Yaktıracak mısın Yaşayan Kur’an’ı Diyanet?

Kitabın adı “Yaşayan Kur’an” ve İhsan Eliaçık inandığı/ibadet ettiği Allah’ın kitabının günümüzde de insanlığın yararına bir işlerlik arz ettiği iddiasıyla onu kaleme almış ve kamuoyuna takdim etmiş. Yani dindar/diyanetkâr açıdan değerlendirilecek olursa son derece iyi niyetle, halisane kotarılmış bir iş var ortada… Ama “Resmi Saray Uleması” diyor ki Allah’ın kelamından ne anlanacağını da kelamın nasıl yorumlanacağını da ben belirlerim. Çizgileri çeken “tek el”, dolayısıyla dinde “tekel” benim ve benim çizdiğim çizgilerin dışında kalanı tekfir ederim!..

Ortadoğu-İslam toplumları ve kültürleri üzerine son derece saygın çalışmalara imza atmış antropolog Dale Eickelman Fas’ta araştırmalarını sürdürürken karşılaştığı bir kadı ile sohbetinden ilginç bir kesit aktarır. Kendisine Müslüman diyen herkesin Kur’an’ı anlayamayacağını belirten kadı, bu bakımdan âlimlerin kitlelere dini anlatmak, İslami bakımdan neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildirmekle sorumlu olduklarını kaydeder. Ardından söylediklerini daha anlaşılır kılmak için kalemini alır ve bir kâğıt üzerine birbirine paralel iki çizgi çizerek, çizgiler arasında kalan her şeyin dine-şeriate uygun, dışında kalanların ise dinen-şer’an kabul edilemez ve izin verilemez olduğunu söyler.

Elbette antropolojik dikkat, çizgileri çekenin bizzat kadı olması üzerinde yoğunlaşacaktır!..

Bir müeddep muhalif İslamcı

Türkiye’de de devletin kadıları-müftüleri aynen yukarıdaki örnekteki gibi dinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleme tekeline sahip şekilde, himayesinde oldukları “Saray”ın isterleri doğrultusunda elde kalem, işlerine gelmeyen isimlerin de eserlerin de üzerine din adına, Kur’an adına, Allah adına çizgileri çekip duruyorlar.

Bunların arasına yıllardır Saray ve onun himayesindeki “Resmi Saray Uleması” karşısında bir “müeddep muhalif” olarak durmasıyla ayırt edilebilecek ilahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık da eklendi.

Eliaçık’ın ilk baskısı 2007’de yayımlanmış kitabı, Yaşayan Kur’an: Türkçe Meal - Tefsir, aradan 16 yıl geçtikten sonra şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından “İslam dininin temel ilkelerine aykırı hususlar bulunduğu” gerekçesiyle sakıncalı bulundu. Alınan karar yargıya iletildi ve İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi de çıkardığı kararla kitabın piyasadan toplatılıp imhası cihetine gidilmesi yolunda sürecin önünü açtı. Eliaçık’ın toplanan kitaplarının yakılması ihtimal dâhilinde.

Konuya ilişkin yaptığı açıklamada Eliaçık’ın kaydettikleri, “Resmî Saray Uleması”nın dini nasıl kendi tekeline ve tahakkümüne aldığını göstermesi bakımından oldukça çarpıcı… Bunları paylaşalım!..


Darbe Diyanet’e de “lütuf” olmuş!

Bilindiği üzere “meâl”, Kur’an’ın Arapçadan başka bir dile (aynen çevirme iddiası olmaksızın) aktarımı demek. “Tefsîr” ise kısaca âyetlerin yorumlanması olarak tanımlanabilir. Kur’an meali ve tefsiri yapan uzmanlar çoğu zaman Kur’an’ın Arapça aslını da çalışmalarına eklerler. Bu bir bakıma sonuçta hazırladığımız meal ve tefsir tartışmaya/sorgulamaya açık olabilir ama işte Arapça aslı da burada demek içindir.

Bu çerçevede esas olan Arapça özgün haliyle Kur’an’ın doğru sunulması olduğu için de Diyanet bünyesinde çok eskiden beri mevcut “Mushaflar ve Kıraat Kurulu” meal ve tefsir kitaplarında yer alan Arapça özgün Kur’an metinlerini inceleyerek, herhangi bir kusur ya da yanlışlık yoksa (meal ya da tefsirlere hiç karışmadan) onay verir ve kitaplar basılırmış. Eliaçık’ın eseri de içinde Kur’an’ın Arapça aslı yer aldığı için böyle bir denetime tâbi tutulmuş, bu denetimden alnının akıyla çıkmış ve 2007’de okurla buluşmuş.

Kitap, adı üstünde “Yaşayan Kur’an” ve Eliaçık inandığı/ibadet ettiği Allah’ın kitabının günümüzde de insanlığın yararına bir işlerlik arz ettiği iddiasıyla onu kaleme almış ve kamuoyuna takdim etmiş. Yani dindar/diyanetkâr açıdan değerlendirilecek olursa da son derece iyi niyetle, halisane kotarılmış bir iş var ortada.

Gel gelelim 2018 yılında, 15 Temmuz darbe girişiminden iki yıl sonra bir kanun hükmünde kararname ile Diyanet’in “Mushaf Kurulu”nun yetki alanına, bundan böyle sadece Arapça Kur’an aslının değil, meal ve tefsirlerin de incelenmesi ve eğer İslam’ın temel hükümlerine aykırılık varsa da söz konusu kitapların toplatılıp imha edilmesi yolunda gerekenin yapılması eklenmiş.

Yani “Resmi Saray Uleması” diyor ki bundan sonra Allah kelamından ne anlanacağını da kelamın nasıl yorumlanacağını da yalnız ve yalnız ben belirlerim. Allah’ın dinine ilişkin çizgileri çeken tek “el”, dolayısıyla dinde “tekel” benim ve benim çizdiğim çizgilerin dışında kalanı da tekfir ederim!..


WhatsApp üzerinden resmî tebligat!

Bu doğrultuda daha önce Gazi Özdemir ve Edip Yüksel’in meal kitapları hakkında da toplatma kararı alındığı gibi şimdi de bu “meal ve tefsir avcılığı”nın kurbanı Eliaçık’ın kıymetli çalışması olmuş durumda.

Peki, yasal ve anayasal mevzuat Allah kelamının anlamını ve yorumunu böylesine tekelinize, tahakküm altına almanıza müsaade eder mahiyette mi?.. İşte bu soruya cevap vermeye kalktığınızda da neresinden tutsanız elinizde kalan bir “keyfiyet” karşınıza çıkıyor. Yine Eliaçık’ın sözlerinden satır başlarıyla aktaralım:

Öncelikle toplatma kararı WhatsApp aracılığıyla yayınevine bildirilmiş ki bu tebligat kanununa aykırı… İkinci olarak basılı eserlerde bir suç iddiası varsa kanunen kitap yayımlandıktan sonra altı ay içerisinde dava açılması ve davanın da zaman aşımına uğramaması için sekiz yılda sonuçlanması gerekiyor ki Eliaçık’ın kitabı yayımlanalı 16 yıl olmuş.

Dahası, söz konusu karar Diyanet’in genelgesine, yani bir idari tasarrufa dayanıyor ki bu da Anayasa’nın 26. maddesindeki herkesin düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma hürriyetinin ihlali anlamına geliyor. Yani imha kararı, Anayasa’ya da aykırı.

Nihayet toplatma kararını alan İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi bu kararını Basın Kanunu’nun 25’inci maddesine dayandırmış ki bu maddede de Diyanet’in gerekçesini oluşturan “İslam dininin temel ilkelerine aykırılık” şeklinde veya benzeri bir ibare yok.

Yani yememişler içmemişler, kafalarına göre nur topu gibi bir suç icat etmişler.

“Yeryüzü Sofrası”, “iktidar koltuğu”na karşı…

Bana kalırsa ortada “kişiye özel” bir suç var! “Senin mealini beğenmiyoruz”dan öte (ki dediğimiz gibi, böyle bir “suç” ne Anayasa’da ne de Türk Ceza Kanunu’nda kaydedilmekte) senin mevcudiyetini beğenmiyoruz suçu bu!..

Peki, Eliaçık’ın “mevcudiyeti”nin nesi var?..

Nesi yok ki?!.. O, İslam’ın toplumcu, dayanışmacı, eşitlikçi ve paylaşımcı yorumuna yeltenen bir Müslüman… O, Gezi Direnişi’nde “Gezi’nin manevi açılımı” diye tanımladığı “Yeryüzü Sofraları”nın kurucusu bir Müslüman… Ama hepsinden öte o, İslam’ın “Saray”la ve “Bugünün Saraylısı” ile özdeştirilmesine de “para-pul-sermaye-A.Ş.” ile hemhal edilmesine de şiddetle karşı çıkan hakşinâs bir Müslüman…

Bakın, 2018’de kendisiyle yaptığım bir söyleşide, “Recep Tayyip Erdoğan, 1970’lerde MSP Gençlik Kolları’nda başladığı siyasi serüveninde o zamanlardan bugünlere nereden nereye geldi, nereye gidiyor?” şeklindeki soruma verdiği cevapta nasıl da yalın ve açık-seçik bir değerlendirmede bulunmuştu:

“Ben Recep Tayyip Erdoğan’da hiçbir değişiklik olmadığı görüşündeyim. İslamcı hareket, Millî Görüş geleneği, hepsi değişti ama o değişmedi. Ta 1970’lerde MSP gençlik kollarına girdiğinde Cumhurbaşkanı olmayı kafasına koymuştu. Siyasette yükseğe, en yükseğe, zirvelere kadar diyerek siyasete girdi. İnandığı tek şey, başından beri koltuktu, hep öyle oldu ve öyle kaldı, hâlâ da öyle…”

“İnandığı tek şey koltuktu” demek!.. İlahi İhsan Hoca! Sen “Saray Uleması” açısından asıl sakıncalı “tefsir”i burada yapmışsın, Kur’an bahane!..


İsveç’e ne cevap vereceksiniz?

Son olarak kafama takılan ve başlığa da çektiğim bir soruyu açarak tamamlayayım:

İsveç’te İslam düşmanı ırkçı Rasmus Paludan’ın Kur’an yakma eylemi sonrası yaşanan infial ve yükselen tepkiler hepimizin malumu. Bu provokatif eylemin Erdoğan hükümetini İsveç’e “NATO’yu rüyanda görürsün ancak” deme noktasına getirdiği de ortada.

Peki şimdi İsveç devlet yetkililerinden biri çıkar da 16 yıldır kimsenin dokunmadığı ve içerisinde Kur’an’ın Arapça aslının da yer aldığı bir kitabın imhasına yönelik Türkiye’nin resmi din kurumunun tasarrufunu işaret edip, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye sorarsa ne cevap vereceksiniz?..

Nasıl imha edeceksiniz “Yaşayan Kur’an”ı?..

Yırtarak mı?

Yakarak mı?

Yoksa geri dönüşüme yollayarak mı?..

Açıklık getirin!..   


Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi