Tayfun Atay
‘Hınç İslamı’nın offshore iflası
Yoksulun, fakir-fukaranın önünde vergilendirilmiş kazancın kutsallığından dem vurup tevekkülle dua telkininde bulunurken, faizi helâl vergiyi haram sayan sermayedarların offshore kaçamaklarına müsamaha gösterdiler. Bâtıl düzen karşıtlığını dillerine dolayarak iktidara geldiler, o bâtıl düzenin kötü bir kopyası ve siyasal İslam’ın iflasının ete-kemiğe bürünmüş hali oldular.
Fransız siyaset bilimci Olivier Roy, “Siyasal İslamın İflası” adlı kitabını yazdığında İran’da Humeyni öleli henüz birkaç yıl olmuştu. Ne Taliban ne El Kaide ne IŞİD ufukta görünmüştü. Ne de Türkiye’de başlangıç itibarıyla örtük bir İslamcılık olarak “Millî Görüş” etiketi altında zuhur etmiş hareketin “mutasyon” geçirmiş sürümünün 2000’ler dönümünden itibaren iktidar olacağı emareleri ortadaydı. Roy da zaten kitabında olmuş olandan ziyade gelecekte olacak olanlardan söz ettiğini, onları yazıya döktüğünü belirtiyordu. Aslında 1992’de yayımlanmış bu kitabından yedi yıl önce (1985) bir başka önemli çalışması, “Afganistan: İslam ve Siyasal Modernlik”te Afganistan’da Marksist yönetim ve Sovyet işgaline karşı mücadele eden güçlerin bir İslam devrimine gidiş içinde olduğunu üstelik daha Taliban’ın esamisi okunmazken ifade etmişti. Yani Müslüman dünyada gidişat ona göre Batı modernitesi karşısında İslamileşmeden ve bunun siyasi ürünü olacak iktidarlardan yanaydı; bu kesindi ama buradan da varılacak sonuç bir iflastan öte bir şey olmayacaktı.
Bugün, Taliban’ın birinci (1996-2001) ve ikinci dönem (2021’den itibaren) iktidarından sonra da; 11 Eylül ve El Kaide, Suriye ve IŞİD’den sonra da; nihayet “Millî Görüş”ten “Rabia”ya, Erbakan’dan Erdoğan’a Türkiye’de İslamcılığın hâli pürmelâlinden sonra da Roy’un ne kadar güçlü bir öngörüyle varılacak noktayı on yıllar öncesinden haber veren bir bilge-kâhin olduğunu teslim etmekten öte yapacak bir şey yok.
Reddettiklerine benzeyip karşıtlarına dönüştüler
Olivier Roy, İslamcılığın gidecek yeri, söyleyecek sözü, yapacak işi olmadığını çok basitçe, bir cümle ile ifade etmek gerekirse şu tespite dayandırmaktaydı: Siyasal İslam, karşı çıkarak, reddederek ve yıkmayı vaat ederek kendini var ettiği modernizmin kötü bir kopyası olmaktan öte bir seçenek sunmuyor.
İslamcılık Roy’a göre Müslüman dünyada başarılamamış bir modernleşmeden geride kalmış olanları, hiçbir zaman yaşanmamış bir İslami otantikliğe geri dönüş efsanesi etrafında toplamaya yönelmişti. Kendisi de Müslüman toplumların hızlanan modernleşmesinin ürünüydü ve bu modernleşmenin dışladığı toplumsal kategorileri, mesela hızlı içgöçün kırsaldan kentsel alanlara yığdığı kitleleri bütünleştiriyor, toplumsal ve siyasal olarak uyarsız olanların protestolarını cisimleştiriyordu. Bu, Roy’a göre, tanınma talebi peşinde koşan bir “hınç İslamı” idi.
Ancak bu şekilde duygulara, sızılara, hınçlara hitap edip de iktidar olduktan sonra İslamcı hareketler, devraldıkları mevcut devletlerin çizdiği çerçeveye hapsolmakta, ne milliyetçiliği ne de etnik sorunları aşmayı becerebilmekte ve söylem itibarıyla da bir İslamî-milliyetçilik üretmekten öteye gidememekteydiler.
Ve en önemlisi, İslamcı vaatlerle iktidar olunduktan sonra da çıkar şebekelerinin varlıkları ve faaliyetleri engellenememekteydi. Çünkü bunlar, diyordu Roy, “malların dünya çapındaki dolaşım ve dağıtım ağlarıyla sıkı bir bağ içerisindedirler: petrodolarlar, uyuşturucu, petrol, silah, başka devletlerden gelen ve stratejik amaçlarla dağıtılan maddi yardımlar ya da sadece uluslararası ticaret (gümrüklerde ve ithalatta vergiler, ithalat lisanslarının dağıtımı, döviz spekülasyonu)”.
İslamcı siyasetin nasıl da küresel-kapitalist ağa bağımlı olduğunu yukarıdaki parametrelerle netleştiren Olivier Roy’un yazdıklarını bugünden okuyunca o, sıraladıklarına bir tek offshore şirketleri eklemeyi unutmuş gibi görünüyor bana!..
Pandora’nın kutusu dinbazlığa açıldı
Geçtiğimiz hafta Türkiye’de, normalde ya da medyanın m’sinin mevcut olduğu ortamda gündemi en çok meşgul etmesi gereken Pandora Papers, anlaşılabileceği üzere bir iki muhalif kanal ve sosyal medya haber platformları hariç değerlendirilmedi, tartışılmadı. Yandaş-akım medya her zamanki gibi F16’lar, S400’ler, Yunanistan, Doğu Akdeniz, Suriye, vesaire ile doldur-boşalt yaptı bol bol.
“Vesaire” diyoruz, evet, çünkü Biden, Putin, Suriye, İdlib, Miçotakis, Kuzey Kıbrıs, Yunanistan, Koyun Adası, Fransa, Makron… Bunlar, sokaktaki herkesin vergileri kuruşuna kadar günü gününe alınırken İngiltere’nin “Bakire Adaları”nda offshore şirketlerle bu ülkenin ekmeğini, eğitimini, sağlığını çalan ve/fakat “vatan-millet-bayrak-devlet” dendiğinde mangalda kül bırakmayan sermayedarların haberi yanında “vesaire”dir. Faso-fisodur.
Vergi cenneti Virgin Adaları’na milyonlarca doları kaçırmış Türkiye kökenli ve mevcut iktidarın “medarıiftiharı” şirketlere-figürlere bakın: “Saray”ı yapan Rönesans var; “Millet”in ırzına sözel tasallutta bulunmuş Cengiz var; “Damat”ın uzun süre genel müdür, yandaş medyanın kalbi Turkuvaz Grubu’nun da bir parçası olduğu Çalık var. İktidara yaran olmuş Demirörenler, Cinerler var. Dahası medya patronu kayınpederi iktidarca dümdüz edilirken, o iktidara Trump’len olmuş Mehmet Ali Yalçındağlar var.
Başkaları da var elbette, yok yok listede… Ama en çok Türkiye’de son yirmi yılda dinbazlığın devr-i iktidarında kendilerine yürü ya kulum denmiş olanlar en parlak sayfalarını oluşturuyor Pandora belgelerinin…
Sözün özü, Pandora’nın kutusu dinbazlığa açılmış görünüyor.
Bâtıl düzene yâr oldular
İçerisinden çıktıkları siyasi-ideolojik gelenek ve hareket (Millî Görüş), Batı’ya “Bâtıl” demekteydi. Batı kapitalizmini, onun faizci işleyişini “Bâtıl Düzen” diye reddetmekteydi.
Bunlar o düzene yâr oldular, onun sunduklarını havuduyla (faiziyle) götürdüler.
Seleflerinin sistemli olarak Batı’yı bâtıllayan çizgisinden kopup sistemli olarak Batı’ya bağlanmayı tercih ettiler.
Vergiden kaçıp faize koşanların iktidarını temsil ettiler.
Burada siyasal İslamın iflasa mahkûmluğunu 30 yıl önce “müjdelemiş” Olivier Roy’un bunu öne sürerken yaptığı temellendirmeye geri dönecek olursak, ne diyordu; siyasal İslam, karşı çıkarak kendini var ettiği modernizmin kötü bir kopyası olmaktan öteye gidemiyor, gidemez, gidemeyecektir. Peki, modernizmle kastedilen ne? Küresel kapitalizm, finans-kapital, offshore şirketler, İngiliz Virgin Adaları…
O halde sonuç: Bâtıl düzen karşıtlığını dillerine dolayarak iktidara geldiler, o bâtıl düzenin kötü bir kopyası, Roy’un 1990 başlarında öngördüğü şekilde siyasal İslam’ın iflasının ete-kemiğe bürünmüş hali oldular.
Merkez Bankası Vergi Dairesi: Rabia!
İslamcılığın iflasının bu foyası ortaya çıkmış haline bilindiği üzere uzun zamandan beri dinbazlık demeyi uygun görüyoruz.
Bugün dinbazlıkları da artık hiçbir şekilde dikiş tutmaz noktaya gelmiş durumda.
Artık hiç kimseye hitap etmeyen bir kamuflajdan ibaret “Rabia” dörtlemesi de (“Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet”) o kamuflajın içinde çoktan ölmüş ve çürümekte olan dinbaz iktidardan yükselen kokuları bastırmaya yetmiyor.
Aslında “Rabia”nın ne olduğunu bize şen-şakrak bir “lapsus” eşliğinde Binali Yıldırım dört yıl kadar önce çok güzel faş etmişti. Kulakları çınlasın, 2017’de başbakanken bu “Erdoğan Rabiası”nı salonlarda-meydanlarda sıklıkla tekrarlıyor ama her seferinde sıralamayı karıştırıyordu. Bu yüzden Erdoğan da kendisine sitem etmişti, “Şunun sıralamasını bir türlü doğru yapamadın” diye…
Binali Bey anlatmaya tatlı tatlı pür-neşe devam ediyor: “Kafaya hafızaya bir kere yanlış kaydoldu. Şimdi doğrusunu söyleyelim: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. MB, Merkez Bankası; VD, Vergi Dairesi!..”
Gördünüz mü neymiş?!..
Sözde Millet ve Bayrak, özde Merkez Bankası…
Sözde Vatan ve Devlet, özde Vergi Dairesi.
İşte size “Rabia”nın özü!..
Ama tabii bu “öz” de yalnız sizi-beni bağlıyor. Offshore “Beyaz Müslümanlar”ı değil.
(KAYNAKLAR: Olivier Roy, Islam and Resistance in Afghanistan, Cambridge University Press, 1986; Siyasal İslamın İflası, Metis, 1994; Tayfun Atay, Parti Cemaat Tarikat: 2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri, Can, 2017.)