F. Nesrin Karadağ
Küçük Bir Kişisel Devrim Hikayesi;Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum
Bu ülkede kadınlar ne yaşıyor? Eğer öldürülmüyorlarsa, fiziksel şiddete uğramıyorlarsa, hayatın içinde geleneksel bir anlayışla, yuvalarını yapan dişi kuşlar olmaları beklenirken ne yaşıyorlar? Yaşadıklarımız üç aşağı beş yukarı birbirine mi benziyor? Toplum bizden ne bekliyor? Hatta ataerki içine sindirmiş ailelerimiz, annelerimiz bizden ne istiyor? Bize nasıl model oluyorlar?… Hepsini reddediyoruz. Dünyanın sonu değil ya; biz kocaman bir yatakta istersek sere serpe yalnız uyuyacağız ve kimse de bize karışamayacak. Kadınların değişimi belki de bu kadar küçük bir yerden başlayacak; çift kişilik bir yatakta huzurlu bir tek kişilik uykuyla.
Kadınların hayatı öyle zannediyorum ki; Dünya’nın her yerinde oldukça zor. Ataerkil dünya düzeni içinde hele de yasalar sizi yeterince korumuyor, altına imza atılan sözleşmelerden bile bazı aklı evvel erkekler yüzünden çıkılıyorsa işler daha da zorlaşabiliyor. İşte o zaman “kadın kadının yurdudur” diyerek birbirimize sarıldığımız, arka çıktığımız ve birbirimizi kimi uyuttuğumuz, kimi uyandırdığımız bir dayanışmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu dayanışmayı bazen bir kadın örgütü, bazen bir arkadaş bazen de sanat bize sunuyor. İzlediğimiz iyi bir oyun, bütün zorluklara rağmen zihnimizde yeni bir kapı aralayıveriyor ve dünya kısa bir süre de olsa tiyatroyla güzelleşiyor.
Son yılarda yönettiği tek kişilik kadın oyunlarıyla tanıdığımız (Nazal Kesal ile “Yaralarım Aşktandır”, Berna Laçin ile “Hayal Satıcısı” oyunlarını hatırlıyorsunuz), Şermola performanstan da bildiğimiz Berfin Zenderlioğlu’nun Kadıköy Boa sahne için yönettiği yeni oyunu “Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum” kadınlara belki farkında bile olmadıkları, unuttukları güçlerini yeniden hatırlatıyor. Oyun toplumun onlardan beklediği annesinin kaderini sürdüren kadın paternini yıkmayı öneriyor. Kendini yalnız hisseden kadın izleyicisinin sırtını okşayan yumuşak ve şefkatli bir ele dönüşüyor.
Bu kadın oyununda kan ve cinayet yok ya da kelimenin en somut anlamıyla şiddet. Çocukluk aşkı ile evlenen Hasret’in hayata bebeği Yaman’la beraber devam edebilmesi için kendindeki gücü fark etmesi ve kendine acımaktan vazgeçip yola tek başına devam etmesinin hikayesi bu. Bu anlamda da izleyen herkesin kendinden bir şeyler bulacağı, yakınlık kuracağı gülmeceli, zaman zaman da acı acı güldürüp gözleri dolduran, biraz da hepimizin hikayesi. O hiç de iyi anmadığımız 90’ları bile özlediğimiz bu günlerde 90’larda çocuk olanların daha da bir seveceği, içine gireceği bir hikâye. Oyunda Hasret kendi çocukluğundan başlayarak anlattığı hikayesinde 90’lardan bugüne küçük bir Türkiye panoraması da anlatıyor. Sokaktan oynanan oyunlar, okul anıları ve öğretmenler, toplumsal eylemler ve hepimizde derin izler bırakan Brezilya dizileri.
Oyunun metni aynı zamanda oyunun tek oyuncusu olan Özge Korkmaz’a ait. Korkmaz hem yazdığı oyunla hem de oyunculuğuyla sizi 70 dakika boyunca oyunun içinde tutmayı başarıyor.
Hasret’in dilinden hikayesini anlatırken on bir farklı karaktere can veriyor. Birbirine benzeyen ve aslında hiç benzemeyen kadınları sahneye taşıyor ve böylelikle Türkiye’de yaşayan pek çok kadının gündemlerini, dertlerini önümüze seriyor. Kültürün yalnız, çocuklu, dul kadından beklediği kaderine teslim olma halini tüm bir oyun boyunca anlatırken sorguluyor, sorgularken seyirciye sezdirmeden bir sürpriz gibi itiraz etmeye ve değişmeye karar veriyor. Bu eğlenceli ve düşündürücü anlatı sonunda, oyunun en başına bağlanarak döngüsünü tamamlıyor. Bu haliyle tekil bir hikâye olmaktan kurtulup, kadına biçilen rolün toplumsal mekanizmasını gösterirken, Hasretin bu zinciri kırmaya, annesinin kaderini yaşamayacağına karar verişiyle birlikte hepimize umut oluyor. Öyle büyük hamasi laflarla ya da büyük hayat başarılarına imza atarak da yapmıyor bunu, çocuğunu yalnız uyuması için eğitirken aslında kendini de eğitiyor ve hayattan beklentisini ayakları yere basan bir zemine koyuyor. Mutlu değil evet, ama kahrından da ölmüyor, o zaman yola devam. Hepsi bu. Bu küçük ve gerçekçi kabul ediş, hepimizin içinde bulunduğumuz hayattan beklentilerimizi iyice düşürdüğümüz şu günlerde bizimde ayağımızı yere bastırıyor. Küçük ve kendi hayatlarımızda başlatacağımız devrimler belki de güzel günlere giden en iyi yollardır kim bilir, Oyunun gücü de tam burada saklı. Küçük ve güçlü bir anlatı.
Anlatının sahnede daha da güçlü ve ilgi çekici olmasını sağlayansa elbette reji, rejiyi tamamlayan sahne tasarımı ve ışık. Berfin Zenderlioğlu, tek kişilik kadın oyunlarında sahnede izlediğiniz oyunu onun yönettiğini anlayacağınız bir anlayışla gölge oyunu ve sade bir sahne tasarımını tercih ediyor. Oyunun atmosferine göre kimi zaman daha karanlık, kimi zaman aydınlık renklerle oyuncusunun yalnızlığını kırarken oyunun ruhunu görünür hale getirmeyi başarıyor. Genellikle aynı kadın ekibiyle beraber çalışmayı tercih ediyor. Işıklar Alev Topal’a, kostüm Hilal Polat’a emanet. Bu oyun için afiş tasarımından da bahsetmek lazım. Müjde Başkale’nin oyunu kavrayan ve sezdiren afişi de sizi oyuna çeken, merak uyandıran bir işlev görüyor ve oyunu henüz görmeden onun çizdikleri sayesinde sever halde izlemeye başlıyorsunuz.
Oyunun yönetmeni, sevgili Erdoğan Mitrani’nin de son derece yerinde tespiti ile (yazısının linki burada
Oyunun müzikleri de yine bize geleneksel toplumsal yapımızı hatırlatır nitelikte ve hepimizin sevsek de sevmesek de bildiği ezgilerden oluşuyor. Bu tanışıklık hikâyenin bize hiç yabancı olmadığının tekrar altını çizerken oyunun nerede ve nasıl insanların hikayesi olduğunu gösteren bir araca dönüşüyor.
Kişisel olarak arabesk müzik sevmem, hatta çoğu zaman duymaya bile tahammül edemem. Ama oyunda kullanılan Bergen şarkısı kendine kahretme, arabesk bir anlayışla “kaderim bu” fikrine teslim olma halini güzel tamamlamış. Bergen’in ve onun bir şarkısının seçilmiş olması hikâyede farklı bir katman yaratmış. Oyun bu vesileyle, şu ara hayatının konu edildiği filmle de gündemde olan Bergen’e ve şiddete uğramış kadınlara da bir selam göndermiş. Erkek bir ses değil de kadın sesinden duyduğumuz bu “Allah’ım ne kadar kadersizim” minvali sözler oyunu güçlendirmiş. Karakterin dönüşüm yolculuğunu daha keskin ve görünür hale getirmiş.
8 Mart döneminde olduğumuz şu günlerde tiyatro size yeniden düşünmenizi, uyanmanızı ya da yalnız uyumanın kötü bir şey olmadığını hatırlatabilir. Bunu yaparak da küçük ama devrimci bir tavırla oynayan, yazan, söyleyen, yöneten, ışık yapan, kostüm tasarlayan, çizen kadınlar aracılığıyla hayatınıza dokunur. Hepsine selam olsun.
İyi seyirler…