Memetcan Demiray
Rektörüm, memleket nire?
Barış Manço 1992'de yayınladığı meşhur şarkısında "hemşehriciliği" eleştiriyor ve bir tür dünya vatandaşlığını savunuyordu. Evrensele ulaşma telaşı tüm insanlığı sararken Türkiye'nin de kırsallıktan kurtulup "modernleşeceği"ni umduğumuz yıllardı. Nereden bilebilirdik ki tam 29 yıl sonra en prestijli üniversitelerimizin bile "yerelliğe" savrulacağını?!..
Bizim gibi en az dört-beş kuşaktır İstanbul'da yaşayan insanların en büyük sorunudur "Nerelisin?" sorusunu cevaplamak... Zira "İstanbul" desek karşı tarafı tatmin etmeyeceği gibi hemen ardından "Aslen nerelisin?" cümlesini beraberinde getirecektir. Yanıt bir Çankırı, Rize ya da hiç değilse bir Bilecik içermediği müddetçe yok hükmündedir ve hatta kimileri, affedersiniz Rum kökenli (!) olduğumuzu bile düşünecektir!..
Nitekim o yıllarda "Mega Manço" albümünü yayınlayan Barış Manço da bu duruma tepkisini "Hemşerim Memleket Nire?" şarkısında dile getirmiştir. "7'den 77'ye" programıyla uzak diyarları gezen ve farklı kültürleri ülkemize tanıtan Manço, "Bu dünya benim memleket" derken "Zaten paramparça bölünmüş ve yaşanmaz olmuş dünyamız. Daha fazla kesip bölmeye hiç gerek yok" diye eklemektedir.
NEREDE O ESKİ 'KIRO'LAR?
1990'lar aynı zamanda "kıro", "maganda" ve "hanzo" gibi kavramların günlük dilde çok yaygın kullanıldığı bir dönemdir ve bu üç kavram arasında ciddi ton farkları vardır. Hanzo örneğin, biraz daha düşük IQ'ya veya düpedüz cehalete işaret ederken magandalar hayli zengin ve akıllı türkücüler olabilir. Ama maalesef kendileri eril şiddet gösteren, gayet kaba saba kişilerdir ve en büyük hobileri "hayat arkadaşları"nı dövmektir! Gözünüzde canlandı mı?!..
Kıroların ise aslen çevrelerine bir zararı olması gerekmez. Onlar kırsal geleneklerinden kopamamış, dolayısıyla kent yaşamında sırıtan, ılgıt ılgıt Anadolu esintileridir. Hor görülen, "bey" yerine "efendi" diye hitap edilen kapıcılardan beyaz çorapla BMW kullanan iş insanlarına kadar birçok kesim, zamanında kolayca bu kategoriye dahil edilmiştir.
Ama her üç kesimin de ortak özelliği, dönemin hâkim kültür atmosferinde beğenilmemesi, "kötü örnek" gösterilmesi ve hatta duruma göre kınanması, dışlanmasıdır. 90'ların "Grup Vitamin" şarkıları, dizileri ve gazete haberleri bunun sayısız örneğiyle doludur.
'MÜSLÜM'DEN DUBLE YOLLARA...
Özal sonrası Türkiye'nin alametifarikası olan bu ikili yapı, ilk bakışta büyük sosyolog Ferdinand Tönnies'in "cemaat - cemiyet" ayrımına da gayet uygun gibidir. Zira bir tarafta artık kentlileşmiş, iyi eğitim almış ve "toplum" olabilmiş bir kesim vardır. Diğer taraf henüz köydeki değerlerine göre yaşamakta ve "hemşehricilik"le ayakta durmaktadır. Dolayısıyla "kentleşme" arttıkça bu iki kesim kaynaşacak, toplum daha homojen olacaktır.
Nitekim 2000'lerde süratle dikilen gökdelenler, siteler ve AVM'ler bu büyük barışın adeta müjdecisidir. Aynı dönem Müslüm Gürses pop şarkıları "okumaya" başlamış ve sosyetede kabul görmüş; Eminönü'nde burun kıvrılan lahmacun, Bodrum'un "beach club"larında "brunch menüleri"nin aranan "fast food"u haline gelmiştir. Bir ülkenin "halkı" ve "elit"leri duble yollarla birbirine doğru ilerlemektedir!
'KALİTE'Yİ FESLİ DAYILAR BELİRLİYOR!
Oysa sonrasında yaşananlar Tönnies'in öngörülerine ve "kara kaplı"ya pek uymaz. Evet, yaşanan "betonlaşma" bir tür "kentleşme" gibi duruyordur ama maalesef bu "kent" Viyana ve Paris'ten ziyade, kendi kırsalını yeniden üreten Bağcılar ve Sultanbeyli'dir! Lüks rezidanslardaki "helal garsoniyer"lerin, altın varaklı tuvaletlerin ve "tuğralı Doblo"ların temsil ettiği bu tuhaf kentte artık "elit"lerin sesi kesilmelidir.
Şimdi kadına şiddet sıradanlaşacak, küfür ve hakaret dış politikadan TV şovlarına kadar her yerde "norm" olacaktır. Dışlanma sırası sanata, felsefeye ve "kaliteli" olan her şey gelmiştir ki "kalite"nin ne olduğunu da kafasında fesle sokakta "Osmanlı şehzadesi" alkışlayan birtakım “dayılar” belirlemektedir! Toplumsal barışın tek yolu, bu "ortalama"ya riayet etmektir.
BİR OY TOPLAMA ARACI: FUTBOL ATKISI...
Şanslıyız ki "uyumlanma" konusunda çok hünerli liderlerimiz var! "Manevi değerlere saygı" yarışına giren muhalif siyasetçiler, seçim meydanlarında o ilin futbol takımına ait atkılarla boy gösteriyor, 2000'li yıllarda "hemşehricilik" oynuyor, rol çalmaya çalışıyor. "Aslı" dururken de kimse bu "kötü kopya"lara teveccüh göstermiyor. Demek ki "ortalama"nın gönlünü kazanmak için "inşallah"lar, "maşallah"lar ve sürekli renk değiştiren kaşkoller yetmiyor.
Bilakis, sonunda o "ortalama", ülkenin en seçkin üniversitelerine üzerinde il plakası taşıyan futbol formalarıyla giriyor. Çok tersiz vesselam! "Dünya vatandaşı" olma hayaliyle çıktığımız yolun sonunda evrensel yerele doğru sürükleniyor!
Güney Koreli yazar Cho Nam-Joo, "Kim Jiyoung, 1982'de Doğdu" adlı yeni romanında ülkesindeki çok önemli bir sorunu inceliyor ve teknolojik olarak en üst düzeye çıkmalarına rağmen neden hâlâ geleneksel kadın rollerini kıramadıklarını sorguluyor. Demek ki bazı toplumları, kendine özgü yasalarla "anlamak" gerekiyor.
Eh, zaten Tönnies'in lügatinde de "kıro", "hanzo" ve "maganda" gibi kavramlar bulunmuyor!..
Melih Bulu resimaltı: TFF 3. Lig'den Tokatspor'un başkanı Ufuk Akçekaya, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Melih Bulu'ya forma hediye ederek ülkenin akademik iklimine katkıda bulundu!
Siyasiler - atkı resimaltı: Her gittiği ilin futbol takımına ait atkıyı takmak Türkiye siyasetinde yazılı olmayan bir "hemşehricilik" kuralı...