Tayfun Atay
İnsanî kibir ve hayvanî tevazu
Allah insanı “eşref-î mahlûkat” olarak yaratmadı; Kuran’da böyle bir ifade yok. Ama insan kendisini bir “eşerr-î mahlûkat” (yaratılmışların en kötüsü) olarak yeniden-yarattı. Kendini ve haddini bilmedi, hayvanî tevazuu unuttu, insanî kibrin zehirli sarhoşluğunda doğa-zararlısı, korkunç tahripkâr bir varlık, adeta bir “virüs” olarak yeryüzüne ölümü-cehennemi indirdi
Zoolog Desmond Morris 1967 yılında yayımlanmış, insanı davranışsal olarak çözümleme girişiminde bulunduğu kitabına “Çıplak Maymun” adını verdi. Bu, insanı hem primat (maymun) dünyasının bir parçası hem de o dünyanın ayrıksı bir örneği olarak niteleme yolunda çok anlamlı ve çarpıcı bir isimlendirmeydi. Bununla birlikte kitapta Morris’in bir hayvan bilimci olarak insan davranışlarına odaklı gözlem ve çözümlemelerinin çıkış noktası, insanın ait olduğu o dünyayı yadsıması, ayrıksı yanını ise abartması durumuydu. Morris için bu büyük bir sorunsaldı ve o, bu sorunsala dikkat çekmesinin gerekçesi olarak kitabının giriş bölümünde şunları kaydetmiştir:
“Yeryüzünde 183 maymun ve kuyruksuz maymun [apes] türü var. Bunların 182’sinin vücudu kıllarla kaplı. Tek istisna kendisine Homo sapiens adını vermiş çıplak maymun. Bu sıra dışı ve hayli başarılı tür, zamanının büyük bölümünü yüksek/soylu davranışlarının sebeplerini incelemekle geçirirken, en az o kadar çok zamanı da temel birtakım davranışlarının sebeplerini görmezden gelerek geçirir. (…) Ben bir hayvan bilimciyim ve çıplak maymun da bir hayvan. Şu hâlde ona ilişkin bir şeyler yazmam benim hakkım ve bu çıplak maymunun bazı davranış örüntüleri hayli karmaşık ve etkileyici diye bu konuda yazmadan durmayı artık daha fazla kabul etmiyorum. Gerekçem de şu ki bilgisini ne kadar çoğaltmış olursa olsun Homo sapiens yine de çıplak maymun olarak kalmış; davranışlarını ne kadar yüksek/soylu (asil) nedenlere dayandırırsa dayandırsın, yine de ilksel-doğal itki ve yönelimlerinden vazgeçmemiştir. Bu ona bir utanç kaynağı oluştursa da başlangıçta mevcut yönelimleri milyonlarca yıldır onunla iken yenileri sadece birkaç bin yıldır onunla. Bu yüzden bütün evrimsel geçmişi boyunca biriktirdiği genetik mirası bir çırpıda atabilme imkân ve ihtimali yok. O, bu gerçekle yüzleşirse, ancak o zaman korku ve endişelerinden arınacak, böylece daha eksiksiz bir hayvan olabilecektir. Belki bir hayvan bilimcinin ona yardımcı olabileceği yer de burasıdır.”
Uçurumun kenarında bir çıplak-maymun
İnsanı bir maymun, bir hayvan, bir canlı varlık olduğu gerçeğiyle sarsıcı şekilde yüzleştirmeye kendince onun iyiliğini gözeterek yeltenen Morris, yazdığı kitabın ve koyduğu başlığın bedelini hayli ağır ödedi. Darwin, 1859’da Türlerin Kökeni’ni yazdığında “insanın maymundan geldiğini” işaret ettiği iddiasıyla kitlesel bir linç kampanyasının hedefi olmuştu. Aradan bir asrı aşkın zaman geçmiş olmasına karşın, 1960’ların sonunda yazdığı ve insanı maymun olarak tanımladığı için Morris de benzeri bir linçe uğratıldı. Kitabın yayımından sonra bir National Geographic belgeseli için kendisiyle yapılan görüşmede de o, hem Çıplak Maymun’un yarattığı şok edici etkiye hem de insanlığın geleceğine ilişkin tam anlamıyla dost acı söyler dedirten ve bugünlere de yankısı çok olan şu sözleri sarf etmiştir:
“Beni en çok şaşırtan nokta, insanın bir hayvan olduğu gerçeği üzerinde düşünülmesi için onu bir çıplak maymun olarak tanımlamış olmamın herkeste yarattığı büyük şoktu. Bir zoolog olarak benim için gayet açıktı ki insan bir hayvandır. Darwin’in Türlerin Kökeni’ni yazmasından yaklaşık 100 yıl sonra, onu son bir kez daha koruma-savunma durumunda kalmış olmak da benim için çok büyük bir şaşkınlıktı. (…) Tahminimce insan-maymunun geleceği, bir tür hayvanî tevazuu yeniden kazanabilme yetisinde yatıyor. Bu, onun sahip olduğu hayalleri-idealleri kaybetmesi anlamına gelmiyor; sadece kendi sınırlılıklarını kabul etmesi ve dünyanın oldukça küçük bir yer olduğunu bilmesi anlamın geliyor. Halihazırda 3 milyarı bulmuş çıplak maymun dünyanın her tarafında koşuşturuyor, dolayısıyla şu anda bile ürkücü ölçüde fazlasıyla kalabalığız. Aşağı yukarı birkaç bin yıl içinde avcılıkla geçinen kabileler olmaktan dünyanın kentli efendilerine dönüştük. Bir şekilde özel olarak korunduğumuzu sanmaktan vazgeçmeliyiz. Herhangi bir başka canlı türü gibi bizim de soyumuz tükenebilir. Bizi koruyacak tek şey, ayağımızı denk alıp kendimize dikkatlice şunu sormaktır: İnsanı çok ama çok fazla ileri itmiş olmaksızın, onu daha ne kadar ileri itebiliriz?!..”
İnsanlar dinledi, ama duymadı!
Zoolog Desmond Morris’in Çıplak Maymun’u yazmasının da yukarıdaki uyarı mahiyetinde sözleri sarf etmesinin de üzerinden yarım asır geçti. Ve bugün artık nüfusu 8 milyara dayanmış insanlık, onun tam bir bilim insanı zarafeti ve inceliğiyle vurguladığı şekilde uçurumun kıyısına gelmiş durumda. Evet, insanı daha fazla “ileri” itebilecek bir yer kalmadı. Dolayısıyla bu topraklarda hâlâ meydanlarda “Durmak yok, yola devam” diye gaz veren dinbaz siyasi ağızlara kanacak bir durum da kalmadı. Aksine, çoktan “durmak” lazımdı. Devam edilecek bir yol yok, uçurumun kıyısındayız. Artık yolumuzu yangınlar, seller, hem su baskınları hem susuzluk, ayrıca sıcaklık, kuraklık ve kıtlık gözlüyor.
Bilim insanları uyamadı mı uyardı. Rahmetli hocam Prof. Bozkurt Güvenç, 1972’de yayımlanmış İnsan ve Kültür adlı kitabında not düşmüş mesela bir insanbilimci duyarlılığıyla; diyor ki “önümüzdeki 30 yılın en büyük sorunu, temiz su bulmak olacaktır”. Türkiye’de endüstrileşmenin ilk sorunları olarak körfezlerimizdeki balıkların tükenmesine, sularımızın ve havalarımızın kirlenmesine ta o zamandan dikkat çekmiş Bozkurt Hoca. Aynı zaman kesitinde, yukarıda aktardık, hayvanbilimci Morris de uyarmış, “özde bir hayvan olduğunu unutma, sınırlarını bil, azma, tevazudan şaşma ey insan!” diye…
İnsanbilimciler, hayvanbilimciler, çevrebilimciler, iklimbilimciler ne derse desin, kimse onları dinlemedi veya dinlediyse de duymadı. Tıpkı geçen hafta CNN International’da dünyanın her tarafındaki orman yangınları karşısında insanlığın çaresizliği sergilenirken, bunun küresel ısınmanın yakın gelecekte bir tehlike olmaktan çıkıp artık yaşadığımız anın, bugünün, şimdinin korkunç bir gerçeği olmasıyla bağlantısını kuran uzman bir bilim insanının söylediği gibi: “Biz yıllardır anlatıyoruz durmaksızın nereye, nasıl bir felakete yol aldığımızı… İnsanlar dinlediler, ama duymadılar!..”
İklim değişikliği insan kaynaklı, nokta!
İnsanlar şimdi artık duysa da çok geç.
Gazete Pencere’de arkadaşımız Mutlu Hesapçı ile söyleşisini okuduğumuz Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Levent Kurnaz gündemdeki BM İklim Raporu’na ilişkin soruya cevaben bakın ne diyor: “Bilim insanı olarak rapora baktığımız zaman, ‘Aman Allah’ım bu ne, nereden çıktı bunlar’ dediğimiz hiçbir şey yok içinde. Aslında senelerdir makalelerde, kendi çalışmalarımızdan gördüğümüz ve okuduğumuz şeyler bu raporda yer alıyor.”
Kurnaz son raporun bilim açısından yeni bir katkısı aranacaksa eğer, bunun, iklim değişikliğinin insan kaynaklı olmadığına yönelik daha öncesinde mevcut çok küçük (en son yüzde 1’lik) olasılıklara da son vermesi olduğunu söylüyor. Yani artık hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, “iklim değişikliği insan kaynaklıdır, nokta” sonucuna varılmış durumda. Tabii o küçücük yüzde 1-2’lik olasılıklara sığınarak, yeryüzüne, doğaya, yaşam kaynaklarına durmaksızın zehir saçan lanetli bir ekonomi-politik sistemi pervasızca işletme yolunda neler yapılmadı ki!.. Trump’ı hatırlayın mesela, nasıl da kurumlana kurumlana “iklim değişikliğine, küresel ısınmaya inanmıyorum” diyordu. Artık ne böyle bir olasılık var ne de Trump, ama olan da oldu. Geçti Bor’un pazarı ve insan denen kanseri sürebileceğimiz bir “Niğde” de yok ortada!..
Çevrekırım aygıtı, eşerr-î mahlûkat
İnsanın bu noktaya gelmesinin sebebi, homosantrizm, yani insan-merkezcilik. Ya da daha popüler, anlaşılır ve zülfüyâra dokunacak bir dille söyleyelim ki dinleyen kulaklar duymamazlık edemesin: Yaşadığımız kâbus-kıyametin sebebi, insana dair eşref-î mahlûkat telakkisi.
Kendisini “yaratılmışların en şereflisi” saya saya insan, Morris’in belirttiği “hayvanî tevazu”dan koptukça koptu ve bir yoldan çıkmış primat, bir “sapkın-canlı” olarak çevrekırım, soykırım, türkırım aygıtı haline geldi.
Allah insanı “eşref-î mahlûkat” olarak yaratmadı (Kuran’da böyle bir ifade yok). Ama insan kendisini bir “eşerr-î mahlûkat” (yaratılmışların en kötüsü) olarak yeniden-yarattı. Kendini ve haddini bilmedi, hayvanî tevazuu unuttu, insanî kibrin zehirli sarhoşluğunda doğa-zararlısı, korkunç tahripkâr bir varlık, adeta bir “virüs” olarak yeryüzüne ölümü-cehennemi indirdi.
Burası “plastik”, buradan çıkış yok!
Durum bu ve dediğimiz gibi, buradan çıkış yok. Uzmanlar telaffuzunda zorlanıyor ama bulunulan noktadan bir geri-dönüş, yani o eski-güzel, serin-ılık, ferah-bereketli günlere dönüş yok. Olsa olsa daha kötüsüne daha çabuk gidişin önünü alma, kıyameti yavaşlatma yolunda bir şeyler yapılabilecekse yapılacak.
Ama o da mevcut ekonomi-politik işleyişten; “kâr-büyüme-kalkınma” takıntılı tüketim kapitalizminden vazgeçilemiyor olduğu için imkânsız. Yine daha popüler lisanla, dinleyen kulakların duyabileceği netlikte ifade edelim: “Bir nefes sıhhat” için plastik poşeti, tabak-bardağı, çatal-bıçağı, ambalajı hayatınızdan tamamen çıkarmanız; gömlek değiştirir gibi araba, cep telefonu, bilgisayar değiştirmekten vazgeçmeniz; zırt-pırt her yere araba ile gitmeyi bırakmanız; millete “uçmayan kalmasın” diye gaz veren havayolu şirket reklamına prim vermemeniz lâzım. Hele hele her tarafı betona boğan şu müteahhit iktidarını, “Şantiye ya Resulullah” niyazlarını tarihe gömmek lâzım. “Büyüme” değil “büzülme”yi hedeflemek lâzım. İsrafı terk etmek, o “iktidardan tasarruf olmaz” hamhalatlığını bırakmak, kanaatkârlığı, azla yetinmeyi erdem kılmak lâzım.
Yapabilir misiniz, yapabilirler mi, yapılabilir mi?..
Maalesef pek ihtimal dâhilinde görünmüyor.
O yüzden bir tek Doğa çırpınıyor işte “Korona” ile bir şeyler yapmaya… Kendi bağrında zararlı bir virüse dönüşmüş insan dene kibir budalası ucubeyi bir nebze frenleme yolunda!..