Sadakatsiz nelere kâdirmiş!

Kanal D’de ekrana gelen Sadakatsiz, erkeğin karısını aldatmasını hoş görmese de buna tolerans gösteren geleneksel ataerkilliğin, hâlâ tamamen tedavülden kalkmamış olmakla birlikte yine de artık eskisi kadar etkin olamadığı bir toplumsal-kültürel bağlamda, kadının kocasına “kısasa kısas” sadakatsizliğini hak sayan bir içeriğe seyirciyi çekmeyi başardı. Bu elbette ataerkil statükonun bekçilerini ziyadesiyle rahatsız etmiş görünüyor. Bu yüzden de diğer pek çok dizide âlâsı karşımızda olan ilişkiler bahane edilerek kıskaca alınmaya çalışılmakta o…

Türkiye’de muhafazakâr ikiyüzlülük en çok bazı dizilere yönelik beliren ve “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirten pratiklerde çarpıcı berraklıkla kendini gösterir. Bu bakımdan birkaç örneği daha önce tartışmaya açmışlığım var. Şimdi en son Kanal D’de seyre sunulan Sadakatsiz dizisine yönelik reflekslere baktığımda da böyle bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

Yedi haftadır yayındaki, İngiliz dizisi Dr. Foster’dan uyarlama Sadakatsiz’le ilgili geçtiğimiz haftalarda şu haber gündeme geldi: Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), “evlilik dışı ilişkileri normal gibi gösteren”, “çocuk ve gençleri olumsuz yönde etkileyecek rol modeller oluşturan” dizinin yayınlandığı Kanal D’ye idari para cezası uygulanmasını kararlaştırdı.

Elbette devletin “namus-bekçisi” sansür aygıtına bu kararında dayanak oluşturan bir toplumsal zemin de hiç yok değildi. Sosyal medyada diziyle ilgili ve “ahlâki değerlere zarar verdiği” iddiasıyla şikâyet kampanyaları başlatılmış ve RTÜK’e çağrılar yapılmıştı. Kurum da bu durumdan derhal vazife çıkararak cezayı basmış görünüyor.

Şimdi gelelim, muhafazakâr mı dersiniz, gelenekçi mi dersiniz, ahlâkçı mı dersiniz artık, şu muhteşem iki yüzlülüğe: Böylesi kitlesel şikayetlere konu olan dizi, yayına girdiği ilk haftadan itibaren reyting sıralamasında zirvede. AB ve ABC 1 grubu izlenme oranlarında birinci, Total’de ise hamaset fantezisi Kuruluş Osman’la başa baş ikinci sırada.

Şu benim necip milletim!

Elbette bu (bir zamanların çok popüler bir klişesi olarak) ne izlediği sorulunca “Hep belgesel hep belgesel!” derken belgeselcileri mesleği bırakma noktasına getirmiş ikiyüzlülüğümüze de çok benzer bir durum. Necip milletimiz, “Bu ne ahlâksız edepsiz iş böyle, ne örf-âdet ne aile-anane ne de din-iman dinliyorlar, böyle dizi olmaz olsun” diye serzenişte bulunuyor ama ekrandan da gözlerini alamayıp 32 kısım tekmili birden diziyi harıl harıl seyrediyor.

Bu bakımdan aklımda kalan çarpıcı bir diğer örneği de burada paylaşayım: 2014 yılında yayında olan ve pek çok eril zihinde yaygın pastoral-erotik “köylü kızı” fantezilerini tatlı tatlı istismar eden komedi dizisi Güzel Köylü, ramazan ayında Nihat Hatipoğlu hocamızın Sultan Ahmet şovunu reytingde hallaç pamuğu gibi atmıştı. Yani bir yandan diziye yönelik “Tövbe Tövbeee” diye söylenirken öte yandan Bismillah deyip iftar açtıktan sonra seyrine bakıyordu milletimiz Güzel Köylü’nün…

O zamanlar da demiştik, tekrar edelim: Hay Allah iyiliğini versin şu bizim muhafazakâr ikiyüzlülüğümüzün!..

Aileye değil, ataerkilliğe tehdit asıl hoşnutsuzluk nedeni

Ancak sadakatsiz söz konusu olduğunda bu ikiyüzlülüğe biraz daha analitik yaklaşınca işin içinde başka iş mi var diye sormamak da elde değil.

Bir kere dizinin “evlilik dışı ilişkiyi özendirdiği” gerekçesiyle cezalandırılması akıllara ziyan hatta komik derecede saçma, çünkü bu gerekçeyi genel-geçer işlerliğe sokarsanız ortada dizi kalmaz. Bu, kurgu endüstrisinin köküne kibrit suyu dökmek olur. Seyircinin kaykıla kaykıla izlediği hemen her televizyon dizisinde az ya da çok, dozunda ya da abartılı böyle ilişkiler var ve adına da “aşk” denilmekte!..

Aynı doğrultuda dizinin “çocuklara ve gençlere olumsuz rol modeller oluşturduğu” gerekçesi de diğer pek çok dizi açısından geçerli. Ayrıca dizinin başında zaten şiddet-korku ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerdiğine ilişkin uyarı var. Sadakatsiz ta en baştan diyor ki benden ahlâk timsali olmamı da beklemeyin, çocukları da mümkün mertebe uzak tutun.

Dolayısıyla ben bu gerekçelerin bahane olduğunu düşünüyorum. Sadakatsiz’e tepki, örf-âdet, ahlâk-ananeden öte bir “dinamik”ten kaynaklanıyor kanımca.

Sadakatsiz, geleneksel aile değerlerine değil, geleneksel ataerkillik değerlerine tehdit oluşturduğu için hedef tahtasında asıl!..

Aldatılan kadının intikam resitali

(Dikkat: Bundan sonra spoiler!)

Kocası tarafından aldatılan, üstelik bu aldatılma bir grup ortak arkadaşlarının iş birliğiyle “organize ve sistematik” kılınmış; yani hem kocasının hem de dost bildiklerinin ihanetine uğramış bir kadın var Sadakatsiz’de. O, bu tür kurgularda genelde karşımıza çıktığı üzere melek timsali bir masumiyetle boynu büyük ve cezayı Allah’a havale edercesine tevekkül üzere resmedilmek yerine, kendisine ihanet edenlerin tümüne yönelik “kısasa kısas” bir intikam resitali sergiler halde seyre sunuluyor.

Ve bizler, bu buz gibi kadını ve yapıp ettiklerini izlerken ondan yana bir ruh hali ve motivasyon içinde oluyoruz. 

Sadakatsiz, erkeğin karısını aldatmasını hoş görmese de buna tolerans gösteren geleneksel ataerkilliğin, hâlâ tamamen tedavülden kalkmamış olmakla birlikte yine de artık eskisi kadar etkin ve bıçkın ol(a)madığı bir toplumsal-kültürel bağlamda, kadının kocasına “kısasa kısas” sadakatsizliğini hak sayan bir içeriğe seyirciyi çekmeyi başarıyor. Bu da elbette ataerkil statükonun resmi/sivil bekçilerini ziyadesiyle rahatsız etmiş görünüyor.

Bu yüzden olsa gerek, diğer pek çok dizide de âlâsı karşımızda olan ilişkiler bahane edilerek kıskaca alınmaya çalışılmakta o.

Can çekişen erkeklik, acınası erkekler

Hikayemizde kalbinin sesini dinleyerek yaşadığı büyük şehirden âşık olup evlendiği adamın memleketi Tekirdağ’a göç etmiş bir çocuk annesi Doktor Asya’yı (Cansu Dere), onu memleketinde çocukluktan tanıdığı arkadaşlarının da çanak tutmasıyla aldatan kocası Volkan’ı (Caner Cindoruk) bu sadakatsizliği 3’le çarpacak şekilde kocasının en yakın arkadaşıyla aldatırken izliyoruz: Kendisinin Volkan’a sadakatsizliği, bir; kocasının en yakın arkadaşı Mert’in (Erdem Vurdem) Volkan’a sadakatsizliği, iki; ve Mert’in, onunla birlikte Volkan’ın Asya’yı aldatmasına çanak tutanlardan olan karısı Bahar’a (Yeliz Kuvancı) sadakatsizliği, üç…

İşte sanırım ahlâk madrabazlarını en çok rahatsız eden nokta, kocasının kendisini aldatmasına adeta ateş topu gibi ve sadakatsizlikte çarpan etkisi yapacak şekilde karşılık veren Asya’nın en çok sevilen, izlenen ve “benimsenen” karakter olması. RTÜK kararında belirtilen “istenmedik rol model”e karşılık gelen karakter de olsa olsa Asya. Çünkü dizide diğer karakterler onun yanında bir hayli gölgede kalıyor.

Hele erkeklerin, dolayısıyla erkekliğin esamisi hiç okunmuyor. Sadakatsiz’de erkekler hâlâ güç-kudret timsali gibi ortada dolaşsalar da esasen güçsüz, aciz, çaresiz, zavallı ve acınası halde resmedilmekteler.

Dizi içten içe, alttan alta bize can çekişmekte olan, artık kâğıttan kaplan olmaktan öteye gitmeyen bir ataerkillik anıştırmasında bulunuyor.

Asmalı Konak’tan Sadakatsiz’e, köprülerin altından akan sular

Peki, ortalama seyircinin ataerkil kültürel kalıp ve koşullanmalar düşünüldüğünde böylesi sindirilmesi zor bir içeriği alımlama noktasına gelmiş olması nasıl açıklanabilir?

Öyle ya, 2000’ler başında Asmalı Konak dizisinde maço bir kocanın hem fiziksel şiddetine maruz hem cinsel zevkine köle hem de yanı başında evlilik dışı ilişkisine (alenen ve meşru mahiyette) şahit kadın temsilinin üstelik en çok kadınlar nezdinde kurguda rağbet gördüğü günlerden yaklaşık 20 yıl sonra bugün eril sadakatsizlik karşısında bedel ödeten kadın temsilinin ortalama seyirci tarafından benimsenmesine varmış bulunuyoruz.

Post-endüstriyel tüketim kapitalizmi aşamasında erkek/lik karşısında gerek meslekî gerek malî gerek idarî gerekse de “iradî” açıdan denklik, hatta öncelik elde etmiş kadın ve kadınlık halleri dünya sinema ve dizi-film endüstrisinde hanidir hayal inşasında önemli bir girdi teşkil etmekteydi. Belki denilebilir ki bu ülkede de kurgusal karşılık bulacak şekilde hayatın içinde fark edilir, hissedilir bir “veri” artık bu.

Sadakatsizleştiremediklerimizden misiniz?!

Öte yandan yine bu ülkede aile kurumunun karşı karşıya kaldığı sarsıntı, modern-seküler ve dindar-muhafazakâr hiç fark etmeksizin evliliklerin dikiş tutmaması ve boşanmaların olağanlaşmasıyla ilişkisel, etkileşimsel ve titreşimsel çerçevede bir değerlendirme de bu bağlamda açıklık-anlaşılırlık sağlayabilir.

Eskiden, özellikle kadının ekonomik kısıtları ve erkeğe bağımlılığı ile de doğru orantılı olarak evlilikte norm ve beklenti “bir yastıkta kocamak”tı. Bugün ise evlenirken nikah defterine imza atmadan önce “boşanma sözleşmesi”ne imza atmak giderek normal-olağan hale geldi. Yani ileride olası bir boşanma durumunda kim ne alacak, bunu ta en başta bilme ve kayıt altına alma ihtiyacı mevzubahis artık.

Demek ki evlilikler, boşanma ile muteber ve o yüzden evlilik fuarları yanı sıra “Elveda Aşkım!” sloganıyla işlerlik kazandırılan “boşanma fuarları” bile var dünyada. Tabii küresel-dijital sosyal medya çağında bunların bu ülkede de hemen her kesim üzerinde kültürel farkındalık ve etki yaratacak şekilde yankıları olmakta.

Sonuçta galiba, “Boşanıyorum, o halde varım” diyebilenlerin, özellikle kadınlar olarak, çoğaldığı bir dünyada bu topraklarda da hepimize deyiş yerindeyse “Sadakatsizleştiremediklerimizden misiniz?” diye seslenen bir kurmacanın ilgi görmesini yadırgamamak gerekiyor.

O yüzden yasaklamanın da cezalandırmanın da ne size ne memlekete bir faydası var efendiler! Anlamaya çalışın, anlamaya!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi