Süreyya Su
Mezopotamya’da Aşk ve Cinsellik
İnsanın uygarlaşma süreci, nereden başlattığınıza göre değişir ama Sümerler’den başlatırsak içinde yaşadığımız coğrafyada yaklaşık altı bin yıldır sürüyor. Modernlik ise uygarlaşma sürecinin yaklaşık altı yüz yıldır devam eden bir döneminde oluştu. Şimdi modern sonrası ve hatta sonrasının ötesi bir döneme geçmenin eşiğindeyiz. Daha doğrusu bize öyle geliyor ama Fransız antropolog Bruno Latour’a göre biz aslında hiç modern olmadık. Modernliğin sonu olarak gördüğümüz yer belki de modernliğin başlangıcıdır. Latour’un dediği gibi, modernlik süreci aslında hiç başlamamıştı, fakat daha henüz başlıyor diyebiliriz. Modernliği tanımlayan özellikler politika, ekonomi, hukuk, iletişim veya ulaşımdaki teknolojik gelişmeler değildir, öyle olunca yanılırız. Modernliği tanımlayan insani varlığın ve varoluşun tarzıdır, biçimidir, niteliğidir.
İnsan nasıl ürediği, nasıl yaşadığı, nasıl düşündüğü, nasıl inandığı, kendini ve çevresini nasıl algıladığı ve adlandırdığına göre modern veya değildir. O bakımdan modern olmanın ölçütü Batılı olmak veya olmamak da değildir. Bir dönem Nilüfer Göle’nin tartışmaya açtığı Batı dışı modernlik tanımları da geçerli değildir bana göre. Çünkü burada ölçüt olarak teknolojik araçlar alınıyor. Teknolojik araçlar derken, aileden öğretime, meslekten giyime kadar yaşam tarzını belirleyen araçları kastediyorum. Çekirdek aileden, üniversiteye, modadan mimarlığa kadar her şey modernliği tanımlayan teknolojilerdir ama yanıltıcıdır. Bir kişi çekirdek aile kurabilir, üniversiteye gidebilir, giyim tercihini modaya göre belirleyebilir, yüksek binalarda oturabilir ama zihniyet olarak, cinsiyete ve cinselliğe dair normlarından evren ve dünyadaki olayları anlamlandırmasına kadar bundan binlerce yıl önceki toplumlarla simetrik konumda olabilir. Nitekim cinsiyet ve cinselliğe dair yaşam ve normlarımızı karşılaştırınca ortaya çıkan simetri, bizim gerçekten aslında hiç modern olmadığımızı doğruluyor. Gelin Batı uygarlığı ve Anadolu topraklarında doğmuş tüm uygarlıkların rahmi olan Mezopotamya’daki cinsel hayata bakalım.
Evrensel aile
Öncelikle dikkat çeken, tıpkı biz modernlerde olduğu gibi, Mezopotamya’da da aşk ve cinsellikle ilgili tüm içgüdü ve duygular, geleneksel olarak ve toplumsal bir dayatmayla aileye ve ailenin devamına yönlendirilmişti. Yani her kadının ve erkeğin doğal eğilimi, “mürüvveti” evlilikti. Yalnız yaşayan, evlenmemiş, çocuğu olmayan kadın ve erkek kişiler toplum tarafından kınanır, yadırganır ve bu kişilerin mutsuz bir yaşama mahkûm oldukları düşünülürdü.
Evlilik genellikle tekeşliydi ve çok genç yaşta aileler tarafından projelendirilirdi. Aileler, buradaki beşik kertmesi gibi, çocukları henüz çok küçükken, hatta daha doğmadan önce sözleşir, ergenlik çağında da onları evlendirirlerdi. Böylece genç kız ailesinden ayrılarak “kocasının baba evine” gider, ölene kadar da orada yaşardı; ancak eğer çocuğu olmaz, dolayısıyla aslî işlevini yerine getiremezse, o zaman kocası onu boşayabilirdi. Evlilik bağı her şeyden önce aileyi, üremeyi, çocuk yetiştirmeyi, yani toplumun yeniden üretim ve devamını sağlamak için kuruluyordu.
Yasak aşklar
Diğer taraftan, her erkeğin, tabiî ki ekonomik durumuna bağlı olarak, isterse iki ya da daha çok kadınla evlenme ya da cariyeye sahip olma hakkı vardı. Bu meşru cinselliğin dışında bir hovarda âlemi de vardı ve yasak aşk heyecanları da yaşanıyordu. Orada burada gönül eğlendiren, adı kötüye çıkmış, arkadaşlarının veya çöpçatanların yardımıyla açıktan açığa ya da gizlice kocalarını aldatan, sık sık evlerini terk eden, hatta zevk için fahişelik yapan ve yasak aşkı uğruna kocasını öldürten ya da kendi eliyle öldüren kadınlar da vardı. Bunlarla ilgili birçok belge binlerce yıl öncesinden bize ulaşmıştır ve Asurolog veya Sümerologların ilgisini çekmektedir. Ama bu belgelerden yansıyan görüntüye bakıp da Mezopotamya’da kadınların da serbest hareket edebildiği bir toplumsal hayatın olduğu zannedilmesin.
Yargıçlar, bu suçları ölüm cezasına varana kadar en sert biçimde cezalandırırlardı. Çünkü bunlar toplumsal düzene ve otoriteye karşı işlenmiş suçlardı. Tamamen ataerkil kültürün egemen olduğu bu ülkede erkekler, hizmetçileri, köleleri, hayvanları ve malları gibi, karılarının da mutlak efendisiydiler.
Kutsal fahişeler
Ama Antik Yunan ve Roma’da olduğu gibi, İlkçağ toplumları özellikle cinsiyet ve cinsellikle ilgili olarak çelişkiler taşırlar ya da bizim anlamakta zorlandığımız kuralları vardır. Bir yanda aile hayatında katı ahlaki kurallar varken, diğer yanda herkesin isteği gibi yaşadığı “serbest aşk” da vardı. Topluma zarar vermemesi için, “serbest aşk”ı bugün fuhuş ya da seks işçiliği denen bir alanın uzmanları işletirlerdi. Zamanın ve toplumun zevklerine göre, aşk her zaman heteroseksüel olmadığı için, bu seks uzmanları mesleklerini iki cins için de icra ederlerdi.
Mezopotamya’da bu meslek dinle de ilişkiliydi. Bu seks uzmanları özellikle bazı tapınaklarda ve dinsel törenlerde yer alırlardı. Bir tanrıçaları da vardı: Sümerler İnanna, Akatlar İştar adını vermişlerdi.
Bu yüzden seks işçileri, özellikle bazı tapınakların çevresinde oldukça kalabalıktılar. Dedim ya, bu arkaik toplumların çelişkili uygulamaları vardır. Giorgio Agamben’in “kutsal insan” dediğine benzer şekilde, bu seks uzmanları ya da işçileri hem kutsalın içine alınıyor hem de toplumun dışına çıkarılıyordu. Aslında kutsallaştırma, tam da Agamben’in kastettiği gibi bir dışlama mekanizmasıydı. Seks işçileri bir yandan da surların bulunduğu bölgelerde, kentlerin sınırlarına sürülüyorlardı; kötü muamelelere, hakaretlere uğruyorlardı, hiçbir hukuki hakları ve yasal güvenceleri de yoktu. Bu tutumun nedenleri arasında şunlar söylenebilir: Bu insanlar kendilerine özgü nitelikleriyle kaderlerini bu şekilde yazmışlardı; kadınlar çocuk doğurmak üzere bir erkekle evlenmeyi, erkekler ise erkeklik görevlerini yapmayı becerememişlerdi.
Doğal ve fantastik cinsellik
Seks işçileri ya da fahişelerin böyle aşağılanmasına rağmen, her türlü seks insana özgü doğal bir faaliyet olarak görülürdü. Sevişmek doğal bir faaliyetti. Üçüncü bir kişinin haklarını ihlal etmedikçe ve toplumsal hayatı düzenleyen geleneksel yasaklardan birini çiğnemedikçe, ne şekilde seks yapılırsa yapılsın, bir insan kendini aşağılanmış ya da tanrıların gözünde suçlu hissetmezdi. Yalnızca, yılın bazı günlerinde sevişmek yasaklanmıştı (Eylül ve Ekim’in altıncı günleri), bunun nedenini alanda çalışan bilimciler çözemediler. Bir de bazı kadınlarla seks yapmak yasaktı, çünkü onlar tanrılara ayrılmıştı.
Mezopotamya’da insanlar seks için sadece yatak odasıyla sınırlı değildi; bu konuda oldukça geniş bir alana yayılan fantezileri vardı: evin damı, kapının önü, bir tarlanın ya da bostanın ortası, ıssız bir yer, çıkmaz bir sokak, cadde ortası vs. Hovardalık yapmak isteyen erkekler kaçamak yaptığı bir kadın ya da bir fahişeyle birlikte genelev işlevi de gören bir meyhaneye gidilebilirdi. Yakın çevre içinde veya fahişelerle eşcinsel ilişkiler de yaşanıyordu.
Seks yapılan yerler ve pozisyonlarla ilgili geniş bir fanteziye sahip olsalar da, Mezopotamya insanı için bir seks türü asla kabul edilemezdi. Araştırmacılar belgelerin hiçbirinde oral sekse ilişkin herhangi bir ifadeye rastlamamışlardır. O dönemde başka yerlerde, örneğin Mısır’da çok iyi bilinmesine rağmen, oral seks muhtemelen Mezopotamya’da iğrenilen ve yasaklanan bir türdü. Ama oral seksi dışarıda bırakarak sodomi, hem kadınlar hem de erkekler arasında çok yaygındı. Anal ilişki de, doğumu engelleyici bir yöntem olarak tercih ediliyordu. Zaten o dönemde doğumu engelleyecek başka bir yöntem de bilinmiyordu.
Mezopotamya toplumlarında cinsellik, diğer İlkçağ toplumlarında olduğu gibi, heteroseksüel ve homoseksüel ayrımı olmadan ve uygulamayla ilgili fazla bir sınırlama veya yasağa tabi olmadan yaşanıyordu. Bu çağ toplumları üzerine tarih çalışmalarını okuduğumuzda şu göze çarpar: Bir aile yaşamının gereği olarak evrenselleşmiş bir işlevi olmakla birlikte, cinsellik utanılan, ayıplanan, olumsuzlanan, bir faaliyet değildi. Elbette toplumların özelliklerine göre bir takım kurallarla düzenlenmişti ama hayattan dışlanmamıştı. Doğal bir haz kaynağıydı.
(Kaynak: Jean Bottero, “Her Şey Babil’de Başladı”, Batı’da Aşk ve Cinsellik, İletişim Yayınları, Jean Bottero, Kültürümüzün Şafağı, YKY, Jean Bottero, Mezopotamya: Yazı, Akıl ve Tanrılar, Dost Yayınları)