Modern Sanattan Çağdaş Sanata

Sanat ne bir nesnedir ne de bir güçtür; o yaratıcı tekâmül içinde aktüel ve virtüel imgelerin sürekli yeniden karşılaşmasıyla meydana gelen oluşların akışıdır; o yüzden asla ele avuca gelmez, tam kıskıvrak yakalandığı anda dönüşerek kaçar.

Ancient Hands, Stencil Paintings, Rio Pinturas Canyon, Cave of the Hands, Patagonia, Province of Santa Cruz, Argentina

Modern zamanların en önemli krizlerinden biri de “tinsellik” krizidir. Kriziydi demiyorum, çünkü hâlâ devam eden bir kriz. Bu krizi ilk teşhis edenler ve tedavi yolları önerenler Marx, Weber, Nietzsche, Husserl, Heidegger oldu. Var daha başkaları; çağdaşlarımıza kadar uzar bu liste. Ama hepsinde ortak olan mesele, Tanrı dünyadan elini çektikten ve egemenliği akla bıraktıktan sonra, kutsalın ve dinselin zayıflamasıyla ortaya çıkan maddi uygarlığın sertliğini neyin yumuşatacağıydı ki bu soru güncelliğini ve gündemdeki önemini koruyor. Bu meseleye kafa yoran filozof ve düşünürlerin çoğu çarenin sanat olduğunu söylediler.

Aslında sanat, paleolitik çağdan bu yana insanın “tinselliğinin” ifadesi olmuştur. İlk kez taşı yontarak kurmaya başladığı uygarlığın sertliğini sanatla yumuşatmıştır insan. Mağara duvarlarına yapılan resimler sadece büyüsel değil, aynı zamanda tam olarak modern anlamıyla sanatsaldı. Paleolitik çağda da insanların duvarlara çizdikleri resimlerin burjuva evindeki tablolarla aynı amaca hizmet ettiğini söyleyebiliriz: dekorasyon… Mağara resimleri, hem bir av büyüsü, hem yaşadıkları mağarayı güzelleştiren bir süs, hem de yaşadıkları hayatın kahramanlığını anlatan bir sanattı. İnsanlık taşın sertliğini sanatla yumuşatıyordu.

Uygarlık sürecinde sanat

Yaban hayattan uygar hayata insan aletle değil, sanatla geçti. Alet asıl olarak teknolojik bir şeydir, ama sanat tinselliğin aracıdır. İnsan arzularını, sorularını, düşüncelerini, hayallerini, umutlarını, dünyayı nasıl gördüğünü ve anlamlandırdığını sanatla ifade eder. O yüzden insan, tinselliği dinden önce sanatla kurmuştur. Din bir çerçevedir veya bir tablo; Heidegger’in deyişiyle bir dünya resmi… Oysa sanat bir görüdür (görme yetisi ve görülen dünya). Din, dünyayı belli bir yerden görme biçimiyken, sanat dünyayı farklı yerlerden ve başka gözlerle görme biçimidir. Din için dünya yaratılmış bir yer, sanat için yaratılan bir yerdir. Bu yüzden insanlığın başında önce iç içeyken, insan doğadan ayrıldıkça din ve sanat da birbirinden ayrılmış ve birbirine karşıt hale gelerek diyalektik bir ilişki kurmuşlardır.

Uygarlık sürecinde iktidarın belli bir yerde, yani devlette toplanması ve gönüllü itaatin sağlanması için aşkınlık içkinliğe tercih edilince, başka bir deyişle öteki dünya bu dünyadan yüce sayılınca din de devletin bir aygıtı olarak kurumsallaştı ve sanatı kendine tâbi kıldı. Tinsellik, dinselliğe indirgendi. Ta ki insanlık yeniden doğuncaya kadar; Rönesans… Rönesansı belli bir yerde ve belli bir zamanda ortaya çıkan bir kültürel olayın adı olarak sınırlamak eleştirel tarih anlayışı bakımından pek doğru değil. Avrupa-merkezci bir tarih okumasıdır o. Oysa dünyanın farklı yerlerinde ve farklı zamanlarda Rönesanslar olmuştur. Tüm Rönesansların ortak özelliği dünyevileşme ve hümanizmdir. Böylece, sanat dinden bağımsız bir tinselliğin kuruluşu için işe koyulmuştur.

Modern dünyada sanat

“Her çağın kendi ‘tinsellik’ tasarısını yeniden üretmesi gerekir” diyor Susan Sontag.[1] Modern çağın tinselliği Kartezyen kesinlik ve apaçıklık ilkelerinden mistik muğlaklık ve kapalılık ilkelerine doğru bir dönüşüm geçirdi.  Tinsellik, tasarılar ve adlandırmalardır; insanlık durumunda içkin olan sancılı anlamsal çelişkileri çözmeyi ve kendinin bilincine varmayı amaçlayan zihinsel edimlerdir.

Modern zamanlarda, tinselliğin kuruluşu için en etkili yordam sanattır. Modernliğin başlangıcında apaçık hale getirilmeye çalışılan dünyanın ortaya çıkarılan gerçekliğinin acı ve sıkıntısı hissedilmeye başlayınca yeniden bir gizemlileştirme ihtiyacı duyulur oldu. Fark edildi ki dinin egemenliğindeki eski dünyada sanat aslında inançtaki çelişkilerin ve din adına şiddetin acısının üstünü örtmeye yarayan, onları kutsallığın halesinin ardına saklayan bir gizemlileştirme biçimiymiş. Gotik sanatın yüceliğinin ardında Skolastik felsefenin bağnazlığının, Barok sanatın görkeminin ardında engizisyon ve sömürgeciliğin saklandığı gibi… Burjuva sanatının da sanayileşmenin getirdiği sınıf çelişkilerini, kalkınma yarışının neden olduğu savaş tertiplerini saklaması amaçlanıyordu. Tarihin sonunun ilan edildiği sırada burjuva toplumunun içinden ama onu ve onun sanatını olumsuzlayan modernizm hareketi, bir gizemsizleştirme çabası olarak ortaya çıktı.

Modernizmi oluşturan avangard sanat hareketleri içinde bir görüş, Hegel’in felsefesine dayanarak, sanatı kendini-bilme peşinde giden insan bilincinin ifadesi olarak ele alır. Daha çok Nietzsche’ye dayanan diğer bir görüş de, sanatın bir ifade biçimi olduğunu reddederek, onu bir yıkma ve yeniden yaratma gücü olarak ele alır. Öte taraftan sanat bilincin kendini ifade aracı olarak görülmese de, Apolloncu özellikleri yerine Dionysoscu özellikleri öne çıkarılarak bilinçdışının bir ifade aracı haline getirilir. Bunların yanında modernizmi oluşturan hareketler içinde algı ve duygu süreçlerini araştıran bir boyut da vardır. Ama bütün hareketlerin ortak yönü, akla karşı, topyekûn akılsallaştırılmış bir dünya tasarımına karşı bir iradeyi yansıtan bir sapkınlık ve sınır aşımıdır.

Sanatın durumları

Negatif teolojinin Tanrı’nın ne olduğu sorusu yerine ne olmadığı sorusuyla ilgilenmesi gibi, modern sanat da neyi gördüğümüzle veya neyi duyduğumuzla değil, neyi görmediğimiz veya neyi duymadığımızla ilgilenmektedir. Böylece sanatın konusu gittikçe temsil edilemez olana doğru genişlemekte, edebiyat anlatılamaz hakkında konuşmaya, müzik sessizliği dinletmeye, resim figürün dışındaki boşluğu göstermeye, fotoğraf karanlıkta olanı göstermeye, sinema hareketten bağımsız zamanı göstermeye çalışmaktadır. Böylece sanat nesneyi terk ederek kavrama yönelmekte ve belli bir niyetle değil olumsallıkta yapılmaktadır.

Bugün sanatın suç ortaklıkları sadece sanat tarihi değil, toplum bilimleri alanlarında yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır. Öyle ki bazen sanatçının niyetlerinden bağımsız olarak sanat suça ortak olmuştur ve bugün hâlâ sanat, iktidar odaklarıyla yaptığı gizli işbirlikleriyle bazen sanatçıyı da kandırabilmekte, ona tuzak kurarak suça bulaştırmaktadır. Sanat, bir gizleme, gizemlileştirme aracı olarak iktidarın ve sermayenin suçlarını aklamak için işlevselleştirilmekte, bir yandan seçkinlerin bir temayüz aracı olarak kullanılırken diğer yandan kitlelerin gözünü aldatan bir illüzyon olarak da kullanılabilmektedir. Ama bunlara rağmen sanat, yaratıcılığından gelen, her zaman genç karakterine ait eleştirel, isyankâr, karşı koyan gücüyle avangard ruhuna bağlılığını sürdürmekte ve iktidarı rahatsız etmektedir.

Bu nedenle sanat, her zaman ele geçirilmesi, tâbi kılınması gereken bir nesne, terbiye ve kontrol edilmesi gereken bir güç olarak görülmektedir. Ama sanat ne bir nesne ne de bir güç olduğu için kendisine yapılmaya çalışılan müdahalelere direnebileceği imkânları her zaman bulur veya yaratır. Evet, sanat ne bir nesnedir ne de bir güçtür; o yaratıcı tekâmül içinde aktüel ve virtüel imgelerin sürekli yeniden karşılaşmasıyla meydana gelen oluşların akışıdır; o yüzden asla ele avuca gelmez, tam kıskıvrak yakalandığı anda dönüşerek kaçar.

Bu uğurda sanat kendini ret bile edebilir; en zor anında karşıtına dönüşebilir ya da “yapmamayı tercih ederim” diyebilir. İronist bir tembellikle sadece bir oyun oynayabilir veya aylakça gezintilere çıkarak etrafta bulduğu hazır nesneleri toplayabilir. Yanlış bir hayatta doğruyu aramak, kendisi için iyi olana bağlanmak için estetikten, dolayısıyla güzelden uzaklaşmayı tercih edebilir. Sahte bir güzellik ve iyiliğe hizmet etmek yerine, bazen çirkinliğe ve kötülüğe adanmak tüm değerlerin değersizleştiği bir dünyada ruhunu kurtarmak için gerekli olabilir.

Modern sanat ve çağdaş sanatta görülen, bazen tembellikle, yapıt üretmeden, bazen de estetik olarak olumlanan her şeyin karşıtını üreterek ortaya konan anarşist tavır ve kinik eleştiri iktidar, sermaye, piyasa ve toplumdan oluşan bütüne karşı direnmenin estetiğidir.


[1] Susan Sontag, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, s. 50

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Su Arşivi