Memetcan Demiray
Yeni 'lüks'ümüz: Kafeler!..
19. yüzyıl Avrupa'sında bir tür "sosyal medya" işlevi gören kafeler günümüzde de "kamusal alan"ın vazgeçilmez bir parçası... Oysa ülkemizde bir simitle çay 7, filtre kahve ile kruvasan 40 lirayı rahatça aşabiliyor! Hal böyle olunca 2021 Türkiye'sinde cep telefonundan sonra (!) dışarıda yeme-içme de bir "zenginlik göstergesi" halini alıyor.
Yeryüzünde kahve kadar "çok amaçlı" bir içecek var mıdır sahi? Düşünsenize, kimileri sabah ayılmak, kimileri de gün boyu işe güce konsantre olmak için hemen ona sarılır! Bir arkadaşla dedikodu mu çekti canımız; "Haydi bir kahve içelim!" cümlesi hazırdır. "Kız isteme" merasiminde içine tuz konan Türk kahvesi ile damat adaylarının sabrı sınanır! Ve hele bir komşu ikram etmiş olsun, artık onunla kolay kolay ters düşülmez. Çünkü "bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır".
Bireysel ilişkilerde sürekli karşımıza çıkan kahve, toplumsal hayata dair de pek çok şey anlatıyor aslında... Örneğin bizde "kıraathane" denince akla sigara dumanı altında okey oynanan, TV'de haber izlenip siyaset konuşulan erkek egemen mekânlar gelir. Zira 21. yüzyılı idrak etsek de Anadolu kültüründe kadının "orta yerde" görünmesi, hele hele fikrini söylemesi hiç hoş karşılanmaz. Sonra bir bakmışız, o "bıyıklı dayılar" ülke yönetiyor. Eh, demek ki tüm Türkiye Nişantaşı'ndan ibaret değildir.
'EKSPRESSO' VE SIVI TATLI!..
Cappuccino, Americano ve latte... Kırsalda tek tip olan "acı kahve", kente gelindiğinde toplumun çoğulluğunu yansıtır. Espresso mesela, ısrarla "ekspresso" diye teleffuz edilir ve dil bilgimizi tek bir harfle ele verir! Dahası, bu klasiği sipariş edip de fincanda iki parmak kahve gelince şaşıranlar da bizdendir! Dışı Floransa kadar İtalyan, içi Bayburt kadar "yerli ve milli"dir.
"Beyaz yakalı" olmanın ön şartı ise markalı kahveyi karton bardakta sokak sokak gezdirmektir. Ama bunun için öncelikle bazı kavramları bilmek gerekir! Grande, tall, venti; hangi boy sizinki?.. Kararsızların kasa önündeki kuyruğu bitmek bilmez! "Ristretto bianco" laktozsuz sütle gider mi? Ekstra 'shot' ya da ahududu şurubu peki?..
Güzelim kahve çekirdekleri kaşla göz arasında "sıvı tatlı" formunu almıştır ama olsun. Sınavı geçtiysek birazdan "barista" anonsu yapacaktır: Berfinsu Hanım!.. 'Caramel macchiato'nuz hazırdır!
KAHVENİN DE 'MAHALLE'LERİ VAR
İşin en ironik yanı, 19. yüzyıl Avrupa'sında popüler hale gelmesiyle "kamusal alan"ın doğuşunda büyük rol oynayan kahvenin bizde tam aksine, "kutuplaşmayı" gözler önüne sermesidir. Elbette gücü yeten yurt dışından Saint Helena kahvesi getirtir, yetmeyen BİM'deki "3'ü 1 arada" ile idare eder. Ama aynı içeceğin çay ocağında 4, deniz kenarında 30 liraya satıldığı bir ülke de herhalde nadirdir.
Bizimle çok benzer bir kahve içen ve "Orijinali kimin?" diye yıllardır tartıştığımız Yunanistan'da örneğin; salaş bir dükkânda Yunan (Türk) kahvesi 1,5 avroysa Selanik'in en şık kafesinde bu rakam en fazla iki mislidir. Böylece giyim kuşamdan, eğitim ve kültür seviyesinden bağımsız olarak dileyen herkes dilediği yerde saatlerce oturup kahvesini yudumlayabilir. Türkiye'de ise aradaki fiyat farkının büyüklüğü mekânların izolasyonu içindir. Kimse kimsenin "mahalle"sine girmemeli, "telve" ile "köpük" iç içe geçmemelidir.
19. YÜZYILIN INSTAGRAM'I: KAFELER!
Batı'da özellikle 19. yüzyılda kahvenin geniş kitleleri nasıl kaynaştırdığını Hartmut Binder'in "Dün Akşam Kafede" adlı kitabında görebiliyoruz. Franz Kafka'nın Prag günlerini merkeze alan Binder, ünlü yazarın bir öğle yemeği sırasında kız kardeşi Ottla'ya "Salatanın selamı var!" notuyla gönderdiği kartpostalı günümüzün WhatsApp'ına benzetiyor! Ve Kafka'nın her "okuma açlığı" çektiğinde soluğu günde 300'e yakın (!) gazete sunan kafelerde almasını bir tür "internet" diye niteliyor. Binder'e göre insanların buluşup dünyadan haberdar olduğu (Twitter!), fikir alışverişinde bulunduğu (Facebook!), etraftakileri gözlemlediği (Instagram ve Youtube!), "öteki"yle temas ettiği Prag kafeleri, dönemin "sosyal medyası"nı andırıyor.
Yani "kahve bahane" sözü sosyolojik olarak da anlam kazanıyor. Tıpkı Ruanda'nın "süt barları"ndaki gibi... Süte adeta tapan Ruandalılar, başkent Kigali'nin yeni moda süt barlarında buluşuyor; bir yandan soğuk, sıcak veya fermente içeceklerini tadarken bir yandan da sosyalleşiyorlar. Bavyera'da bira, Paris'te şarap, Ruanda'da süt... "Modernleşme" akıyor, bir şekilde yolunu buluyor.
FALIMIZDA 'MODERNLEŞME' ÇIKTI!
Türkiye'de ise saat sanki geriye doğru işliyor! Yeşilçam'da fakir kızla zengin jönün gizlice buluştuğu muhallebicilerden Starbucks'lara hızlıca geçtik. Ama şimdi filtre kahve ve kruvasan el yakıyor! İşe giderken bir simitle çay 7 lira, o bile bazen "lüks"e kaçıyor!
Ve geçen hafta Ekşisözlük'te çıkan tartışma da tam olarak bu akıl karışıklığımızı dışa vuruyor. Her şey ateş pahası ama Kadıköy'de, Beşiktaş'ta kafeler hıncahınç dolu!.. Sahi, bu nasıl oluyor?
Çünkü İstanbul'un nüfusu 20 milyona dayandı ve kafelere oturacak birileri elbette bulunabiliyor. Çünkü eskiden üç otuz paraya yer, içer, eğlenirdik; şimdi bir bitki çayı söyleyen saatlerce mekândan ayrılmıyor. Ve en önemlisi, kent yaşamında sosyalleşmek temel bir ihtiyaç; "modern insan" bunu öyle ya da böyle başarıyor. Cepte tek kuruş mu yok? Bir kamp sandalyesi uydurup eşle dostla sohbet için Moda sahili bizi bekliyor!
Evet; Boğaz'da balık - rakıya oturmak, dönüşte bir de tatlı yemek şimdilerde hayal... Zaten 1 dolar olmuş 10, bir porsiyon keşkül 20 lira... Hatta Halk TV'nin haberine göre bakkallarda şeker taneyle, sıvı yağ bardakla satılıyor. Ama "Cep telefonunu göster!" diyen "ak sakallı" kitlenin deli gömleği de artık bu bedene uymuyor.
Demek ki yolun sonuna gelindi. Veda kahvenizi pudra şekerli mi alırsınız sade mi? Falımızda üç vakte kadar "modernleşme" görünüyor.