Tayfun Atay
‘Millî yargı’, Führer’ler yaratır
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve hukukçu Mehmet Uçum’un sözleriyle Nazi Almanyası’nın Adalet Müşaviri ve Hukuk Lideri Hans Frank’ın sözleri arasında sadece derece farkı var. Frank diyor ki yargıçlara, “Vereceğiniz her kararda şunu söyleyin: Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu?..” Uçum da diyor ki, “Yargıtay’ın kararı turnusol, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur…” Frank diyor ki, “Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur…” Uçum da diyor ki, “Suç duyurusu meselesi Millî Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır…”
Milli yargı” deyince akla ilk gelecek tarihsel örnek Nazi Almanyası’dır.
Hitler rejiminde aklınıza ne gelirse, üstelik “ırk”la da hemhal vaziyette millî idi. Öyle ki matematiği, fiziği, kimyayı bile millileştirmişti Naziler!.. Derslerin adı “Alman Fiziği”, “Alman Kimyası”, “Alman Matematiği” olarak değiştirilmişti. 1937’de çıkmaya başlayan Deutsche Mathematik adlı dergide matematiğin ırkla ilgisi olmadığı fikrinin içinde, “Alman bilimi”ni ortadan kaldıracak tohumların saklı olduğu yazılmaktaydı. Uluslararası sayılan bilimin “Yahudi bilimi” olduğu öne sürülüyor ve bunun “Alman bilimi”ni bozmak için ortaya atıldığı iddia ediliyordu. Bu doğrultuda Einstein da elbette hainlerin başıydı.
“Kanun ve Führer, aynı şeydir”
Matematiğin, fiziğin, kimyanın bile “millî”, “arî”, “Almanî” olduğu yerde yargı hayda hayda öyle olurdu, olmalıydı ve olacaktı elbette.
Peki, millîliğin ölçüsü neydi?.. Tabii ki “nasyonal (millî) sosyalist, yani Nazi olmak!.. Nasyonal sosyalist olmak da ruhen “Führer” olmak demekti. Bu doğrultuda “milli yargı”nın istinatgâhı da hiç kuşkusuz Hitler’di. Çünkü Nazi Almanyası’nda “Hitler, kanundur” prensibi esastı. Zaten o da Reichstag önünde yaptığı bir konuşmada kendisini Alman halkının “en yüksek yargıcı” ilan etmişti.
Gerçi ortada bir anayasa, Weimar Cumhuriyeti Anayasası da bu anayasaya göre çalışan ve bizdeki Anayasa Mahkemesi’ni çağrıştıran bir “Alman Yüksek Mahkemesi” (Reichsgericht) de vardı. Bu mahkeme hâlâ elinden geldiğince anayasal temelde kanunlara dayanarak kararlar almaya çalışmaktaydı.
Ama dedik ya, Naziler iktidardaydı ve Hitler, kanundu artık. Bu “keyfiyet” doğrultusunda yalnızca bu “Yüksek Mahkeme”nin yetki alanına giren davalar, mesela vatana ihanet davaları, 1934 yılında bu mahkemeden alındı ve giderek Nazi rejiminin en korkunç aygıtı haline gelecek, alâmetifarikası yargısız infaz olan “Halk Mahkemesi”ne (Volksgerichtshof) verildi.
Aynı yıl içinde birkaç ay sonra da Goering, Alman savcılarına şunu söyleyecekti:
“Kanun ve Führer’in iradesi aynı şeydir.”
"Millîlik karşısında hukuk bağımsız olmaz!"
Taşlar yerli yerine oturmuştu artık ve Yargı’da “millî” olmayanlara yer yoktu.
Kimdi “millî” olmayanlar?.. Elbette sadece Yahudiler değil. Naziliklerinden şüphe edilenler de “millî” değildi. “Nasyonal sosyalist” devlette hiçbir zaman yer alamayacağı anlaşılanlar da “millî” değildi. Bu özellikleri taşıyan yargıçlar, savcılar, hukukçular süratle tasfiye edildiler.
“Millî”liğin ölçütünün ne olduğuna Nazi Almanyası”nın Adalet Müşaviri ve Alman Hukuk Lideri Dr. Hans Frank, 1936’da hukukçulara yaptığı bir konuşmada gayet güzel açıklık getirmekteydi:
“Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: ‘Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?’ Her kararda şunu söyleyiniz: ‘Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu?’ İşte o zaman Nasyonal Sosyalist halk devletinin birliğine karışmış ve Adolf Hitler iradesinin ölümsüzlüğünü tanımış olarak Üçüncü Alman İmparatorluğunun otoritesini kendi karar alanınızda her zaman için sağlayacak bir temel buldunuz demektir.”
Hans Frank’ın sözlerinin özeti de şu cümlesinde saklıydı:
“Bugün Almanya’da bir tek otorite vardır, o da Führer’in otoritesi…”
“Milli yargı” turnusolü
Bütün bunları hatırlatan, geçtiğimiz haftaya damga vuran Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında Can Atalay’ın durumuna ilişkin beliren yargı krizi vesilesiyle Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve hukukçu Mehmet Uçum’un sözleri oldu. Bilindiği üzere Atalay’ın bireysel başvurusunu değerlendirerek hak ihlali kararı veren AYM’ye karşı Yargıtay 3. Ceza Dairesi suç duyurusunda bulundu. Uçum işte bu duruma yönelik paylaştığı sosyal medya mesajında AYM’nin anayasayı yok saydığını iddia ettikten sonra, Yargıtay Ceza Dairesi’nin suç duyurusuna binaen de şu ifadeleri kullandı:
“Ne yazık ki AYM’nin bu konuda [Can Atalay hakkında] verdiği kararlar, tam bir yargısal aktivizm örneğidir. Bu çerçevede Yargıtay’ın AYM ihlal kararına uymama kararı gerekçeleriyle doğrudur. Tepki gösterenlerin Yargıtay kararını okuyup okumadıkları ayrı bir sorundur. Suç duyurusu meselesi ise Milli Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır. Bir anlamda kral çıplak demektir. Yönteminin bu olup olmadığı ayrıca tartışılır ama cesareti tartışılmaz. Yargıtay’ın kararı ayrıca turnusoldür, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur. Türkiye, Millî Yargısını batıcı ve neo liberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır, kimsenin bundan şüphesi olmasın.”
Diyor ki… Diyor…
Yargının “millî” olmasının, “Adalet Tanrıçası” Justitia’nın gözlerini kapatan ve onun tarafsızlığını simgeleyen bandın alınıp yerine bir “millilik gözlüğü”nün oturtulması anlamına gelip gelmeyeceğini naçizane bir soru olarak ortaya atıyor ve cevabı konunun uzmanı/kompetanı hukukçulara bırakıyorum!.. Fakat yukarıda aktarılanlar doğrultusunda ve onların karşılaştırması temelinde zihnimde oluşan bazı görüş ve yorumları paylaşıma açmadan edemeyeceğim.
Hukukçu Başdanışman Uçum’un bu sözleriyle daha önce aktardığımız Nazi Almanyası’nın Adalet Müşaviri ve Hukuk Lideri Hans Frank’ın sözleri arasında sadece derece farkı olduğu söylenebilir.
Frank diyor ki yargıçlara, “Vereceğiniz her kararda şunu söyleyin: Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu?..” Uçum da diyor ki, “Yargıtay’ın kararı turnusol, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur…”
Frank diyor ki, “Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur…” Uçum da diyor ki, “Suç duyurusu meselesi Millî Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır…”
Hatta, belki kimilerine abartı gelebilir, ama “sembolik” bir benzerlik olarak dikkat çekici olduğu üzere, Frank da “Nasyonal Sosyalist” tabirinin baş harflerini defaatle büyük yazıyor, Uçum da “Milli Yargı”yı yine defaatle aynı şekilde yazıyor.
Sonrası tufan!
Sonuçta Frank’ın sözlerinin ardından çıkarılan yeni bir kanunla Almanya’da yargıçlar da dâhil siyasi bakımdan şüpheli görülen bütün memurların görevlerine son verilmesi hükme bağlandı. Ayrıca ülkedeki bütün hukukçuların “Nasyonal Sosyalist Alman Hukukçular Birliği”ne girme mecburiyeti konuldu.
Uçum’un sözlerinden sonrası mı?..
Henüz bilmiyoruz. İktidarın söz konusu krizi yeni bir anayasa var etme yolunda fırsata çevirme çabası elbette ürkütücü ipuçlarını içinde barındırıyor. Ama gidişatı, iktidar zoru karşısında muhalif direncin durumu belirleyecek.
Buna bağlı olarak sonrasını ya biz yazarız… Ya da bizden sonrakiler!..
****************
Nazi Almanyası’yla ilgili aktarılanlar için bkz. William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu: Doğuşu-Yükselişi-Çöküşü – Cilt. 1 (Çev. Rasih Güran), Ağaoğlu Yayınevi, 1968, s. 394-433.