaratıcı bir metin ortaya koyarak, El Salvadorluların kendileri ile yüzleşmesini ve ülkenin politik-kültürel alanının bir yıkıma uğramasını amaçlamıştır.
Tarih, kendi ülkesinde bir yabancı gibi yaşamış, kurumların ve insanların giderek yozlaştığını dile getirmiş ve bir türlü anlaşılamamış, neticede düşman, ajan, hain olarak görülmüş sanatçılarla, yazarlarla dolu. Kendi toplumundan, yaşadığı çağdan ‘bunaltı’ duyan Sartre ya da yaşadığı ülke ve onun sanat anlayışından ‘nefret’ eden Bernhard gibi yazarlar, bu grup içerisinde belki de şanslı olanlardandır. Netice de edebiyat, Fransa ve Avusturya dışında da cereyan ediyor ve her zaman onlar kadar anlayışlı da değil. Örneğin Sadık Hidayet, Gulam Hüseyin Sâedi gibi yazarlara, coğrafyaları pek de cömert davranmamıştır.
Düşman Kazanan
Bir Yazar
Horacio Castellanos Moya, Tiksinti romanıyla dünya çapında tanınır olmuş El Salvadorlu yazar. O da coğrafya bakımından şansız, çetrefilli diyebileceğimiz bir bölgede sanat icra etmekte. Kendi deyimiyle; “Eserleri sayesinde bazı yazarlar para kazanır, bazıları üne kavuşur ama bazıları da sadece düşman edinir.” Moya şüphesiz ki üçüncü gruba dâhil.
Moya, Honduraslı bir anne ve El Salvadorlu bir babanın çocuğu olarak 1957 yılında Honduras’ta dünyaya gelir. Henüz dört yaşındayken, ailesi El Salvador’a göç eder. Bir süre El Salvador Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi görür. Fakat 1979 yılındaki askeri darbeden sonra Kanada’ya yerleşir ve edebiyat eğitimine York Üniversitesi’nde devam eder. El Salvador’da iç savaşın sürdüğü 1981-1992 yılları arasında Meksika’da yaşar ve bu süre zarfında editörlük, gazetecilik yapar. 1992 yılında, iç savaşın bitişiyle ülkesine döner. Fakat 1997 yılında yayınladığı Tiksinti romanıyla beraber aldığı ölüm tehditleri neticesinde tekrar ülkesini terk etmek zorunda kalır.
Nefret Yüklü
Sarsıcı Bir Metin
Tiksinti romanı, Edgardo Vega adlı karakterin anlatıcı olduğu, Moya’nın gazeteci-yazar karakteri ile aktarıcı rolüyle yer aldığı, tek bir paragraftan oluşan, nefret ve öfke yüklü sarsıcı bir metin. Bu tek paragraftan oluşan metne, dinleyici ve aktaran konumunda yer alan Moya, hiçbir şekilde müdahil olmaz, yalnızca dinler. Edgardo Vega, ülkesine duyduğu nefreti ve tiksintiyi, adeta öfke nöbetleri geçirircesine, sayıklayarak ve defalarca tekrarlayarak dile getirir.
Vega, ülkesinden umudunu kesmiş ve hemen hemen her şeyinden nefret etmektedir. Yemek kültüründen, kötü içkilerinden, eğitim kurumlarından, sağlık sektöründen, futboldan, eğlence anlayışlarından, aşırı milliyetçiliklerinden, gazetelerinden, okuma alışkanlığı olmayan halkından, tarihin ve edebiyatın hiç önemsenmemesinden, televizyon alışkanlıklarından nefret etmektedir. Üstelik bu halk Vega’ya göre tüm bu pisliğin farkında dahi değildir. Moya’ya söylediği şu sözlerle halkın gözündeki yanılsamayı ifade etmektedir; “…çünkü cahil insanların birincil ve başlıca özelliğidir bu, kendi çöplüklerini dünyanın en iyi yeri zannederler.”
Vega’nın nefretinden en büyük payı politikacılar alır. Siyasetin giderek yozlaştığı, en büyük hırsızın ve caninin karizmatik lider atfedildiği bu ülkede, politikacıların çok kötü koktuğunu söyler Vega. Kolay değildir, on bir yıl süren bir iç savaşın neticesinde, sırtlarında yüz bin ceset taşımakta ve sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmaktadır bu politikacılar. Vega okuma alışkanlığı olmayan ve ağızlarını açtıkları her an bunu ele verdikleri için de nefret eder politikacılardan. Ona göre bir politikacının başına gelebilecek en şansız şey, topluluk önünde bir şey okumak ya da yazmak olacaktır.
Asker gibi, cani ruhlu, cinayete meyyal bir halk
Sürekli asker gibi yürüyen, asker gibi tıraş olan, asker gibi konuşan halkından da nefret eder Vega. Ona göre El Salvadorlu olmak asker gibi görünme isteğinden ibarettir. Bu halk öldürebilmek ve bu eylemi sonucunda ceza almamak için asker olmak istiyordur. Vega halkını, “bu kadar cani ruhlu ve böylesine cinayete meyilli bir halk asla görmedim” diyerek tarif etmektedir.
İç savaş bu ülkeyi yozlaştırmış ve savaşın bitmesi maalesef hiçbir sorunu çözmemiştir. Vega, El Salvadorlu olmayı biraz da suça bulaşmış ve çete gibi hareket eden polislikle tanımlar. Dünyanın en yüksek cinayet oranına sahip bu ülkesinde, çoğu suç ve ölüm tehdidi cezasız kalırken, polis kendi içinde çeteleşerek suç örgütleri oluşturmaktadır.
Vega, nefret ettiği ve gönüllü bir sürgün yaşadığı ülkeye, on sekiz yıl aradan sonra, annesinin ölümü, defin ve miras işleri nedeniyle gelmiştir. Hepi topu bir ay kalacaktır fakat on beş gün olmasına rağmen, tüm nefretini kazanmıştır bu ülke. Akşamüzeri bir barda dert yandığı Moya ile de Marist Keşişleri eğitimi aldıkları okuldan tanışmaktadırlar. Vega’nın koca ülkede tek sevdiği kişi Moya’dır.
Ortalama bir muhalif bu nefretlerin hepsine haiz olabilir. Fakat Vega’yı onlardan farklı kılan bir özelliği de solculardan, muhaliflerden, edebiyat kurumundan da nefret ediyor olmasıdır. İç savaş sonrası, hiçbir şey olmamış gibi davranan ve gerilla kıyafetlerini çıkararak kravat takan, yolsuzluğa ve yozlaşmaya bulaşan Marksistlerden de tiksinti duymaktadır Vega. Sürekli seks ve şiddetten bahseden sıska hikâyecikler yazan edebiyatçılardan da tiksinti duymaktadır. “Engin ve evrensel bir eser yazmaktan ziyade kendini sahte bir halk azizine dönüştürmeye adayan bir tip” olarak tasvir etmektedir ülkesinin yazarını.
El Salvador öyle bir ülkedir ki!..
Vega, El Salvador halkını cisimleştirdiği kardeşi Ivo’yu da sevmemektedir. Kardeşinin karısı Clara’nın, moda ve pembe dizi alışkanlıklarından nefret etmektedir. Yeğenleri tüm El Salvador çocukları gibi televizyona mahkûm olmuşlardır ve haliyle onları da sevmemektedir.
El Salvador Vega’ya göre öyle bir ülkedir ki; en büyük şairleri olan Roque Dalton’un kendi yoldaşları tarafından infaz edilmesi her şeyi açıklar niteliktedir. Roque Dalton dünya çapında bir şairdir ve Komünist Parti üyesidir. 1935 yılında başkent San Salvador’da doğmuştur. 1959-1960 yılları arasında köylüleri toprak sahiplerine karşı kışkırtmaktan ötürü tutuklanır ve idam cezasına çarptırılır. Fakat infazından bir gün önce diktatörlük yıkılır ve Dalton ölümden kurtulur. Meksika ve Küba’da sürgünde geçen yıllardan sonra 1965 yılında tekrar ülkesine döner. Dönüşünden iki ay sonra tutuklanır, günlerce işkence görür ve yine ölüm cezasına çarptırılır. Dalton’un şansına bu kez de büyük bir deprem olur, hapishanenin duvarları yıkılır ve Dalton firar etmeyi başarır. İşte El Salvador öyle bir ülkedir ki, iki defa idamdan kurtulmuş büyük şair, kendi yoldaşları tarafından 1975 yılında CIA ajanı olmakla itham edilerek infaz edilir.
Bernhard Taklidi Roman
Tiksinti aslında Moya’nın kendi deyimiyle bir ‘taklit roman’dır. Daha önce Thomas Bernhard okumuş olanlar, daha ilk sayfalarda bu üslup ve teknik benzerliğini, herhangi bir ön ya da sonsöze gerek duymadan fark edecektir. Bernhard’ın ülkesine duyduğu öfkenin, sanat kurumuna duyduğu tiksintinin birebir aynısı Moya’nın romanında da mevcuttur. Üstelik Moya, bu nefret ve tiksinti halini, Bernhard’ın teknikleri ile dile getirmiştir. Tıpkı onun gibi tek bir paragraftan oluşan, yinelemeye ve tekrara dayalı, okuyucu üzerinde buhran yaratan bir metin ortaya koymuştur. Özelde en çok Bernhard’ın Bitik Adam romanına benzemektedir bu metin. Bitik Adam romanında da karakterimiz nefret ettiği bir yere bir cenaze dolayısıyla, mecburen gelmektedir. Ve benzer şekilde bilinç akışı yöntemi ile zihnini özgür bırakmakta, nefretini aklına gelen her şeye kusmaktadır.
Aslında bir taklit roman yazmak, en başından başarısızlığa mahkûm olmak demektir. Zira edebiyat dediğimiz şey, bir hadiseyi başka türlü söylemek, kendi üslubunu ortaya koymaktır. Fakat Moya bu başarısızlığa mahkûm olmuş görünmüyor. Derrida’nın vurguladığı gibi, edebiyatın dışına taşma eğilimi, onun Tiksinti romanın da başına gelmiş ve okuyucuyu bir ‘edebiyat olayı’ ile baş başa bırakmıştır. Moya sarsıcı, rahatsız edici ve infial yaratıcı bir metin ortaya koyarak, El Salvadorluların kendileri ile yüzleşmesini ve ülkenin politik-kültürel alanının bir yıkıma uğramasını amaçlamıştır.
Latin Amerika Edebiyatı’na olan ilgileriyle bu sarsıcı eseri bizlerle buluşturan Notos Kitap’a ve akıcı çevirisi nedeni ile Süleyman Doğru’ya teşekkür etmek gerekir.
Bir teşekkür de yazının bu bölümüne kadar, herhangi bir çağrışım, empati ve kıyasa aman vermeden gelebilen değerli okura: Sağ olun, var olun!..