Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

ORHAN VELİ’Yİ DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI

Orhan Veli’nin hayat hikayesi anlatıyor ki nice kıymetli sanatçılar gibi onun da değeri ölümünden sonra anlaşılmıştı... Zorluklar, imkansızlıklar bir yana o zamanlar hak ettiği değeri görmeyen Orhan Veli’nin kaleminden bugünün en güzel İstanbul şiirlerinden biri, ironinin en güzel örnekleri çıkmıştı… Geçtiğimiz günlerdeki doğum günü, Orhan Veli’yi bir kez daha hatırlamak, çabasını anlamak için vesilemiz olsun…

1914'te doğdum. 
1 yaşında kurbağadan korktum. 
2 yaşında gurbete çıktım.
7'sinde mektebe başladım
9 yaşında okumaya, 
10 yaşında yazmaya merak sardım. 
13'te Oktay Rıfat'ı, 
16'da Melih Cevdet'i tanıdım. 
17 yaşında bara gittim. 
18'de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim. 
19 yaşında sonra avarelik devrim başlar. 
20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti. 
Çok aşık oldum, hiç evlenmedim.

Şimdi askerim.

Muvaffak Sami Onat'a gönderdiği mektubunda böyle anlatmıştı yaşamını Orhan Veli… Hayatındaki belki de ilk kilometre taşı Ankara Erkek Lisesi’nde Oktay Rifat ve Melih Cevdet’i tanıması olmuştu. Benzer ilgilere sahip üç arkadaş ortak edebi zevkleri doğrultusunda lisede dergi çıkarmaya başlamışlardı.  Bu dergi için destekçilerinden biriyse hocaları Ahmet Hamdi Tanpınar’dı… Orhan Veli’nin kısacık ömrüne kattığı Oktay Rifat ile Melih Cevdet onun hayat boyu yol arkadaşları olmuştu… 

36 senelik ömrünü farklı edebi dönemlere ayırabileceğimiz kadar değişim ve gelişim içinde geçirmiş, durmadan yeniyi aramış, üretmiş olan Orhan Veli için Oktay Rifat “Orhan Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle atbaşı geldi.” ve “Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı.” demişti.

Tesadüfi Dostluk

Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde devam eden Orhan Veli bir taraftan da Galatasaray Lisesinde dersler veriyordu. Ancak 1936’da lisans eğitimini yarıda bırakıp Ankara’ya dönmeye karar vermişti. Ankara’da bir süre memur olarak çalıştı.  Orada ucuz bir pansiyonda kirayı paylaşabilmek için bir oda arkadaşı ile birlikte yaşadı. Odasını paylaştığı kişiyle nadiren karşılaşıyorlardı, arkadaşı gece çalışıyor ve gündüz uyuyor, Orhan Veliyse gündüz çalışıyordu. Memur olan Orhan Veli bir akşam tesadüfen oda arkadaşını sahnede dinledi. Bomonti’de sahne alan oda arkadaşından çok etkilenmişti hatta ona fırsatını bulursan mutlaka yurtdışına git orada kıymetin anlaşılır demişti. Odasını paylaştığı arkadaşı Deniz ve Mehtap, Her Akşam Vodka Rakı ve Şarap şarkılarıyla bugün de akıllarda olan Danio Moreno’nun ta kendisiydi. Sonraki yıllarda Paris’te birçok filmde oynamış, sayısız şarkı yazmış ardında kalıcı eserler bırakmış olan Moreno ile ürettikleriyle Türkiye’yi aşmış şair Orhan Veli’nin paylaştıkları bir pansiyon odası bu dostluğa vesile olmuştu.

Şiirin Garibi

1936 yılında şiirlerinin Varlık Dergisinde yayınlanmasının ardından aşk, özlem, çocukluk anıları gibi temaları işlediği şiirleri dönemin popüler kültür-sanat dergilerinde yer almaya başlamış ve böylece Orhan Veli kitlelerce tanınır olmuştu. Bu şiirleri onun kendine has üslubunu bulmaya başladığı ilk şiirlerdi…

Neden liman diyince

Hatırıma direkler gelir

Ve açık deniz diyince yelken?

Mart diyince kedi,

Hak diyince işçi

Ve ihtiyar değirmenci

Allaha inanır düşünmeden?

Ve rüzgarlı havalarda

Yağmur iğri yağar?

(İnsan, 1938)

1941 yılında Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile çıkardıkları Garip adlı şiir kitabı Türkiye’deki şiir geleneği için yepyeni bir sayfaydı. Bu yeni anlayışa göre, şiirin dili, sokağın dili olacaktı. Bu doğrultuda aruz ölçüsü, hece ölçüsü, edebi sanatlar şiirden atılmalıydı ve toplumsal olan her şey şiirin konusu olmalıydı. Onlar; halk dilinde, yalın, ölçüsüz şiirler, günlük hayatın içinden konularla hicivsel ve mizahi unsurlar kullanarak şiire bambaşka bir renk getirmişlerdi.

Cep delik cepken delik

Yen delik kaftan delik

Don delik mintan delik

Kevgir misin be kardeşlik

(Yeni Dergi,1951)

Orhan Veli Garip için yazdığı önsözünde hece ölçüsü ve uyağın şiiri yozlaştırdığını, şiirin kalıplaşmış öğelerden, şairanelikten uzaklaşıp halkın çoğunluğunun anlayabileceği düzeye getirilmesi gerektiğini anlatmıştı. Bunu yapmak da şiire her yönüyle değişim getirmekle olacaktı.  

Yeniyi inşa etmek için eskinin karşısında duran Orhan Veli, aruz ölçüsüyle şiirler yazan, toplumsal konularla ilgilenmeyen şair Ahmet Haşim’in “Göllerde bu dem kamış olsam.” dizesine karşılık,

Şiir yazıyorum

Şiir yazıp eskiler alıyorum

Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Şiirini yazmıştı… Onun dizelerinde eski şiiri alaya alan bir tavır vardı.

Nazım Hikmet’in mahkumiyetine karşı protesto

Bir taraftan eleştiriler diğer taraftan övgülerle karşılanan Garip akımı hakkında Nazım Hikmet ‘Klasikler, kendi devirlerinin yenilik taraftarlarıdırlar.  Kendi devirlerinde yenilik getirmemiş hiçbir sanatçı, sonradan klasik olmamıştır. Yeniliğin tutması da şart elbette. Bana öyle geliyor ki Orhan Veli, bilassa Orhan Veli, klasiklerimizden olacaktır zamanla.’ demişti. Nitekim Garip akımı (birinci yeni)  Türk şiirinin mihenk taşlarından olmuştur.

1950’ ye kadar Ankara’da çeviri çalışmalarına, siyasi, sosyal, edebi konularda yazılar kaleme almaya devam etmişti Orhan Veli. 1949-1950 yılları arasında Yaprak Dergisinin öncülüğünü yapmıştı. Yayın hayatına yirmi sekiz sayı devam edebilen Yaprak Dergisinin son sayısını çıkarabilmek için Abidin Dino’nun kendisine hediye ettiği tabloları bile satmıştı. O yıl Yaprak Dergisi kapanınca İstanbul’a geri dönmüştü. Ve yine aynı yıl düşüncelerinden dolayı mahkum edilen Nazım Hikmet’in özgürlüğü için Melih Cevdet ve Oktay Rıfat ile birlikte açlık grevi yapmışlardı. Bu düşünce özgürlüğü hareketi Garip akımı şairlerini bir anda Nazım Hikmet gibi ‘vatan haini(!)’ yapıvermişti. Bunun üzerine Garip şairleri, bu konuda yazılar yazmaya devam ederek tepkilerini sürdürmüşlerdi. Bu konudaki duruşlarını ifade eden yazılardan biri Orhan Veli’nin kaleminden Yaprak dergisinde yayınlanmıştı:

“Bugün Av­ru­pa’da ta­nı­nan bir tek şa­iri­miz var: Nazım Hik­met. O da bize rağ­men ta­nı­nı­yor. Biz, ‘Aman kimse duy­ma­sın!’ di­yo­ruz. Ama fay­da­sı yok; duy­muş­lar. Nazım Hik­met’i bize, onlar kabul et­tir­me­ye ça­lı­şı­yor­lar. Adını, le­hi­mi­ze değil, aley­hi­mi­ze kul­la­nı­yor­lar. Bizi, büyük şa­ir­ler ye­tiş­ti­ren bir mil­let ola­rak değil, büyük şa­ir­le­ri ha­pis­ler­de sü­rün­dü­ren bir mil­let ola­rak ta­nı­tı­yor­lar.”  

Bu işte doktor beyler çok geç kaldılar

1950 yılının Kasım ayında bir haftalığına bulunduğu Ankara’da kazı çalışması için açılmış bir çukura düşen Orhan Veli, İstanbul’a döndüğünde arkadaşının evinde fenalaşmıştı. Alkol zehirlenmesi teşhisi ile tedavisi başlamıştı ancak 14 Kasım 1950’de beyin kanaması sonucu girdiği komadan bir daha uyanmadı… Şüpheli görülen ölümü üzerine otopsisi yapılan Orhan Veli’nin çukura düştüğünde başını çarpmasıyla beyin kanaması geçirdiği anlaşılmıştı. Yanlış tedavi sonucu hayatını kaybeden arkadaşı için Halim Şefik ise bu dizeleri yazmıştı…

“Morgda açılınca kafatası

Doktor beyler; beyin gördüler

İndirince ten kafesine neşteri

Doktor beyler yürek gördüler

Yürekte ne gördüler dersiniz

Yürekte memleket gördüler

Dünya gördüler

Bir de dost gördüler

Ama bu işte doktor beyler

Doğrusu geç kaldılar

Çok geç kaldılar”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi