Emre Tansu Keten
Veyis Ateş’ten gazeteci yaratmak!
Veyis Ateş, Sedat Peker ifşaatlarının ayarını bozduğu ilk “gazeteci” değildi, belli ki sonuncu da olmayacak. Aslında AKP’nin kurduğu medya alanına bakıldığında, bu “gazeteci”lerin, gazetecilik alanı içerisinden, yani yaptıkları haberler ya da gazetecilik etiğine aykırı hareketlerinden, değil de mafyatik ilişkiler üzerinden köşeye sıkıştırılması gayet normal. Çünkü bu insanların yaptığı iş gazetecilik değil, muhatapları da gazeteciler değil. Nasıl ki, mafya elindeki şiddet aracıyla birtakım menfaatler peşinde koşuyorsa, gazeteci olarak anılan bu parti komiserleri de ellerindeki gazete ve televizyon gibi araçlarla belli menfaatlerin peşinde koşuyor
Televizüel medyanın korkunç bir iktidar tasallutu altına girdiği ortamda kararsızların ve muhaliflerin de kulak verebileceği, ancak AKP’nin temel çıkarlarına da ters düşmeyecek, aksine onun propagandasını daha incelikli ve daha etkili bir şekilde işleyecek bir televizyon kanalına ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. İşte Habertürk’e biçilen bu rol, kanalın son yıllarda gerilimin merkezinde yer almasına neden oldu. AKP medyasında çalışanlar kendilerine servis edilen haberleri aktarma işini gönül rahatlığıyla yaparken, Habertürk’te çalışanlar bu hassas dengeyi sürdürmek için kaygılardan kaygılara sürüklendi, bu uğurda birçok yol kazası gerçekleşti.
Gezi İsyanı’nın birinci ya da ikinci günündeyiz. Binlerce insan Habertürk’ün Taksim’deki binası önünde toplanmış ve “satılmış Habertürk” diye haykırıyor. Özel güvenliğin yarattığı panik havasının aksine, içeriden çıkan çalışanlar eylemciler tarafından alkışlarla karşılanıyor, eyleme davet ediliyor. Neden böyle bir “habercilik” yaptıkları ya da bu yapılanlara neden göz yumdukları soruluyor sadece. Bazıları bir süre sonra istifa edecek olan çalışanlar, mahcup bir şekilde eylemcilere hak veriyor.
Çünkü, Gezi Parkı’na iki adımlık mesafede yer alan Habertürk, en başından beri eylemleri görmezden gelirken, iktidarın en tepesindeki isimleri ekrana çıkartmak ve onların iftira ve hedef göstermelerini yaygınlaştırmak için canhıraş şekilde çalışıyor. Altaylı’nın programına davet edilen Başbakan Erdoğan, sosyal medyayı tüm kötülüklerin anası, Gezi için sokağa çıkanları ise alkolikler olarak tanımlıyor örneğin. Altaylı da bu eylemde en çok hedef alınan isimlerden birisi oluyor haliyle.
İktidar komiserleri
Bundan bir süre sonra ortaya çıkan ses kayıtları Habertürk’ün penguen medyası içerisindeki yerini tam olarak ortaya koyuyor. Gazetecilikle hiçbir alakası olmayan AKP’li Mehmet Fatih Saraç bu kuruma iktidar komiseri olarak atanmış ve direkt olarak Başbakan’dan emir alıyor. Bazı görüşmelerde de Altaylı’dan anket sonuçlarının iktidar lehine haberleştirilmesi “rica ediliyor”. Bu olay literatüre “Alo Fatih” olarak geçiyor.
Aslında bunlar gizli saklı olaylar değil. İktidarının ilk gününden itibaren medyaya özel bir önem atfeden AKP, medyayı şekillendirmek için temel olarak üç yöntem belirliyor. İlki Yeni Şafak, Kanal 7 gibi kendi kontrolünde olan İslamcı-muhafazakâr medya kurumlarını güçlendirmek; ikincisi, TMSF eliyle eskinin ana akım medya kurumlarını kendi havuzuna katmak (Sabah, Akşam, Star); üçüncüsü ise hâlâ ana akım diye anılabilecek, holdinglerin elindeki büyük medya kurumlarına komiserler atamak, bu kurumları kendi lehine şekillendirmek (CNN Türk, NTV, Habertürk).
Gezi İsyanı, bu ana akım medya kurumlarındaki dönüşümü hızlandıran bir etken oluyor. Eylemlerin ardından CNN Türk, NTV ve Habertürk gibi kanallar, AKP’nin hoşuna gitmeyen gazetecileri hedef alan büyük bir tenkisata başvuruyor. Tam da bu dönemde, yani 2013’te, Habertürk’e bir isim transfer oluyor. O zaman için kimsenin tanımadığı, bugünlerde ise gündemi bir hayli meşgul eden bu isim Veyis Ateş.
İktidar, “Yürü ya Veyis” dedi…
Kara para aklama suçundan aranan Sezgin Baran Korkmaz’dan 10 milyon Euro talep edip, kendi bağlantıları üzerinden onun üzerindeki suçlamaları kaldıracağı vaadinde bulunduğu iddia edilen Ateş’in Habertürk’teki kariyeri bir hayli parlak. Yıllardır muhabir olarak ter döken, mesleğin türlü cefasını çeken isimler oldukları yerde sayarken, öğretmenlikten gazeteciliğe atanan Ateş, kısa bir süre içinde Habertürk’ün ekran yüzü, sonrasında ise kurumun genel müdürü oluyor.
Geçtiğimiz günlerde İsmail Saymaz’ın Halk TV’deki programına katılan Ateş, bu başarısının sırrını, hiç de gocunmadan, açık etti aslında. Geçmişte DYP ve Demokrat Parti’de yönetici olarak görev yapmış, haliyle Soylu ile yakın bir ilişkisi olan Ateş’in gazetecilik kariyeri, Soylu’nun AKP’ye geçmesinin ardından parlamaya başlıyor. İlk olarak Yeni Şafak’ın da sahibi olan AKP’li Albayrak grubunun televizyon kanalı TVNET’te sunuculuğa başlayan Ateş, Gezi sonrası Habertürk’e komiser olarak atanıyor ve deyim yerindeyse Ateş’ten parti emriyle bir “gazeteci” yaratılıyor.
Soylu kontenjanından gazeteciliğe atanan Ateş, gazeteci olmadığının o kadar farkında ki program boyunca iki dakikada bir gazeteci olduğunu hatırlatmak ihtiyacını hissediyor. Hakkındaki iddiaları yalanlasa da sahip olduğu ilişkileri daha fazla para kazanmak için kullanmak istemesi Ateş için oldukça olağan. AKP yönetici kliklerinin bir şekilde bir yerinde bulunan herkes bir yerlere çöker, arkasındaki iktidar gücüyle cebini şişirirken, bahtına “gazetecilik” düşen Ateş’in bundan mahrum kalması, “üç kuruşluk” maaşla yetinmesi beklenemezdi herhalde.
Gazetecileri kovma konusunda bir hayli cesur olan Ciner’in, iş Veyis Ateş’i kovmaya gelince bu kadar ürkek davranması, Ateş’in istifa etmesini beklemesi de birçok şeyi açıklıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Hulusi Akar’ın Abdullah Gül’e gerçekleştirdiği “ziyaret”i haber yapan Barış Erkaya’nın ya da bir süre önce Devlet Bahçeli’nin hışmına uğrayan yöneticilerin anında kapı dışarı edildiği Habertürk’te, Veyis Ateş’in bu kadar kolay kovulamamasının sebebi, onun işvereninin sadece Ciner olmaması aslında!..
AKP’nin Habertürk’e atadığı Ateş, hem iktidar ile kanal arasındaki ilişki açısından, hem de AKP medyasının büyük bir kısmına hâkim olan Berat Albayrak ekibine karşı Soylu’nun sözcüsü konumundan ötürü önem taşıyor. Medya alanında güçsüz olan Soylu’nun, Ateş’i korumaya çalıştığı ama işler sarpa sarınca kendisini kurtarmak için Ateş’i ateşe atmak zorunda kaldığı yorumları oldukça akla yatkın.
Habertürk’ün çilesi
Bunun yanı sıra, son yıllarda Habertürk’ün sürekli bir şekilde gerilim merkezi olması da dikkate değer bir konu. Birkaç yıl önce grubun bir yöntem değişikliğine gittiği görülüyor. 2018’de matbu gazete yayınına son verilmesi, Ciner açısından bir prangadan kurtulmak anlamına geliyordu. AKP medyasının ve iktidar tarafından kontrol edilen gazetelerin yıllardır açık bir şekilde zarar ettiği, ancak buna rağmen yayıncılığa devam ettiği sır değil. Düzenli olarak zarar eden bir ticari faaliyetin inatla devam ettirilmesi ekonomik açıdan değil, ancak siyasi ilişkilerle açıklanabilir. Ciner’in bu konuda azat edildiğini söyleyebiliriz!..
Ancak iş sadece bununla sınırlı kalmadı. Habertürk o tarihlerden itibaren, daha tarafsız görünen, muhaliflere daha fazla söz hakkı tanıyan bir yayın çizgisine geçti. Veyis Ateş gibi parti komiserlerinin kanaldaki ağırlığını devam ettirdiği böyle bir dönemde gerçekleşen böyle bir dönüşümü ancak rol dağıtımıyla açıklayabiliriz. Yani, AKP’nin elinde hepsi birbirinin kopyası olan, hep aynı isimleri ağırlayan, tek elden çıkmış haberlerin servis edildiği onlarca propaganda kanalı ve gazetesi var. Bu kadar aynılaşmanın ve bu denli sıkı kontrolün, bu propaganda araçlarının etkisini zayıflatacağını bilmek içinse iletişim bilimci olmaya gerek yok.
Böyle bir ortamda, kararsızların ve muhaliflerin de kulak verebileceği, ancak AKP’nin temel çıkarlarına da ters düşmeyecek, aksine onun propagandasını daha incelikli ve daha etkili bir şekilde işleyecek bir televizyon kanalına ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. İşte Habertürk’e biçilen bu rol, bu kanalın son yıllarda gerilimin merkezinde yer almasına neden oldu. AKP medyasında çalışanlar kendilerine servis edilen haberleri aktarma işini gönül rahatlığıyla yaparken, Habertürk’te çalışanlar bu hassas dengeyi sürdürmek için kaygılardan kaygılara sürüklendi, bu uğurda birçok yol kazası gerçekleşti.
Mafya ve gazeteciler
Veyis Ateş, Sedat Peker ifşaatlarının ayarını bozduğu ilk “gazeteci” değildi, belli ki sonuncu da olmayacak. Aslında AKP’nin kurduğu medya alanına bakıldığında, bu “gazeteci”lerin, gazetecilik alanı içerisinden, yani yaptıkları haberler ya da gazetecilik etiğine aykırı hareketlerinden, değil de mafyatik ilişkiler üzerinden köşeye sıkıştırılması gayet normal. Çünkü bu insanların yaptığı iş gazetecilik değil, muhatapları da gazeteciler değil. Nasıl ki, mafya elindeki şiddet aracıyla birtakım menfaatler peşinde koşuyorsa, gazeteci olarak anılan bu parti komiserleri de ellerindeki gazete ve televizyon gibi araçlarla belli menfaatlerin peşinde koşuyor.
Bu nedenle, öncelikle, bu isimleri gazeteci olarak anmayı bırakmalıyız. Bu isimlere, yaptıkları işlere göre iş takipçisi, propaganda memuru, arabulucu vb. birçok isim bulunabilir. Gazeteci sıfatı, mafya babasının kendisine iş adamı demesi gibi asıl iş tanımını gizleyen bir işlev yüklenir ancak bu isimler için…
Veyis Ateş, siyasi ilişkileri üzerinden zengin olmaya çalışan vasıfsız bir iş takipçisinden başka bir şey değildir. Şansına “gazetecilik” düşmüştür. Kendini bir bakanlıkta bürokrat ya da iktidar kontrolündeki bir şirkette yönetici de bulabilirdi. Onun hikâyesi AKP’nin kurduğu medya düzenini oldukça sarih bir şekilde özetlemekte. Adını hak eden bir gazetecilik alanını kurmak için bu ibretlik hikâyeleri tek tek kayda geçip, buradaki isimleri hiçbir şekilde unutmamamız gerekiyor.