Tuğçe Küçük
YAVAŞLIĞIN KEYFİ NEDEN YİTİP GİTTİ BÖYLE?
Teknolojik yaşamın sunduğu kolaylıklar bizlere daha fazla zaman açığı yarattıkça daha soluksuz koşmaya başladığımız bir döngüye evrilmekteyiz. Yavaşlamanın içinde an, anlam, doyum varken hızın içinde ânı, anlamı, doyumu yutmak var.
Yavaşlığın derecesi anın yoğunluğuyla; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Hız bize kendimizi unutturmaktadır. Ne kadar şikâyet edilirse edilsin hızın akışından kopup yavaşlamak ve durup düşünmek, kendinle yüzleşmek, dünyayla yüzleşmek, ne yapıp ettiğinle yüzleşmek koşmaktan daha zordur
‘Yavaşlığın keyfi neden yitip gitti böyle?’ diye soruyor Milan Kundera, ‘yavaş’ olan her şeyin tahammülsüzlükle karşılandığı çağımızda…
Bir tren yolculuğunun yavaşlığı artık keyifle değil, bir mektubu beklemek heyecanla değil, zaman kaybıyla eşleşiyor. Çünkü artık tren yerine uçak, mektup yerine telefon var; yavaşlık yerine hız, tahammül yerine sabırsızlık var… Mesela yürüyen merdivenler de var, onu bekleyecek kadar tahammülü olmayan insanlar için…
Teknolojik yaşamın sunduğu kolaylıklar bizlere daha fazla zaman açığı yarattıkça daha soluksuz koşmaya başladığımız bir döngüye evrilmekteyiz.
Çünkü hız, hayatın her alanında yüceltilmekte… Ancak en hızlı düşünen, en hızlı hareket eden, en hızlı çözüm getirenler günümüzün rekabet çarklarında kendini bir dişli olarak kabul ettirebilmekte. Bazen neyin peşinden koşulduğu, amacın varmak mı yoksa sadece koşmak mı olduğunun birbirine karıştığı bir hızın hülyasına kapılarak koşmakta olmanın makbul olduğu bir çağ bu.
Ulaşabilmenin baş döndüren hızı
Teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı ürünler yaşamlarımızı önceki dönemlerin yaşam pratiklerinden bir hayli farklılaştırdı. Mesela modern dönem insanlarının artık çamaşır, bulaşık yıkamak gibi işlere zaman ayırması gerekmiyordu. Ya da modern zamanda hızlı yemek (fastfood) insanlığın hayatına yavaş yavaş girmeye başlamıştı. Yani aslında her yeni gelişme bir öncekine göre bir adım daha öteye giderek yükü insandan alıp mekanikleşerek devam etmekteyken günümüze gelindiğinde de bunların çok ötesine varan teknolojik gelişmeler yaşam pratiklerinin de aynı oranda hızlanmasını beraberinde getirmekte.
Öyleyse denilebilir ki teknoloji, yaşamın her alanında hızlanmanın itici kuvvetidir.
Artık internet aracılığıyla istediğin an dünyanın diğer ucunda yaşayan insanlarla temas kurabilmek, oturduğun yerden bambaşka kültürleri ziyaret edebilmek, yer değiştirmeden zaman kaybetmeden neredeyse bütün işleri halledebilmek mümkün hale geldi. İster fastfood ister sağlıklı yemeklerin temin edilebileceği restoranlar, market, kıyafet akla gelebilecek her türlü alışveriş, bankacılık işlemleri tek tık ile halledilebilir bir duruma geldi.
Ulaşabilmenin bu baş döndüren hızı, tüketmenin de aynı hızla cereyan edişine yol açtı. Artık tüketim alışkanlıklarını, tüketilen ürünleri, ihtiyaçlar değil, ürünler belirliyor. Yavaşlığın beraberinde yitip giden durup düşünme, yerini hızla savrulmaya, durmaksızın sorgulamaksızın tüketmeye ve yeniden tüketmeye çoktan bıraktı bile…
Hızdan şikâyet ederken yavaşlamaktan kaçmak
Ancak, freni patlamış bir otobüsün içinde gider gibi yaşadığımız süratli hayatlarımızda hızın akışıyla savrulmaktan şikâyet ederken diğer taraftan da yavaşlamaktan korkmaktayız…
Çünkü hız unutturur, yavaşlamak ise hatırlatır.
Büyük şehirlerde yaşayan insanlar kalabalıktan, sürekli bir yerlere yetişme telaşından, trafikten, kaostan şikâyet edip dururlar… Bu metropol insanlarının sakin ve sessiz bir kasabaya taşınma hayalleri vardır. Ancak birçoğu şikâyet ettikleri kaos şehrinden kopmaya ömür boyu cesaret edemezler.
Benzer şekilde gün boyu çalışmış biri akşam eve döndüğünde kendine kalan birkaç saati televizyonun karşısında geçirir ve uyur ertesi gün yeniden aynı döngüye devam eder.
Çünkü hız bize kendimizi unutturmaktadır… Ne kadar şikâyet edilirse edilsin hızın akışından kopup yavaşlamak durup düşünmek kendinle yüzleşmek dünyayla yüzleşmek ne yapıp ettiğinle yüzleşmek koşmaktan daha zordur. Bu yüzdendir ki kaostan şikâyet edip duranlar yavaşlayıp kendine bakacağı bir hayata dönmekten imtina ederler. Bu yüzdendir ki kendine kalan birkaç saati seyirle doldurup sonraki güne devam edenler bu akışa müdahale etmekten geri dururlar. Ve bu yüzdendir ki eşyaları, insanları, ömürleri tüketip bitirmeye bir ara verecek olan yavaşlamaya hem hasretle bakar hem de ondan canavarmışçasına kaçarlar…
Oysa yavaşlık durmak değil doymaktır. Anlara, anılara doymak… Başarı kadar hatayı da göğüsleyebilmek…
Baktığını görebilmek duyduğunu anlayabilmek…
Savrulmadan ilerleyebilmek…