Tuğçe Küçük
TÜRK MİTOLOJİSİNİN ‘KUTSAL ANA’LARI
Göçebe yaşayan Türklerin doğa ile sınırlı ancak uyum içerisinde sürdürdükleri hayatlarında Tanrısallık ve kutsallık henüz erilleşmemiş, bu imgeler doğurganlık yönüyle doğa ile özdeşleştirilen kadına ‘kadın-ana’ figürleri ile atfedilmiştir. Göçebe Türklerin kültüründe kadının rolünü Türk mitolojisi içerisindeki kadın-ana mitosları üzerinden okumak mümkündür.
Yer ve gök yoktu. İnsan, bitki, hayvan yoktu. Yalnız ve yalnızca derin, kapkaranlık sular vardı. Yaratıcı Ülgen bir kuşa dönüşerek uçsuz bucaksız suyun üzerinde uçmaya başladı. Denizin derinliklerinden gelen ses Ülgen’e yaratma ilhamı vererek yeniden suyun derinlerine döndü.
Siyasal sistem, iktidar ilişkilerinin yanında toplumsal ve kültürel süreçlerden de etkilenerek şekillenir. Siyasal olanın toplumsal bir tabanı olduğu fikri bizleri; ritüel, davranış, ayin, mitoloji, din, kültür, aile, cinsiyet, rol, vb. yapı, süreç ya da kurumların dolaylı olarak da olsa siyasal sistemi etkilediği düşüncesine ulaştırır. Öyleyse mitoloji için de toplulukların siyasi, kültürel, toplumsal yapılanmaları hakkında ipuçları veren anlatılar demek hiç yanlış olmaz. Toplumların kendi varlıklarıyla dünya arasındaki ilişkiyi anlamlı kılmak arayışıyla mitleri ürettikleri değerlendirmesi düşünüldüğünde de mitoslar destansı anlatılar olmanın ötesine geçerek pekâlâ toplumların hafızası rolü oynayabilir.
Öyleyse bu tartışmaların ışığında Türk mitolojisinde önemli ölçüde öne çıkan ‘kadın’ ve ‘ana’ figürlerine bakarsak, göçebe Türklerin toplumsal yapılanmaları, siyasal sistemleri, kültürleri içerisinde kadının nasıl bir konuma sahip olduğuna dair çıkarımlarda bulunabiliriz.
İlkel toplum içerisinde kadının statüsü
Türklerin göçebe yaşam biçimleri, doğa üzerinde hakimiyet kurmadan ve doğayı bir tüketim nesnesine çevirmeksizin doğa ile bütüncül ve eşitlikçi bir yapısal ilişkiye tekabül etmekteydi. Türkler toplumsal örgütlenmelerini doğa üzerinde tahakküm kurarak değil kendilerini doğanın bir uzantısı gibi var ederek inşa etmişlerdi. İşte bu doğa ile bir aradalık kadının doğa ile özdeşleştirilmesinin yolunu açarak kadını mitlerde yer alan ‘kutsal ana’ figürüne yerleştirmekteydi. Türk mitolojisinde kadın, Türklerin doğa ile kurdukları sınırlı ancak uyumlu olan ilişkinin bir yansıması olarak özellikle doğurganlığın simgesel tezahürü olan ‘analık’ figürü ile öne çıkmaktaydı. İlkel toplum içerisinde statü sahibi olan kadın için bu statünün kaynağı doğa ile özdeşleştirilmesinden gelmekteydi.
Türk mitolojisinin kutsal kadın figürleri
Göçebe yaşayan Türklerin yer bağı geliştirmiş olmaması mitolojik karakterlerini de toprağa bağlı olmamak suretiyle ürettiklerini göstermektedir. Türk mitolojisinin figürleri yer-yurt sınırı olmayan, topraktan bağımsız bir düzlemde yer almaktadır.
Örneğin Türk mitolojisinde yaratıcılık ile özdeşleşen, Deniz Tanrıçası Ag Ene (Ak Ana) toprakta değil suda yaşar. Ak Ana, asıl yaratıcı olarak kabul edilmiştir. Yeri, göğü ve insanları yaratan tanrı Ülgen'e yaratma gücünü veren de odur. O, hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek yaşam döngüsünü başlatmıştır.
Suda yaşayan Ak Ana’nın Ülgen’e yetki vermesi (ve tabi Ülgen’in ‘erkek’ cinsiyle özdeş tutulması) kadının sembolik işlevine dair önemli bir ipucu sunar. Bu örnek Türklerin kadına siyasal-dinsel bir anlam atfettiğini gösterir niteliktedir. Bu da Şamanist inanç ile birlikte ‘kam’ adıyla anılan Şaman rahiplerinin kadınlardan oluşmasını destekler mahiyettedir.
Türkler, eski dillerinde kadın-kamlara “utagan” (udagan) demişlerdir; ve bu, Türklerin ateş kültüyle doğrudan ilgilidir. Od Ana da Türk mitolojisindeki Ateş Tanrıçası’nın adıdır. O, bütün ocakların ve ateşlerin koruyucusudur.
Anlatılara göre Ateş Tanrıçası Od Ana, dokuz ateş ırmağının kavşağında dokuz köşeli bir bakır evde yaşamaktadır. Kırmızı ipekten bir kaftan giyer, uzun kızıl örgülü saçları vardır, al bir kısrakla dolaşır. Od Ana yedi oğul sahibidir ve oğullarının yedisi de ateş tanrısıdır. Od Ana’ya bağlı koruyucu ruhlar yani Od İyeleri vardır, tanrıça kendine bağlı bu iyeleri, her evdeki, çadırdaki ocaklara ve yanan ateşlere koruyucu ruh olarak göndermektedir. Mitolojide yanan ocak ve ateş kutsal bir yere sahip olduğu için Ateş Tanrıçası aslında tüm insanların koruyucusu olarak kabul edilmektedir.
Şamanlar tarafından, Ateş Tanrıçası Od Ana’ya şöyle dua edilir;
‘Sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun. Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun.’
Kadınla sembolize edilen kutsallık
Deniz Tanrıçası Ak Ana figüründe olduğu gibi Ateş Tanrıçası Od Ana’da da görülüyor ki Türk mitolojisinde kadın-ana imgesi varoluşu anlamlandıran bir simgeselliğe yerleştirilmiştir. Bu figürler kadınla sembolize edilen bir tanrısallığa işaret etmektedirler.
Sonuçta göçebe yaşamın doğa ile uyumlu toplumsal örgütlenmesi içerisinde tanrısallık ve kutsallık henüz erilleşmemişken, yaratıcı ve doğurgan olarak kutsallaşan kadın miti Türklerin hayatında yerleşik yaşama geçene kadar önemli bir rol oynamıştır. Türklerin dinsel yapılarında söylem olarak gelişen ‘kutsal ana’ imgesi, onların doğa karşısında edilgen bir durumda olduklarının farkında olmalarına dair önemli bir kanıt oluşturur.