Memetcan Demiray
Yüzyıllık yoksulluk
Müjde! Yıllardır yavaş yavaş alıştırtırıldığımız "ucuz giyim" zincirleri ve "üç harfli" marketler artık "lüks" mertebesine erişti! Tavuk döner, kır pidesi ve çiğ köftenin etsizinde "eşitlenen" bir toplum... Yaşam tarzında yepyeni bir dramatik dönüşüme hazırlanıyor: AKP sayesinde "fakirlik" tarih oldu! Şimdi ülkemiz "sefalet ligi"nde zirvelere oynuyor.
Bir düşünsenize, herkesin "köşeyi dönmek" için can attığı ama çok para kazanmanın "ayıp" sayıldığı bizim gibi kaç ülke vardır? Büyüklerimize göre "zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır"dı. Ama diğer taraftan "çok mal da haramsız olmaz"dı. Peki orta yol nasıl bulunacaktı?
Bu çelişki Yeşilçam filmlerinin de en önemli temasını oluşturuyordu. İşte zenginler havuzlu villalarda, köşklerde ve yalılarda, türlü entrika içinde yaşayan insanlardı. Viski, ropdöşambır ve Lale Belkıs'ın sarışın kahkahası... Gönlünü bir fabrikatöre kaptırıp bu "yoz" zümreyle tanışan Hale Soygazi'lerin, Filiz Akın'ların bedbaht olması kaçınılmazdı.
Oysa fakirlerin dünyası öyle miydi?.. İşte soba dumanı kokulu sokaklarda, kenar mahallelerde hayat olanca saflığıyla sürüp gitmekteydi. Tamam, bakkala borç birikmiş, ev sahibi kiraya zam yapmıştı. Amaaan, olsun!.. Hafta sonu Fener'in maçına iki bilet vardı! Yevmiyeyi alınca önce bir sinema, sonra da muhallebici!.. Her genç kızın hayaliydi. Ve aşk acısı çeken jönümüz bu gece de can dostlarıyla meyhanedeydi. Fonda bir Zeki Müren şarkısı... Çilingir sofrası kuracak üç kuruş bir şekilde kazanılmıştı!
80'LER: 'PARASIZ YAŞAMAK PAHALI'!
Enflasyonun dilimize iyice yerleştiği yıllarda "ekonomi" artık komedinin konusuydu. "Kılıbık", "Ortadirek Şaban" ve "Kiracı"... Kemal Sunal'ın unutulmazlarıydı. Özal'lı yıllarda Ferhan Şensoy için "Parasız Yaşamak Pahalı"ydı! Ve Demirel-Çiller döneminde "Olacak O Kadar" skeçlerinde neredeyse tek mevzu zamlardı! "Neden daha iyi yaşamıyoruz?" sorusu... Anaakım medyada açık açık tartışılıyordu.
Kişisel hayatlarımızda da çıplak gözle görebiliyorduk gelir uçurumunu... Tekstil işiyle uğraşan Nuri Bey ve eşi mesela... Çocuklarını kolejlere gönderiyor, pahalı kıyafetlerle hemen fark ediliyorlardı. Kapıcı Hasan Efendi ve "başı kapalı" hanımı da öyle... Onların "tercihi" yeni açılan AVM'ler değil, hafta sonu kurulan semt pazarıydı. Haylaz oğulları Anadolu lisesini kazanabildiyse ne âlâ... Yoksa onu "imam hatip"e göndermeleri kaçınılmazdı. Eğitimi çok kötü ama olsun. "Hiç değilse dinini öğrenir"di. Derken AKP ile işler tersine dönecekti.
'MİLLİ İRADE' LAVAŞA SARILDI!
2000'lerden sonra eğitim sisteminde imam hatipler "merkez"e dönüşürken niteliğin yerini nicelik alacak, bu da toplumsal kodlara yansıyacaktı.
Artık her ile ve ilçeye üniversite (!) açılıyor, gençlere E-5 kenarında diploma dağıtılıyordu. Tarihi pastaneler bir bir kapanırken börekçi vitrinlerini hamurdan ibaret "kır pideleri" kaplamıştı. Her sokakta tavuk dönerciler, "etsiz" çiğ köfteciler... Yeni dönemin lavaşa sarılı "gusto"su, en az 3 çocuk peşindeki bir toplumun "ortalama" damak tadıydı. İçkide ÖTV fırlayınca ocakbaşı kültürü unutulmuş, birahaneler bile "lüks"e kaçmıştı. Ve öyle her canınız istediğinde statlara girebilmek yok tabii!.. Önce "Passolig" almanız lazımdı.
"Ucuz giyim" zincirleri ve "İslami konsept"li indirim marketleriyle bu kolektif varoşlaşma tamamlanacaktı. Nicelik şimdi her şeydi ve nitelik "eski Türkiye"de kalmıştı. Asgari ücret al, cips-kola tüket, "Acun" izle ve uyu... "Milli irade"nin ideal yaşam tarzıydı!
AKP 'FAKİRLİĞİ' NASIL BİTİRDİ?!
Ama "durmak yok, yola devam"dı ve başkanlık sistemiyle girilen ekonomik krizin bedeli çok daha ağır olacaktı. Fiyatlar döviz kuruna paralel uçuşa geçiyor, neyin ucuz, neyin pahalı olduğu anlaşılamayan sürreel bir dönem başlıyordu. Geçen yıl kilosu 1 lira olan soğan... Bugün 6,90'a kapışılıyordu. Bu sırada resmi enflasyon yüzde 85,5'ti!
Öyleyse hangi maaş iyiydi peki? Aylık 10 bin TL dört kişilik bir aileye yeter miydi? Midye dolmanın tanesi 3 lirayı geçmişti ama TOKİ konutlarında kredi faizi çok cazipti! Yoksa "sıfır araba"ya mı yatırım yapmalı? Her şey birbirine girmiş, "zenginlik" ve "fakirlik" ölçülemez hâle elmişti. Doblo kullanmak, Starbucks'a gitmek, Instagram'da Kapadokya gezisi paylaşmak... "Statü"ler anlamını bir bir yitirirken askıda ekmek ve simit devri başlıyor, tarihi geçmek üzere olan ürünler raflarda yarı fiyatına satılıyordu. Peki kimdi bunları alan ithiyaç sahipleri? Ben değildim. "Bir tanıdığım" da değildi. AKP sayesinde "fakirlik" gözden yitip gitmişti.
ŞİMDİ 'SEFALET LİGİ'NDEYİZ
Geçen hafta The Guardian'da çıkan iki haber, Londra'da evsiz sayısının yüzde 24, California'da yüzde 70 arttığını duyuruyor. Galeria'nın iflas ettiği Almanya'da alışveriş alışkanlıkları değişirken gazeteler kış için "tasarruf önlemleri" tavsiyesinden geçilmiyor. Ve Channel 4'un son araştırması, Avrupa'da "Z kuşağı"nın ekonomik kriz karşısında çok öfkeli olduğunu ortaya koyuyor. Bugünlerde Batı, A+'dan A ve B seviyesine düşmenin sancısını yaşıyor.
Nitekim bizde de artık mızrak çuvala sığmıyor. Bir yanda sabah okula aç gidip bayılan öğrencilerin dramı... Diğer yanda lira dinar karşısında değer kaybedince Irak'tan alışveriş için Türkiye'ye akın eden komşular... Ve aynı hafta ülkemizin "Dünya Sefalet Endeksi"nde Arjantin'i de geçerek ilk sıraya çıktığı öğreniliyor! "Türkiye Yüzyılı"nda tavuk dönerin porsiyonu 40, çiğ köftenin kilosu 150 lirayı aşıyor.
Şu halde enflasyonun sebebi olarak "milletimizin karamsarlığı"nı gören, "20 yıldır kimseyi enflasyona ezdirmedik" diyen ekonomi bakanı haksız mı? Nebati Dayı, yıllar sonra Ferhan Şensoy'u doğruluyor. Neticede insanın enflasyon karşısında ezilebilmesi için de bir miktar parası olması gerekiyor!