Soluğun sonsuza kadar yaşadığı söylenir. Sözlerin, mırıltıların sonsuzluğa soğuyarak uçtuğu. Boşluklarda da sessizleşmediği hatta. Katman katman öteki hatırâlarla gök haritasında gezindiği.
Tanrı'ya nöbetlerimde, 'var mısın?' diye soruyorum. Rabbin âlemlerin rabbî olduğu düşüncesine teslim olmuş kırgın kalbimle. Allah'a kalbimi yaşatan soluğum kadar inanıyorum.
Ömrüm oldukça hep şunu düşüneceğim: Vahşi gençliğin o konuşkan-suskun solukları ner'de? Hangi gök haritasında? İnancı arkadaşları arasında alay konusu olmuş ben: ‘Allah'ım bugün Şeytan'a mı çalışıyorsun?’ diyebiliyorum. İyi ki bu sırrı cennete getireceğim.
A'bim, Veli'nin oğlu Orhan Veli Kanık'ın "Lakırtılarım" şiirine benzetti şiirimin ilk halini. Birinci Yeni ve Cumhuriyet’ten konuştuk. her devrimin memnuniyetsiz şairlerinin olacağı klişesinden, klişelerle. Ben, delikanlı Cumhuriyet kahrı ile Garip Veli'nin kahrını birbirine benzettim. Rakı uygarlıkmış…
Nisan şiirini, afalladığım bir an kurgularken buldum kendimi. Avuç içime üfledim ve nefesimin uzaklaştıkça yörüngelerle soğuduğunu anladım. Çocukluktan kalma bir bilgiyi de anlama atınca, tornavidalarla şiire giriştim.
*
gök ses dolu konuşmaktan
akşamdan birikmiş griliğe
bugün söylenenler
günlerden arda kalanlar
bir kuş sesi olsa
konuşmak için
gak bile olur
bir dal kıpırtısı rüzgâr uğultusu
ölü kadar soluğum, sonsuz boşluğa ait
yokmuşum gibi yaşantı seslerini dinliyorum
kiraz çiçeklerine yağan nisan yağmurunu
dünyaların dönmediği şu kıyınç odasında.
Levent Karataş / Nisan 2015 / Acıbadem
(Son Görüş / Düş Ülke Yayınları / 2017)