Süreyya Su
Kapitalizmin Hızı
Modern zamanlarla beraber hız dünyanın genel yasası haline gelmiştir. Üretimden tüketime, bütün karar alma süreçlerinden bütün yönetim aygıtlarına, iletişimden ulaşıma, eğitim öğretimden eğlenceye, beslenmeden cinselliğe kadar kentsel hayatın her alanında hız yasası geçerlidir.
Modernlik hayatın hızlanmasıyla ayırt edilir. Geleneksel toplumun yavaşlığının yerini modernliğin hızı aldı. Fransız düşünür Paul Virilio, toplumsal ilişkilerin kurulmasında hızın önemini belirtmek üzere hareketi hızlandıran teknolojilerin sosyolojik analizini yaparak, içinde olduğumuz hızla akıp giden zaman ve hayat üzerine düşünmeye kışkırtır bizi. Böylece, Virilio modernliğin bir eleştirisini yapmak üzere hızı merkeze alan bir teori geliştirmiştir. Hız sadece bir hareket veya bir eylemin zamandaki ölçüsü değildir; modern zamanlarda ekonomik, politik, askeri, toplumsal ve kentsel alanları örgütleyen ve düzenleyen bir mantıktır. Çünkü Virilio’ya göre modern toplum, temelinde ekonomik ilişkilerin değil, politik ve askeri ilişkilerin olduğu, teknolojik gelişmelerle egemen olan yeni bir hız mantığı uyarınca kurulmuştur. Virilio’ya göre modernlik, hızı arttırmayı amaçlayan araçların üretimi yoluyla hareketin sürekli ve sınırsız olduğu bir toplum modelini beraberinde getirmiştir. Modern toplumda ortaya çıkan “araba sevdası”, sürekli ve sınırsız hareket olarak özgürlük istencinin bir semptomudur.
Modern zamanlarla beraber hız dünyanın genel yasası haline gelmiştir. Üretimden tüketime, bütün karar alma süreçlerinden bütün yönetim aygıtlarına, iletişimden ulaşıma, eğitim öğretimden eğlenceye, beslenmeden cinselliğe kadar kentsel hayatın her alanında hız yasası geçerlidir. Hemen ve verimli, hemen ve etkili, hemen ve kolay, acele, çabuk… Hızlı hayatın daha uzun bir ömre karşılık geldiği gibi bir yanılsamaya insanlar inandırılarak, hayat sıkıştırılmış bir aktiviteler programı gibi pazarlanıyor. Kimine çok kazanmak için çok çalışmak gerektiği, kimine dolu dolu yaşamak için çok şey yapmak gerektiği empoze ediliyor.
Hareket olarak hayat
“Durmak yok, yola devam!” Ama bu yol hayatın anlamının ya da hakikatin arandığı bir yol değil veya herhangi bir amacımız olmadan rastlantının cazibesine kendimizi bıraktığımız bir sonsuzluk da değil. Ya ucunda ödül olduğuna inanarak içinde kaybolduğumuz, kendimizi kaybettiğimiz bir labirent, ya da daha çok süratlensek de yer değiştirmeden içinde koştuğumuz bir tekerlek gibi bir döngü. İnsanları oyalayan, oyaladıkça onları terbiye edip denetleyen bir hareket; o yüzden durmamalı.
Modern bireyler için hayat demek hareket demek. Sadece çalışırken değil, dinlenirken bile hareket etmek istiyoruz; tatile bir yerlere gitmek, dışarı çıkmak, gezmek, dolaşmak… Hareket etmiyorsak bile hayatın hızı kesilmesin istiyoruz. İnternet yavaşlamasın, siparişimiz hızlı gelsin, seyrettiğimiz bir videoyu bile hızlı hareket ettiriyoruz. Bir sezonluk diziyi birkaç saatte seyredebilmek için… Yayınlanan bütün dizileri seyretmeliyiz çünkü. İyi bir kitap okuruysak, yayınlanan bütün kitapları okumak zorunda hissediyoruz kendimizi.
Hayat yetiştirmemiz gereken görevler toplamıdır. Bütün yapıp ettiklerimiz bir öyküye, anlatacağımız deneyimlere dönüşmese de, sosyal medyada etkileşim için paylaşacağımız an(ı)lar olarak kayıt edilmeli. Ama bir daha dönüp bakılmayacak kayıtlar, bir hafıza müzesi oluşturmayacak fotoğraflar biriktiriyoruz; albümler imajlar çöplüğüne dönüşüyor. Bir tür dispozofi ya da diğer adıyla istifleme bozukluğu bu da.
Zamanımızın bir başka hastalığı da uykusuzluktur.[1] Bunun nedeni sadece gürültü ve ışık gibi çevresel etkenler, tiroid gibi fizyolojik veya depresyon gibi psikolojik hastalıklar değildir; uykunun ölü zaman olarak görülmesi ve yaşanan zamanı arttırma çabasıdır. Modern insan için hareketsizlik ölümle eşdeğer bir durumdur.[2] Yavaşlık ise hastalık ve yaşlılık belirtisidir. Sağlık hızlı ve hareketli olabilmektir.
Zaman-mekân sıkışması
İletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesiyle, David Harvey’in “zaman-mekân sıkışması”[3] dediği küreselleşme süreci başlamış ve bunun sonucunda yeni bir toplumsal durum ortaya çıkmıştır. Zaman-mekân sıkışması, mesafelerin kısalmasını sağlayan iletişim ve ulaşım araçlarıyla birbirinden uzak mekânlar arasındaki iç içe geçmeyi tanımlar. Mekânları yaklaştırıp mesafeleri kısaltan ulaşım ve iletişim araçlarının icadı; gelişen kara, deniz ve hava taşımacılığı, uydular ve internet aracılığıyla bilginin ve finansın dijitalleşmesi modern toplumlarda hayatın hızını arttırmış, dünya üzerindeki hareketliliği yoğunlaştırmıştır. Ama bu durum mekânın, yani dünyanın özgürleşmesini sağlamamış, bilakis denetim ve riski arttırmıştır. Bilgiye daha kolay ve özgürce ulaşılabildiği gibi insanlar da denetlenebilmektedir. Hareket ve hız artmış olsa da kaçış gittikçe imkânsızlaşmıştır. İktidarın gözü her yeri görebilmekte, iktidarın kapma aygıtı her yerde yakalayabilmektedir. Zaman-mekân sıkışmasıyla bir dışarısı kalmamıştır. Göçebelik ve yersizyurtsuzlaşma küresel kültürün dinamikleri olsa da bunlar mutlak anlamda bir özgürlük potansiyeli taşımamaktadır. Bugün insanların sınır aşan hareketleri daha çok göçmen sorunu ve yabancı düşmanlığına, çeşitli virüs salgınlarına neden olabilmektedir.
Mekânsal sınırlar sermaye için önemini yitirmiştir ama halklar için tahkim edilmeye başlamıştır. Bir yanda sermayenin melezliği, diğer yanda toplumların kırılganlığı vardır. Zamanın hızı artmasına rağmen toplum için sürekliliğini yitirmiştir. Herkes için her an zaman kesintiye uğrayabilir ve bu da ölümcüldür. Hızın artması her şeyi tüketilebilir mal haline getirirken, hayatı ve insanı da tüketmektedir. Her insan yeri değiştirilebilir bir yedektir.
Hızın tarihsel dönemleri
Virilio’ya göre tarihte hızın dönüşümüyle ilgili üç dönem vardır: İlkinde, kadınlar taşıyıcı bir araç olarak görülmektedir. Kadınlar, yiyeceklerin ve savaş malzemelerinin taşınmasını sağlayan bir araç olarak savaşta erkeğin hareket kabiliyetini arttırmaya imkân vermektedir. Bu dönemde kadın, savaşın uzun süre sürdürülmesini sağlayan bir araç olarak önem taşımaktadır. Kurtuluş Savaşı’nda cepheye kağnılarla ve omuzlarında silah taşıyan kadınların imgesini hatırlayın! Bu süreçte hayvanların ehlileştirilmesi de taşıma işini hızlandırmıştır. Hayvanların kullanılmasıyla birlikte uzak mesafeler boyunca ulaşımı kolaylaştıran araçlar hıza ve hız yeteneğine ivme kazandırmıştır. İkinci dönemde, sanayi devriminin de itici gücü olan buharlı makinelerin kullanılmasıyla hızın doğasında bir değişim meydana gelmiştir. İletişim ve ulaşım olanaklarında meydana gelen gelişmeler, demir yollarının ve su kanallarının inşası hızın doğasında önemli bir değişime neden olmuştur. Üçüncü dönemde ise, elektronik teknolojilerin gelişmesiyle insanın dünya algısı kökten değişmiştir. Virilio’ya göre insanın dünya algısında meydana gelen dönüşümün temelinde görüntülerin sinema ve televizyonla hızlanması vardır.
Ama bu hızlanma insanın düşünme kapasitesinde azalmaya neden olmuştur. Görsel kültür kullanılarak insanların düşünme kapasitesinde meydana getirilen düşüşün kitlelerin manipüle edilmesi için önemini Hitler’in propaganda bakanı Göbbels’in işlerinde görmek mümkündür. Görsel kültür ve özellikle sinema, şiddetin geniş kitleler tarafından onaylanmasının aracı haline gelmiştir. Sinemada gösterilen şiddet imgeleri toplumun tek bir vücut gibi hareket etmesini sağladığı gibi totaliter bir rejimin kurulmasına da zemin hazırlamıştır. Hızın artmasıyla, mekânın sıkışması ve zamanın kısalması beraberinde savaşın yıkıcı etkilerini görünmez kılmıştır. Savaşın şiddeti algılanmadan görüntüler gözümüzün önünden akıp gitmektedir. İnsanın deneyimlerinin ve yaşamının aktarıldığı sözün gücü azalmış, okumanın, dinlemenin, görmenin ve düşünmenin imkânları kaybolmuştur. Hayata hızın egemen olmasıyla beraber insanlar otomatlaştı. Hız arttıkça insanlar canlı varlık olmaktan makine olmaya dönüşüyorlar. Ama arzulayan makineler değil, ihtiyaçtan bağımsız üreten ve tüketen makineler… Ekonomik büyüme sonsuza kadar devam etsin diye… Dolayısıyla yarını olmayan ilerlemenin hızını ancak bozuk makinelerin neden olduğu bir kaza kesebilir.
[1] Jonathan Crary, 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu, çev: Nedim Çatlı, Metis Yayınları, 2015
[2] Paul Virilio, Hız ve Politika, çev: Meltem Cansever, s. 69, Metis Yayınları, 1998
[3] David Harvey, Postmodernliğin Durumu, çev: Sungur Savran, Metis Yayınları, 1997