Tayfun Atay
İnsanın kitabını Çocuk yazar!
Bugün 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü… Çocuklar üzerine çok söz söylenecek, etkinlikler düzenlenecek, çocuk haklarına yönelik duyarlılık ve farkındalığı artırma yolunda çabalar sergilenecek. Elbette ilgili sivil toplum örgütleri üstlerine düşeni yapacaklar. Bu arada hiç kuşkusuz iktidar da kendi bünyesindeki ilgili birimleri seferber edip meydanı kimselere bırakmama yolunda resmi-bürokratik birtakım girişimlerle boy gösterecek. Kambersiz düğün olmaz! Çocuk ve çocukluk üzerine bir hayli kalem oynatmış biri olarak yazdıklarımdan bir kesiti bu önemli günde ben de paylaşıma açmadan edemedim. Hepimizin içinde büyümeyen bir Çocuk var ve büyümek, olsa olsa ona takılan bir “maske”den başka bir şey değildir notunu da düşerek…
“My heart leaps up when I behold
A rainbow in the sky;
So was it when my life began;
So is it now I am a man;
So be it when I shall grow old,
Or let me die!
The Child is father of the Man;
And I could wish my days to be
Bound each to each by natural piety.” *
18. ve 19. yüzyıl İngiliz edebiyatının büyük romantik şairi William Wordsworth’ün 1802’de yazdığı “Kalbim Yerinden Fırlar” (My Heart Leaps Up) başlıklı, aynı zamanda “Gökkuşağı” olarak da bilinen yukarıdaki şiir, şairin bütün eserlerine hâkim ve “doğayı teslim almak”la övünen endüstri çağı insanının bu yıkıcı/zehirli itkisine tepki olarak doğayı yüceltip onu insan ve kültür karşısında önceleyen duyarlılığının nadide bir örneğidir. Bu aynı zamanda şairin en popülerleşmiş şiiridir, ama popülerliği en çok besleyen, onda yer alan “Çocuk İnsanın babasıdır” (The Child is father of the Man) dizesidir.
Dize, insan varlığını ruhsal, duygusal ve zihinsel bakımdan tohumlayan, biçimleyen ve “yapan”ın çocukluk olduğunu çok anlamlı ve çarpıcı aksettirir.
Belki buna “komşu” mahiyette ve aynı ağırlıkta olduğunu hep içim ürpere ürpere duyumsadığım bir diğer ifade de Doğan Cüceloğlu’nun Cemil Sönmez’den aktardığı “İnsanın anavatanı çocukluğudur” sözüdür.
Bunlara Hacı Bektaş Veli’nin o şahane “Okunacak en büyük kitap insandır” sözünden esinle bir eklemede de biz bulunarak diyelim ki “İnsan”ın kitabını Çocuk yazar!..
Çocuk gerçek, yetişkin maske
Bugün 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü… “Çocuklar” üzerine çok söz söylenecek, etkinlikler düzenlenecek, çocuk haklarına yönelik duyarlılık ve farkındalığı artırma yolunda çabalar sergilenecek. Elbette ilgili sivil toplum örgütleri üstlerine düşeni yapacaklar. Bu arada hiç kuşkusuz iktidar da kendi bünyesindeki ilgili birimleri seferber edip meydanı kimselere bırakmama yolunda resmi-bürokratik birtakım girişimlerle boy gösterecektir.
Kambersiz düğün olmaz! Çocuk ve çocukluk üzerine antropolojik-sosyolojik ilgiyle bir hayli kalem oynatmış biri olarak bu çerçevede yazdıklarımdan bir kesiti ben de bu önemli günde aşağıda paylaşıma, ilginize ve değerlendirmenize açmadan edemedim.
Evet, hepimizin içinde büyümeyen bir Çocuk var.
Ve büyümek, olsa olsa ona takılan bir “Maske”den başka bir şey değil.
Çocuk, “Robin Hood”dur
Hocaların hocası Prof. Ünsal Oskay’dan duyduğum pek çok unutulmaz söz arasında beni en çok düşündürenlerden biri de şöyledir:
“Çocukluk, insanlığın prehistoryasına dönüştür”.
Uzun yıllar önce “Çocukluk” üzerine bir belgesel için düşünme egzersizleri yaparken Ünsal Hoca bize adeta gönüllüce ders verirken şu değerlendirmesinin bir parçası olarak sarf etmişti o sözleri:
“Çocuk, Robin Hood’dur. Para dışındadır çocuk, otoritenin dışındadır. Gelenekleri falan bilmediği için her yaptığı işe istediği için başlar, sıkıldığı anda bırakır. Çocuğun bütün davranışları ‘yarar-dışı’, yararcılıktan uzaktır. Sırf kendi içindeki şeyle ilgilenir; sevinmek, mutlu olmak… Çocukluk bir tür insanlığın prehistoryasına dönüştür. Mülkiyetin, otorite farkının olmadığı bir döneme… Doğaya en yakın, bozulmamış halimize… Oysa sosyalizasyon, bunun mümkün olduğu kadar kişiliğin oluşum sürecinde izinin kalmaması için, ileride hatırlanabilecek hiçbir şey olmaması için, çocukluk sürecini kısaltır”.
Çocuklukla savaşan yetişkinlik
Ünsal Hoca’nın sözlerinden gayet açık seçik anlaşıldığı üzere, çocuğu “çocuk” olmaktan bir an önce çıkarma yolunda kararlı bir yönlendirme, güdümleme ve biçimlendirme, mevcut sosyo-ekonomik sistemin çocuğa yaklaşımında “politik” bir stratejidir.
Bu sistem uyarınca çocukluk, çabucak aşılması gereken bir “anomali”, yani kural-dışılıktır yetişkin dünyası için… O yüzden bir an önce çocuğa “yetişkin kültürü”nü aşılamak, öğretmek ve özümsetmek yoluna gidiliyor. Bu da yetişkinlikle çocukluk arasında, yetişkinden yana ve çocuğa karşı asimetrik, hiyerarşik, eşitsiz, yani “politik” bir ilişkinin kurulmasına yol açıyor.
Söz konusu asimetri, antropolojik tabirle “kültürleme” ya da Ünsal Hoca’nın belirttiği üzere toplumsallaşma (sosyalizasyon) denilen bir süreç sonucu meşrulaştırılıyor. Bu süreç işlerliğinde pasif bir alıcı konumuna yerleştirilen çocuğa toplumun değerleri, davranış normları aktarılıp benimsetilmeye çalışılıyor.
Çocuklar kültürü “üretir”
Ancak çocuklar kültürü öğrenen varlıklar oldukları kadar, hatta belki ondan daha çok “kültür üreten” varlıklardır. Bu gerçeğe ilk dikkat çeken isim de gelişim psikoloğu ve düşünür Jean Piaget.
Piaget, çocukların düşüncelerinin, yetişkinlerinkinden “nitelik” itibarıyla farklı olduğunu ayrıntılı gözlemlere dayanarak ileri sürmüş, dahası, çocukların yetişkin kavramlarını anlama sürecinin de özgün bir yapılanma içerdiğini tespit etmiştir. Ona göre çocuklar, büyüklerin düşünüp-söylediklerinin ve yapıp-ettiklerinin pasif alıcıları olmayıp, kendi dünya anlayışlarını kendileri inşa etmektedirler.
Bu yaklaşım, Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss’un katkılarıyla daha ileri aşamaya vardırıldı. Lévi-Strauss’un antropolojik ilgiyi insanların anlam üretme süreçlerine yönlendirmiş olmasından hareketle çocukların aslında yetişkin yaşamına ilişkin kendi anlama ve kavrama çerçevelerini yapılandırdıkları konusu gündeme gelmiştir. Bağlantılı olarak, çocuğun etkileşime girdiği tüm insanlar tarafından üretilen anlamlardan hareketle, tamamen kendine özgü bir kavrayış çerçevesi yapılandırdığı görüşü yaygınlık kazandı.
Aslolan Çocukluk, gerisi boş!
Demek ki çocuklar kendilerine yetişkinlerce empoze edilen kültürün ürünü olmuyor, ama kültürü “üretiyorlar” ve ürettikleri kültürle kendilerinden bir yetişkin yoğuruyor, bir ömür boyu da onun üzerinde kendi hükümlerini icra ediyorlar.
Demek ki insan çocuklukta ortaya çıkıyor ve ömrü boyunca o ortaya çıkışın sonucuna; getirileri-götürülerine, bedeline, ceremesine katlanarak yaşıyor.
Demek ki büyümek, yetişkinlik, olgunluk, yaşlılık, ihtiyarlık; hepsi boş. İnsanın varlığını, içinde en merkezi noktaya yerleşmiş bir “Çocuk” yürütüyor, yönetiyor, yönlendiriyor.
Çocukluk, insan varoluşunun temeli…
Çocuk, insanî koşulun merkezi…
Ve başa dönüyoruz, çocuk insanın babası, çocukluk anavatanı…
__________________
*“Gökkuşağı görmeyeyim
Kalbim yerinden fırlar:
Çocukluğumda böyleydi,
Büyüdüm, hâlâ böyleyim;
Ve yine olayım böyle bir ihtiyar,
Yoksa öleyim!
Çocuk babasıdır İnsanın
Ve birbirlerine, dilerim,
Doğaya imanla eklensin günlerim”
(William Wordsworth, Bir Bulut Gibi – Seçme Şiirler [Türkçesi: Nazmi Ağıl], VakıfBank Kültür Yayınları, 2020, s. 25)