Süreyya Su
Reggae: Bir İsyan Müziği
Bob Marley’in müziğinin dünya ölçeğinde başarı kazanmasının nedeni, şarkılarının ritme değil melodiye dayanmasıdır. Şarkı sözleri sömürgeciliğe karşı çok sert öfke ve nefreti ifade etse de müziği her zaman hoş bir tınıya sahiptir. Aynı kalipsocular gibi Marley de reggae ile mesajını kıvrak bir nakarat ya da neşeli bir temponun arkasına saklamayı beceriyor ve Batılıları nedametle dans ettiriyordu!..
Kamçının şaklayışını her duyduğumda
Kanım donuyor
Köle gemisinde
Hatırlıyorum ruhumu nasıl insanlıktan çıkardıklarını.
(Bob Marley and the Wailers, “Catch a Fire”)
Reggae’nin tarihi bir köle gemisinin Afrika’dan Karayipler’e gelmesiyle başlar. 1492’de Kristof Kolomb, Yeni Dünya’yı keşfe önce Batı Hint Adaları’ndan başladı. Daha sonra bölge hızla Avrupalılar tarafından sömürgeleştirildi ve başta şeker olmak üzere birçok hammadde buradan karşılandı. Sömürgecilik Batı Hint Adalarının nüfus yapısını hızla değiştirdi. Egemen azınlığı oluşturan (nüfusun ¼’ü kadar) Avrupalılardan başka Afrika’nın Batı Sahili’nden zorla getirilerek şeker plantasyonlarında çalıştırılan siyah köleler buraların yeni “yerlisi” oldu.
1600’lerde sömürgecilerin şeker üretimine başlamasıyla birlikte Afrika’dan Karayiplere kölelerin getirilmesi de başlamıştır. Sömürgeciler şeker üretimini arttırmak üzere büyük plantasyonlar kurdular. Bunun sonucunda ürünü ekip biçmek için daha fazla işgücüne ihtiyaç doğdu. Bu ihtiyaç köle ticareti ile karşılandı. İlk önce Portekizliler Afrika’nın Batı Sahili’ni istila ederek köle toplamaya başladı, ama daha sonra İngilizler köle ticaretini ellerine geçirdiler.
Batı Hint Adaları’ndaki şeker plantasyonlarında çalıştırılmak üzere getirilen Afrikalıların çoğu aslında başka Afrikalılar tarafından Batılı sömürgecilere satılmış kölelerdir. Bu insanlar ya kabile savaşlarında esir düşmüş ya da Arap köle tacirleri tarafından kaçırılmışlardı. Bu köleler Avrupalılara teslim edildikten sonra hemen gemilerin dar ambarlarına istifleniyor ve birbirlerine zincirleniyorlardı. Gemiler Batı Hint Adaları’na vardıklarında, köleler limanda hayvanlar gibi sıraya dizilerek açık arttırmayla satılıyorlardı.
Köleliğe karşı direniş
Plantasyonlara götürülen köleler, içlerinden malikânede çalışacaklar seçildikten sonra gruplar halinde “çalışma kampları”na götürülüyorlardı. Birçok köle plantasyonlarda yeni koşullara ve iklime uyum döneminde ölüyordu. Kölelerin ölümüne, dizanteri, çiçek hastalığı ve tetanos gibi hastalıklar ile depresyon ve umutsuzluk gibi yaşama isteksizliğine neden olan karamsar duygular neden oluyordu.
Hayatta kalanlara ağır baskı ve işkence uygulanıyor, hırçın ya da itaatsiz olarak görülen köleler kırbaçlanıyordu. Kaçmaya teşebbüs edenler, diğer kölelere gözdağı vermek için aleni olarak asılıyor ve cesetleri çürüyene kadar asılı kalıyordu. Yine de, uygulanan sıkı denetim ve şiddete rağmen kölelerin çoğu direniyorlardı. Batı Hint Adaları’nda köleliğin ilk yıllarından itibaren güçlü bir direniş geleneği de başlamıştır.
- yüzyıldan itibaren Batı Hint Adaları’nın birçoğunda sık sık köle isyanları olmuştur. Bunların büyük kısmı hemen bastırılmış ve liderleri idam edilmiştir. Ama bir Fransız sömürgesi olan Saint Dominique’de 1792’de, yani Fransız Devrimi’nden iki yıl sonra çıkan bir isyan bir köle devrimine dönüşmüştür. Saint Dominique’deki kölelerin isyanı, kendisi de bir kölenin oğlu olan ama öğrenim görüp özgürlüğüne kavuştuktan sonra küçük bir toprak sahibi olan Toussaint L’Ouverture’ün liderliğe geçmesiyle organize bir direniş hareketine dönüşür. Toussaint, Fransız ordusu tarafından yakalanıp sürgüne gönderilse ve sürgünde ölse de kölelerin direnişi devam eder. Çünkü kölelerin de artık düzenli bir ordusu vardır. Sonunda, Fransız sömürgeciler yenilgiyi kabul eder ve 1 Ocak 1804’te Karayiplerin ilk bağımsız siyah devleti olarak Haiti Cumhuriyeti kurulur.
Batı Hint Adaları’ndaki son büyük siyah isyanı Jamaika’da olmuştur. 1831’de siyah bir Hıristiyan rahibin önderliğindeki köleler İngiliz sömürge güçlerine karşı ayaklanır. İsyan, ayaklanan bütün kölelerin İngiliz askerleri tarafından katledilmesiyle sona erer. Ama bu isyan, daha sonra İngiliz sömürgelerinde köleliği yasaklayan yasanın kabul edilmesini sağlayacaktır. 1834’te İngiltere köleliği kaldıran yasayı kabul etti ve yüzbinlerce köle özgürlüğe kavuştu.
Lâkin, eski köleler için hayat koşulları pek değişmedi. Kölelere özgürlükleri karşılığında ucuz işgücü olmaları öneriliyordu. Eski acımasız köle sahipleri bu sefer karşılarına yeni acımasız işverenler olarak çıkıyordu. Siyah vatandaşlar doğal olarak tarlalarda çok düşük ücretler karşılığında çalışmak istemiyorlardı. Eski köleleri plantasyonlarda tekrar çalışmaya mecbur bırakmak için, yeni bir sömürgecilik girişimi olarak özellikle siyah insanların hayatını olumsuz yönde etkileyen yüksek vergiler getirdiler. Bunun sonucunda 1865’te yine bir siyah Hıristiyan rahibin önderliğinde bir isyan çıktı. Rahip yakalanarak isyanın diğer elebaşlarıyla beraber asıldı. İsyan bastırıldı ama direniş hep devam etti ve 1962’de Jamaika da bağımsızlığını kazandı.
İsyanın sesi
Politik olarak özgürlük kazanılsa da, toplumsal olarak köleliğin izleri hiç silinmedi. Jamaika bugün bile kökleri eski plantasyon sistemine kadar giden toplumsal ve ekonomik sorunlarla uğraşıyor. Jamaika’da yoksulluk, işsizlik, ırksal ve sosyal eşitsizlikler geçmişte olduğu gibi devam etmektedir. Ülkeyi artık beyazlar yönetmese de, “açık tenliler” yönetiyor. Ticaretin büyük kısmına Çinliler, Araplar ve Hintliler hâkim. Onlar, kölelik kaldırıldıktan sonra şeker plantasyonlarında çalışmaları için getirilen çok sayıda Hintli ve Çinli’nin torunları. Batı Afrikalı kölelerin torunları ise çoğunlukla ya vasıfsız işlerle geçimlerini temin ediyorlar ya da işsiz geziyorlar. Siyahlarda işsizlik oranı çok yüksek bir seviyede ve birçok aile yoksulluk sınırının bile altında yaşıyor. Böylesi bir derin yoksulluk kaçınılmaz olarak, özellikle gençler arasında, öfke ve nefreti besliyor. Jamaika’daki siyah nüfus için kölelik döneminden beri değişen pek bir şey yok. Nitekim, kölelik ve onun farklı biçimleri her zaman var olmaya devam ettiği için, Jamaika’da isyan ve direnme geleneği de farklı biçimlerde devam etti.
İsyan ve direnmenin farklı ifade biçimlerinden biri müziktir. Müzik, Yeni Dünyanın bütününde kölelerin kederlerini, acılarını ve öfkelerini ifade ettikleri bir araçtır. Diğer taraftan kökenleriyle bağlarını da müzik aracılığıyla korumuşlardır. Bu bakımdan davulun özel bir önemi vardır. Köleler Afrikalı davul geleneklerini muhafaza ederek, Afrika ritimlerini sürekli belleklerinde taze tutarak kaybettikleri özgür dünyalarının anısını canlı tutabilmişlerdir. Bunu yaparken, Avrupa’nın müzik ve dans türlerini kendi estetik beğenilerine göre uyarladılar. Köleler, çalıştıkları tarlaların ve yetiştirdikleri ürünlerin sahibi olmasalar, hatta kendi bedenlerinin sahibi bile olmasalar da ruhlarının ve duygularının sahibiydiler. Afrika ritimlerini katarak Avrupa müzik ve dansını temellük etmişler, onları kendi duygularının bir ifade aracına dönüştürmüşlerdir.
Böylece, Karayip müziği de Afrika ve Avrupa müzik geleneklerinin bir araya getirilerek yapılan sentez olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde dünyada pek çok kimsenin severek dinlediği caz, blues, soul, reggae gibi müzik türleri Afrika ve Avrupa’ya ait müziklerin ve duyguların sentezlenmesiyle ortaya çıkmıştır. O neşeli ve mutlu melodi ve ritimlerin gerisinden, dikkatle dinlenecek olursa, kölelerin ve onların torunlarının acılı ve öfkeli sesleri, “isyanın sesi” duyulabilir.
Reggaenin özellikleri
Batı Hint Adaları’ndaki bütün müzik türleri melodiden çok ritme dayanır. Bir Trinidad müziği olan kalipso veya Küba müziği, Afrika ritimleri ile Avrupa melodilerinin sentezidir. Küba ve Trinidad müziğinde olduğu gibi reggae de büyük oranda ritme dayanır. Reggae, birçok yönden Karayiplere özgü diğer müzik biçimlerine benzer. Tıpkı kalipso ve Küba müziği gibi, reggae de Afrika ritimleri ile Avrupa melodi ve armonisinin sentezinin bir ürünüdür.
Ayrıca, Amerika’dan çıkan blues, soul ve caz; Jamaika’dan çıkan reggae ve Trinidad’dan çıkan kalipso gibi türlerin hepsi Afrika’ya özgü “çağrı ve cevap” örüntüsünü kullanır. Afrika müziğindeki çağrı-cevap örüntüsünde, biri bir dize söyler, diğerleri de nakarat bölümünü söyleyerek ona cevap verir.
Jamaika’da isyanların çoğu Hıristiyan din adamlarının önderliğinde gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda pek çok köle özgürlüklerine kavuştuktan sonra Anglikan kilisesine bağlı olmayan Baptistler ve Metodistlerin kiliselerine katıldı. Bu kiliseler köleliğin kaldırılmasında önemli roller oynamıştır. Ayrıca ayinlerinin geleneksel Afrika ritüellerine benzemesi bu kiliseleri köleler ve torunları için cazip kılmıştır. Özellikle Baptist kilisesinde ayine katılanlar kilise korosunun söylediği ilahilere eşlik etmekle kalmayıp dans ederler. Bu durum, köleler için Hıristiyan ayinlerine Afrika’ya özgü çağrı-cevap örüntüsünü yerleştirmeyi kolaylaştırmıştır. Cemaat üyeleri, sessizce oturup vaizi dinlemek yerine verdikleri cevaplarla vaaza katılabilmekte ve ibadetin aktif bir parçası olabilmektedirler. Böylece vaiz de cemaatin ruh halini yönetebilmekte ve insanların duygularına tercüman olabilmektedir.
Bu dinî özelliklerin izine reggaede de rastlanabilir. Vaiz ve cemaati arasındaki ahlakî konularda karşılıklı sohbet, İncil’deki hikâyelere göndermeler reggae müziğinde de kullanılır. Musa’nın ıstırap çeken Yahudileri kölelikten kurtarmak için Mısır’dan çıkardığı hikâye reggae müzisyenleri ve dinleyicilerince çok sevilir.
Bütün bu dinî, Avrupa ve Afrika kökenli müzikal öğeler reggaeyi etkilemiştir. Bunların yanında adada Hıristiyan ve geleneksel Afrika inançlarından çok farklı başka bir dinî akım daha vardır. Bu, Rastafaryan kültürüdür. Rastafaryan inancının reggae için büyük önemi vardır.
Rastafaryan inancı
ve Bob Marley
Rastafaryanlar, 1930’da Ras Tafari’nin (Prens Tafari) son Etiyopya İmparatoru olması sonrası ortaya çıktı. Rastafaryan, Prens Tafari yanlısı demektir. Jamaikalı bir siyah hakları savunucusu olan Marcus Garvey’in şöyle bir kehaneti vardı: “Kurtuluş günü yaklaştığında, siyah bir kral taç giydiği zaman Afrika’ya bakın.” Ras Tafari’nin taç giyerek tahta çıktığı haberi Jamaika’ya ulaştığı zaman, adada kurtuluş gününün yakın olduğu ve Afrika’ya göç etmek için hazırlıklara başlanması gerektiği algısı oluştu. Jamaikalı Rastafaryanlar ona Yahudilikten aldıkları “Jahweh” (Tanrı) unvanı verdiler. Ona kısaca “Jah” diyorlardı. Jamaikalı siyahlar onu bir kurtarıcı, Mesih olarak görüyordu. 21 Nisan 1966’da Jamaika’yı ziyaret ettiğinde “Jah”ı karşılayan coşkulu kalabalığın arasında Bob Marley de vardı. Daha sonra, 1975’te söylediği “Jah Live” adlı şarkıda şöyle diyecektir:
Aptallar içlerinden şöyle diyorlar:
Rasta Tanrın öldü,
Ama ben ve kendim Jah’ı biliyoruz. Jah!
Korkunç, korkunç olacak ve korkacaklar.
Jah yaşıyor! Evet çocuklar!
Jah yaşıyor!
Rastafaryanların çoğu vergi ödemeyi ve “Babil” adını verdikleri rekabetçi ticari dünya için çalışmayı reddederler. Bunun yerine “vaat edilmiş topraklar”a gidecekleri günü beklerler. Bazıları özlemle Afrika’ya geri dönecekleri günü beklerken, bazıları “Babil ile mücadele etmek, yani yaşadıkları dünyadaki koşulları değiştirmek gerektiğine inanırlar. Reggae müzik üzerinde etkileri büyük olan Rastafaryanlar saçlarını örerek uzatır ve hem Afrika’yı hem de bir kutsiyeti simgelediği gerekçesiyle Etiyopya bayrağının kırmızı, yeşil ve sarı renklerini tişört ve berelerinde taşırlar.
Reggae, Rastafaryan inancını daha geniş kitlelerce tanıtıp yaymıştır. Bob Marley reggae müziğini dünyaya tanıtırken Rastafaryan mesajlarını da duyurmuştur. Bob Marley reggaenin alamet-i farikaları olan Etiyopya renklerinde kıyafetler giyiyor ve saçlarını örerek uzatıyordu. Öfkeli şarkı sözlerinde ise toplumsal eşitsizlik ve ırkçılık konularını işledi. Bob Marley dünya çapında ilk reggae yıldızı oldu.
Ama bu başarı Marley için sorunlar yarattı. Ünü başına bela açtı ve politik güdümlü şiddetin hedefi oldu. 1977’deki bir suikast girişiminden sonra can güvenliği tehlikede olduğu için Jamaika’dan ayrılmak zorunda kaldı. Ancak o artık dünyaca ünlü bir rock yıldızı olarak anılıyordu. Bob Marley’in konserleri büyük heyecan yaratıyordu. Marley’in müziğinin dünya ölçeğinde başarı kazanmasının nedeni şarkılarının ritme değil melodiye dayanmasıdır. Şarkı sözleri sömürgeciliğe karşı çok sert öfke ve nefreti ifade etse de müziği her zaman hoş bir tınıya sahiptir. Aynı kalipsocular gibi Marley de mesajını kıvrak bir nakarat ya da neşeli bir temponun arkasına saklamayı beceriyordu. Bob Marley, Batılıları nedametle dans ettiriyordu.
Kölelerden göçmenlere
1950’lerden 1960’ların ortalarına kadar İngiltere’de bir göç patlaması oldu. Bu göç patlaması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin işgücü ihtiyacının bir sonucuydu. Daha önce Batı Hint Adaları’ndaki plantasyonlarda şeker üretimi için çalıştırmak üzere köle getirtildiği gibi, 1950’lerde de İngiltere işgücü ihtiyacını karşılamak için kölelerin torunlarını göç etmeye teşvik etti. Çünkü yapılması gereken bütün işleri yapmaya yetecek sayıda İngiliz işçi yoktu. Her ne kadar kendilerine vasıflı ve yarı vasıflı işler verileceği vaadinde bulunulsa da, İngiltere’ye geldiklerinde bu insanlara İngiliz halkının pek yapmak istemediği işler sunuldu. Kendilerini içinde buldukları kötü ortamda, önerilen her işi yapmaya mecbur kaldılar.
Göçmenler, büyük kentlerin çevre bölgelerine yerleştiler. Buralara yerleşmelerinin birkaç nedeni vardı: Yabancısı oldukları ve genellikle kendilerine düşmanca davranılan bir çevrede işsiz ve parasız oldukları için aralarında dayanışmaya ihtiyaçları vardı. Irkçı önyargıları olan pek çok ev sahibi evlerini göçmenlere kiralamak istemiyorlardı. Bununla beraber, göçmenlerin çaresizliklerinden yararlanmak isteyen vicdansız ev sahipleri de vardı. Bunlar, kentlerin çöküntü bölgelerindeki virane evlerine olabildiğince fazla göçmeni tıka basa doldurmakta bir beis görmüyorlardı. Harap haldeki odalara fahiş fiyatlar çekip göçmenlerin ödeyebileceği en yüksek kiraları istedirler.
Irkçılık, ayrımcılık, düşük ücret, kötü işler, döküntü evler ve sefaletle karşılaşan göçmenler onurlarını korumak için kökenlerine sığındılar. Batı Hint Adaları’ndan gelenler İngiltere’ye Karayip kültürünü de taşıdılar. Kültürel bagajlarında müzik de vardı: reggae, kalipso, blues, ska, vs… Jamaika müziğinin beyaz dinleyici kitlesinin ilgisini çekmesi ancak 1960’lı yılların sonlarında mümkün oldu. 1970’lerin ortalarında reggae, rock ve pop dinleyicilerinin ilgisini çekmeye başladı. Beatles ve Rolling Stones gibi gruplar ile Paul Simon gibi müzisyenler bazı şarkılarında reggae ritimlerini kullandılar. Derken, 1974’te Eric Clapton’ın “I Shot the Sheriff” uyarlamasının bir numaraya kadar yükselmesiyle, Bob Marley’e ait şarkının orijinali birçok rock dinleyicisinin ilgisini çekti.
Batılı müzik severleri hedefleyen büyük bir reggae piyasası hızla gelişti. Rastafaryan inancına özgü düşüncelere rağmen reggae dünyada her halktan genç tarafından sevildi. Çünkü bu bir isyan müziğiydi. Batı toplumlarında sadece başka ırk ve renklerden değil, beyaz birçok genç de, yoksulluk, güvencesizlik ve umutsuzluk içinde. O yüzden, “Babil ile mücadele etmeye”, yani dünyayı değiştirmeye çağıran, kötülüğe, şiddete, ayrımcılığa, savaşa karşı isyan çığlığı atan her ses gibi reggae de gençler tarafından dinlendi ve onun sesine eşlik edildi. Reggae ve Bob Marley bir isyanı öfkeli bir neşeyle dile getirip, seslendirdi.