Memetcan Demiray
Ve Sergen tekrar aramızda!..
Reklam yıldızı, yarışma jürisi, futbol yorumcusu, iflah olmaz "kumarbaz", gece hayatının hızlı ismi... Türkiye onu her haliyle çok sevdi. Çünkü ne yaparsa yapsın, rahat ve içtendi. Oysa teknik direktörlük öyle mi? Başarı hırsı ve politika girdabında Sergen Yalçın'ın "sıkılması" ya da "çaresiz kalması" kaçınılmazdı. Ve beklenen oldu, "gamsız adam" (!) sonunda istifa etti.
Doğu ile Batı arasına sıkışmış bizim gibi "modernleşme" toplumlarında samimiyet ve politika gibi kavramlar hep karıştırılır. Komşu ziyaretinde örneğin, sevmediğimiz bir yemeğe bile "Harika!" dememiz gerekir. Yoksa ev sahibi alınacaktır. Gerçek kanaatimiz ise o kişinin "arkasından" beyan edilir! Hiç o kısıra nar ekşisi gitmiş midir?! Zaten bulgurlar da katur kuturdur, çiğdir! Böylece iki yüzlülük "nezaket", gıybet ise "siyaset" haline gelir.
"Tokum!" diye ikramımızı geri çeviren bir Batılıya çok şaşırmamız da bundandır. Hele hele "Bu çorbanın tadını pek beğenmedim" diyorsa fena!.. Yoksa bizi sevmemiş midir? Meseleyi derhal kişiselleştirir, alınırız. Çünkü "sıcak ilişki" dediğin yapmacık güler yüz ve bol keseden övgü demektir. "Eleştirel" cümleler ise ancak sevilmeyen birine edilir ki bu manada bardaktaki suyun bile yerin dibine sokulabildiği "Yemekteyiz" tarzı programlar, ülkenin adeta bastırılmış benliğidir!
'KOŞMAYI SEVMİYORUM!'
Mamafih zor zanaattır açık sözlülük... Cesaret kadar öz güven de ister. Bundan olsa gerek, her türlü vıcık vıcık ilişkinin tam ortasında yaşar, bir türlü "samimi" olamayız. Ve tıpkı çorbamızı beğenmediğini söyleyen Batılı gibi, açık sözlüleri "kaba" bulur ama aynı zamanda onlara içten içe hayranlık duyarız. Bu ikilem, toplumdaki maskeli baloya ve "politik doğru"lara uymayan herkes için geçerlidir. Ama son 30 yıla bakıldığında herhalde Sergen Yalçın, o "sivri dilli"lerin en sempatiğidir!
19 yaşında toy bir delikanlı olarak hayatımıza giren Sergen, sadece kusursuz "10 numara" meziyetleriyle değil, aynı zamanda at yarışı tutkusuyla da adından söz ettiriyordu. İşin ilginci, bu hobisini reddetmiyor, "saf ve temiz" genci oynamıyordu. Dönemin "Televole"lerine verdiği demeçler de bunun kanıtıydı. Bazen futboldan sıkıldığını, bazen de koşmayı sevmediğini söylüyordu. Farklı bir pırıltısı vardı bu çocuğun... "Önümüzdeki maçlara bakacağız" diyen futbolcu prototipinden çok farklıydı. Ve sonunda yönetimle sorun yaşayacak, altyapısında yetişip 6 yılda efsaneleştiği Beşiktaş'tan 1997'de ayrılmak zorunda kalacaktı.
SAMİMİ BEŞİKTAŞLI, GERÇEK PROFESYONEL
Sergen'in bir sonraki durağı, Cem Uzan'ın transfer şovlarıyla ünlü İstanbulspor'du. Ama kulüp batma noktasına gelince soluğu bu kez Fadıl Akgündüz'ün Siirt JetPA'sında alacaktı! Ne acayip bir kariyer çizgisi... Derken Fenerbahçe'de bir şans bulacak ama orada da işler istediği gibi gitmeyecekti. Gece hayatıyla ünlü Sergen, o günleri hafiye misali peşine takılan kulüp yetkilileri ve başkan Aziz Yıldırım'ın soyunma odası baskınlarıyla hatırlayacaktı.
2000 yılında Galatasaray'a giden Sergen, Fatih Terim'le yeni bir sayfa açıyor, üstelik Hagi'li takımın "yedek 10 numarası" olmasına rağmen yeniden parlıyordu. Ertesi sezon Siirt JetPa tarafından Trabzonspor'a kiralanarak "dört büyüklerin tamamında forma giyen ilk futbolcu" unvanını kazanacaktı. Bir erkek için "takım değiştirme"nin büyük suç olduğu bir ortamda bu büyük bir hadiseydi. Oysa Sergen'e bordo-mavi de yakışmıştı. Çünkü o, daha sonra aynı kaderi yaşayacak Burak Yılmaz gibi giydiği her formayı öpüp koklamıyor, sadece kazancına bakıyordu. Şov yapma yeri kulisler değil, saha içiydi. Ve hangi formayı giyerse giysin o, samimi bir Beşiktaşlı olduğunu hiç gizlememişti.
REKLAMLARIN ARANAN İSMİ
Sergen'e kariyerinin ikinci altın çağını ise Mircea Lucescu yaşatacaktı. Önce Galatasaray'da Sergen'den istediği verimi alan Rumen hoca, daha sonra onu yuvasına geri götürecek ve Beşiktaş'ın hem 100. yıl şampiyonluğu, hem de Avrupa kupası başarılarında pay sahibi yapacaktı. Böyle bakıldığında Sergen'in futbolculuk macerası mutlu noktalanmıştı. "Ben yetenekli biriyim, bu yüzden antrenman yapmama gerek yok" cümlesi de yeşil sahalara yadigâr kalmıştı.
Sonraki yıllarda onu "Yetenek Sizsiniz Türkiye"nin "hayırcı" jürisi ve futbol yorumcusu gibi renkli "rollerde" görecektik! "12-13 yaşında gençler İddaa oynuyor, ne tavsiye edersin?" sorusuna "Almanya liginden uzak durun!" diye cevap veriyor ve sosyal medyayı yine sallıyordu! Saflıkla iç içe bir dürüstlük... Başının tatlı belasıydı!
2010'lara gelindiğinde Sergen, tüm şekerliğiyle reklam filmlerinin aranan ismiydi. Bir alışveriş sitesi tanıtımında "Kızlar, ben koşsam Barcelona'da oynardım!" diye kendisini tiye alıyor, hatta bir bira reklamında (yine kızlarla!) "doğruluk ve cesaret"i anlatıyordu! Kripto paralardan kamu spotlarına, Sergen her yerdeydi! Çünkü samimiyetin ne kadar prim yaptığını en iyi reklam camiası bilirdi.
BAŞARI HIRSI VE ŞAMPİYONLUK
Ama teknik direktörlük yok mu?!.. Gittiği her takımı önce şaha kaldıran Sergen, sonra nedense düşüşe geçiyordu. Belki sebatkâr değildi; belki yine çabucak sıkılıyordu bizim maymun iştahlı!.. Milli Takım'ın Kanada kampına faksla yarış bülteni (!) temin eden birinden söz ediyoruz! Belki aklı hâlâ atlardaydı.
Derken 2020'de Beşiktaş'ta şans bulacaktı. Fakat bu kez sanki bir şeyler farklıydı. Sergen de artık "herkes gibi" saha kenarında agresif tavırlar sergiliyor, kötü sonuçlarda suçu hakeme atıyordu. Kamuoyunun pek tanımadığı, "politik" biriydi bu... Başarı hırsı ve entrika dolu futbol endüstrisi galiba sonunda onu da esir almıştı. Ama işin ucunda kariyerinin ilk şampiyonluğu varsa her şey mubah sayılmaz mıydı? Sonuçta Sergen de etten ve kemikten bir insandı. Ve hiç kimsenin ummadığını başaracak, kısıtlı kadroyu +1 averajla da olsa şampiyon yapacaktı. Bir kez daha taraftarın kahramanıydı, omuzlardaydı. O artık adıyla sanıyla Ali Rıza Sergen Yalçın'dı!
HAYAT KISA, ATLAR KOŞUYOR!
Maalesef "peri masalı" uzun sürmeyecek, tarih tekerrür edecekti. Yeni sezonda transferlere rağmen peş peşe yenilgiler alan Sergen'in suyu ısınıyordu. Hem belli ki o da başarıya doymuştu. Canlı yayında açık açık "Bu takım nasıl düzelir, bilmiyorum!" diyor ve hınzırca gülümsüyordu! Tamam, işte tanıdığımız Sergen buydu! Hayatı tiye alan o haşarı çocuk, Youtube'da "gülme garantili" videoların kahramanı geri gelmişti! Ama otoriter başkanların, "kurt hoca"ların, ateşli taraftarların dünyasında böyle barınılamazdı ki... Demek ki şimdi istifa vaktiydi.
Hafta içi Beşiktaş'taki görevine veda eden Sergen Yalçın, belki camiasına Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu (!) yaşatamamış ama damakta hoş bir başarı tadı bırakmıştı. Tıpkı futbolculuğundaki gibi...
Aynı gün Türkiye, Ali Babacan'ın "bar ziyareti"ni konuşuyor, "eski bir siyasal İslamcı'nın seküler yaşam tarzıyla teması"ndaki "samimiyeti" sorguluyordu. Herkesin "en kalbi duygularla" sevdiği bir ülkede politikacı tüccar, tüccar stokçu, stokçu ev hanımı, ev hanımı da "vatan haini"ne dönüşmüştü. Kimse göründüğü gibi değildi.
Oysa gece kulüplerinde, hipodromlarda, televizyon stüdyoları ve reklam setlerinde Sergen Yalçın için eğlence daha yeni başlıyordu. Hayat kısaydı, atlar koşuyordu.