Tuğçe Küçük
KADINLAR ‘ELİNİN HAMURU’YLA HER İŞE KARIŞTIKÇA DÜNYA DEĞİŞECEK!
Ataerkil düzenin en trajikomik özelliği, erkeklerle eşit doğmuş olan kadınları toplumsal öğretilerle zayıf, güçsüz, savunmasız ilan edip, böylece onların korunmaya muhtaç olduklarına inandırılmaları ve düzenin içinde yaratılan bu korunma ihtiyacı karşılandığında da bununla gurur duyulmasıdır… Tabii çoğunlukla bu koruma da başarılamıyor olsa bile! Asıl soru kadınları nasıl koruyacağız değil, “kadınların korunmaya ihtiyacı olmadığı bir dünyayı nasıl yaratacağız”dır.
“…Kadını sevecektiniz,
Aldınız, ver bırakmadınız..
Sevi'ye yer bırakmadınız,
Ona ben değil, sen diyecektiniz…”
(Özdemir Asaf)
Ülkemizde kadına yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet, kadın cinayeti haberi almadığımız bir gün olmuyor. Geçtiğimiz yıl 300 kadın cinayete kurban gitti, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Sadece ocak ayı içerisinde 23 kadın cinayeti ve 14 şüpheli kadın ölümü var. Ve tam şu anda ölümle burun buruna, ölüm tehdidi ile yaşamaya çalışan, dayak yiyen, aşağılanan, küçümsenen, beğenilmeyen sayısız kadın var. Dün de vardı… Devran değişmediği sürece yarın da olacak!...
Devran değişmeli diyoruz, çünkü ataerkil toplum yapısında; ailelerin, kız ve erkek çocuklarını yetiştirme pratikleri, devletin eril söylemleri, medya içerisinde ataerkil arka planlı şovların desteği ile sindirilmiş, zayıf, “yeri erkekten sonra gelen” kadınlar ve “kendini tanrı sanan erkekler” el birliği ile yaratılıyor.
Bu demek değil ki aileler, devlet elitleri, dizi yapımcıları kadınlar ölsün istiyor. Ama sanki gidişata gerçek anlamda dur diyen de yok gibi ki acı dolu bir resmin tam ortasında yaşıyoruz!...
Güçlü kız çocukları, sınırlarını bilen erkek çocukları
Bir anne oğlundan su bile istemeyip sadece kızına yemek yapmayı öğretirse, ileride oğlu karısını, sevdiği yemeği yapmadı diye öldürebilir. Bir baba oğlunun dışarıda geçirdiği zamana karışmayıp, kızı geç kaldığında onu azarlarsa, ileride kızı hakkını savunacak gücü kendinde bulamayabilir. Bir anne bir baba, oğullarına padişah gibi davranırlarsa oğulları ileride istediği olmayınca zorla alma hakkını kendine reva görebilir, bir kadın tarafından reddedilince onu öldürebilir. Kadına yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik şiddetin, kadın cinayetlerinin sebepleri arasında bunları sıklıkla duyuyoruz değil mi?..
Halbuki özgüvenli, ayakları yere basan, güçlü kız çocuklar ve haddini, duracağı yeri bilen, kendisi kadar karşısındakinin de biricik olduğunun bilincinde olan erkek çocuklar yetiştirmek de mümkün…
Suçun sorumlusu eyleyenden başkası değil
Devletin yasal yaptırımları kadar devlet elitlerinin söylemlerinin de halk üzerinde etkisi var. Ülkemizde iktidarın kullandığı eril dil şiddete meyilli erkeklere bir kez daha (!) kendilerini haklı hissettirmiyor mu? Bugüne kadar iktidar elitleri tarafından kadına şiddetin abartıldığı, kadınlar iş yaşamında olduğu için işsizliğin olduğu, kadınlar sokakta olduğu için, kadınlar kahkaha attığı için, kadınlar “namuslu” olmadığı için tecavüzün olduğu farklı versiyonlarla tekrar tekrar söylendi.
Üstelik eril dil sadece ve salt erkeklere mahsus da değil. Bence inanılması en güç olan bu. Çünkü kadın olarak yaşama (hayatta kalma) deneyimiyle yüz yüze olan bir insanın; yani daha önce olmamış olsa dahi herhangi bir şiddetle karşılaşma olasılığı her daim olan bir insanın zulümden taraf olması, olabilmesi ve tek bir kadını düşünmemesi değil, benim de başıma gelebilir (!) diye düşünmemesini anlamak, erkeklerin kurduğu eril iktidarı anlamaktan çok daha zor!..
Oysa ülkenin başındaki insanlar, tecavüzün tek sorumlusunun tecavüzcü olduğunu ve kadının giyimiyle, konuşmasıyla, gülüşüyle hangi saatte nerede olduğuyla ilgisi olmadığını söyleseler…
‘Yaratılış’ gereği zayıf olup ikinci planda olması gerektiğini söylemeyi bırakıp kadınların eksik değil, yarım değil, erkekler ‘kadar’ insan olduğunu haykırsalar…
Kadınların kamusal hayatta, iş yaşamında erkekler kadar yeri olduğunu ifade etseler…
Birileri onları duyacak, dinleyecek. Nasıl ki bunun tersi söylemlerden cesaret alanlar varsa ifadeler böyle bir değişime uğrasa bu sözlerden de çekinenler olacak.
Elbette kadınların ölmesini, şiddet görmesini kimse istemez, istemiyor diyoruz ancak uygulanan cezai indirimler, yetersiz cezalar, aflar, şiddet eğilimli erkekleri cesaretlendirmiyor mu? “Seni öldürürüm bana hiçbir şey olmaz” diye tehdit savuranlar neye güveniyor olabilir? Bu ülkede bir tecavüzcünün tahliye edildiğinde davullarla zurnalarla karşılanmasını utanç içinde seyretmedik mi?..
İktidarın, karar mekanizmalarının söylemden önce fark etmeleri gereken bir şey var. Cinayetin, tecavüzün, tacizin, şiddetin her türlüsünün sorumlusu onu eyleyenden başka hiç kimse değil! Öncelikle bunun tartışmaya kapalı olduğu anlaşılmalı. Bunun anlaşılmasıyla, hakkaniyetli cezalarla, doğru söylemlerle zaten “korunamayan” (!) kadınları korunmak zorunda olmaktan kurtarabilirler.
Televizyon dizileri… Güzel kadınlar, güçlü erkekler…
Toplumsal cinsiyet normları çerçevesinde kadın kimliğinin inşasında medyanın yadsınamaz bir rolü olduğunu biliyoruz. Özellikle televizyon programlarının geniş kitlelere hitap ettiği düşünülürse yaratılan karakterler kadınlar ve erkekler için rol modeller haline gelebiliyor. Kadının medyanın içinde resmedilişi genellikle ataerkil düzene hizmet ediyor. Kadınlar televizyon dizilerinde, saf, savunmasız, korunmaya muhtaç olarak ve annelikleriyle öne çıkarılıyor. Veya basit, kindar, entrikacı olarak cinsellikleriyle yer alıyorlar. Ancak her hâlükârda büyük olasılıkla ikinci planda oluyorlar.
Erkeklerse bu dizilerde mutlaka en önemli işleri yapan kişiler olarak resmedilmekteler. Erkek güzellemelerinde partnerine şiddet gösteren, kıskanan, baskın, maço tavırlar sergileyen karakterlere hayat vermekte bir sakınca görülmüyor. Kadın karakterler kalıplara sıkıştırılıyor. Belli bir yaşın üzerinde belli bedensel portföyün dışında kalan kadınlar genellikle bu gösterilerin içinde olamıyor. Erkekler içinse yaş aralığı çok daha geniş ve fiziksel özellikleri de kadınlara göre bir tık geri planda kalıyor.
Kadınlar, fiziksel özellikleriyle, gençlikleri, güzellikleri, anne olma görevleri, ev işleri sorumluluklarıyla öne çıkarılırken, erkekler bütün önemli işleri halleden ve dünyanın, ülkenin, şehrin, mahallenin, ailenin, kadının, çocuğun “iktidar”ı olan kişi olarak resmediliyor. Bu yolla kitlelere kadınlar ve erkekler olarak almaları gereken konum, üstlenmeleri gereken görevler bir kez daha hatırlatılıyor.
Dizilerde gösterilen kadın figürler gibi olmak isteyen kadınları, tıpkı dizilerde olduğu gibi astım-kestim tavırlarla gurur duyan erkekleri etrafımızda görmediğimizi söyleyebilir miyiz?!..
Üslup değişimi hayatları zindanlardan kurtarır
Dil değişirse dünya değişir! İktidarın, medyanın, günlük konuşmaların, bütün iletişimin dili!..
Toplumsal bilinçte, “adam gibi” dendiğinde akla övgü “kadın gibi” dendiğinde yergi gelmese; artık kadına en çok yakışan meslek “annelik” olmasa, kadına her meslek çok yakışsa; “kızını dövmeyen dizini döv”mese, kadınlar “elinin hamuruyla” her işe karışsa; “kız başına” istediği saatte, istediği yerde, istediği kıyafetle bulunuyor olmak tuhaf kaçmasa; “erkek sözü” gibi kız sözü de sağlamlıkla anılsa: seven kıskanmasa da saygı duysa; sevmekle dövmek aynı cümle içinde yan yana gelmese/gelemese…
Bir sabah daha başka bir dünyaya uyanmaz mıyız?!..