Tayfun Atay
Hepimiz Mezopotamya çocuğuyuz
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın “#MezopotamyaÇocuğuBülent” etiketinin ve onun arkasında duran kitlenin, insanlık için yalnızca onur sayılabilecek bir atfı hakaretamiz mahiyette işlerliğe sokarak kendi adlarına ancak üzüntü duyulabilecek bir vahamet sergiledikleri söylenebilir. Çünkü Türkçü etnosantrik tutulmalardan birazcık sıyrılarak bir parçası oldukları insanlık tarihi ölçeğinden kendilerine bakabilseler, aslında onlar da dâhil hepimizin ve bir bütün olarak insanlığın “Mezopotamya çocuğu” olduğunu fark edebileceklerdir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin yeni anayasa önerisinin kamuoyu ile paylaşılması ardından Habertürk TV’deki programında sunucu Ebru Baki’nin konuklarıyla birlikte yaptığı değerlendirmede sergilediği üslup tepkilere yol açtı. MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter, Twitter hesabından paylaştığı mesajında sunucu ve program konuklarını ağır bir dille hedef aldı. Ertesi gün ise aynı programda Habertürk Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir, kendisinin Baki’nin program partneri olduğunu da kaydederek Yönter’e ve onun tweet’inde yer alan sözlere karşı bir değerlendirmede bulundu. Aydemir, sözlerini ne bir eksik ne bir fazla kendisine aynen iade ettiğini belirterek Yönter’i özür dilemeye çağırdı. Bu arada Diyarbakır’da doğup büyüdüğünü ve “Mezopotamya çocuğu” olduğunu kaydedip buradan “delikanlılık” ve “bu toprakların her karışına âşıklık” retoriğine açıldı ve eğer Yönter’in sözlerini tasvip ediyorlarsa MHP kurumsal kişiliğine de özür dileme çağrısında bulunarak sözlerini tamamladı.
Tabii ardından daha büyük bir kıyamet koptu ve MHP hem kurumsal hem de kitlesel olarak harekete geçip sosyal medyadan Aydemir’in “üzerine yürüdü”. Bu defa, zaten her daim kışkırtıcı söz ve mesajlarıyla ayırt edilen diğer Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın öne çıktı ve attığı tweet’de “Habertürk’te boy gösteren Ebru Baki, Bülent Aydemir ve benzerlerine sesleniyoruz; TBMM’de temsil edilen ve maşeri vicdanı aksettiren MHP’nin kurumsal kimliğini, medya kuruluşu sıfatıyla hedef alamazsınız” yazdıktan sonra mesajını “#MezopotamyaÇocuğuBülent” etiketi iliştirerek bağladı.
Bir iletişim felaketi
“Mezopotamya-çocuğu Bülent”!.. Türk milliyetçiliği temelinde siyaset yapan partinin önde gelen bir ismi tarafından sosyal medyada dolaşıma sokulan bu etiket hiç kuşkusuz kendi parti tabanına yönelik olup, o tabanda mevcut etnofobik motif ve motivasyonlara dönük bir göndermede bulunmaktaydı. Elbette sonuç da aldı. Etiketle titreşimsel mahiyette soycu-sopçu tweet’ler, tehdit ve hakaret içerikli olarak “Mezopotamya-çocuğu” Bülent Aydemir’in üzerine boca edildi.
MHP Genel Başkan Yardımcısı’nın bu mesajı, en hafifinden, onunla eşzamanlı kamuoyu gündemine gelmiş olan AKP’nin “128 milyar” tartışmasını bastırmaya dönük şekilde CHP’yi hedef aldığı çizgi film gibi bir iletişim felaketi olarak yorumlanabilir. Semih Yalçın’ın etiketi arkasında duran kitlenin de insanlık için yalnızca onur sayılabilecek bir atfı hakaretamiz mahiyette işlerliğe sokarak kendi adlarına ancak üzüntü duyulabilecek bir vahamet sergiledikleri söylenebilir.
Çünkü Türkçü etnosantrik tutulmalardan birazcık sıyrılarak bir parçası oldukları insanlık tarihi ölçeğinden kendilerine bakabilseler, aslında onlar da dâhil hepimizin ve bir bütün olarak insanlığın “Mezopotamya çocuğu” olduğunu fark edebileceklerdir.
Yediğiniz ekmek, Mezopotamya’dan çıktı
Eski Yunanca “iki-nehir-arası toprak” demek olan Mezopotamya, her ikisi de Anadolu’dan kaynağını alan Fırat ve Dicle nehirlerinin tatlı bir kavisle aka aka denize döküldükleri Basra Körfezi’ne kadar inen hatta, onların arasında ve etrafında yer alan topraklara bütünleyici mahiyette verilen isim... Prehistorya, arkeoloji ve antropoloji terminolojisinde “Verimli Hilal” (Fertile Crescent) adıyla karşımıza çıkan toprakların merkezinde yer alan bu coğrafya, günümüzden 10 bin yıl önce gerçekleşmiş ve insanlık tarihinde bir dönüm noktası oluşturan Tarım Devrimi’ne beşiklik etmiştir.
İnsanlığın yiyeceğini tüketime hazır mahiyette doğadan avcılık-toplayıcılık yaparak sağladığı aşamadan yiyecek üreticiliğine geçtiği Mezopotamya, toprakla aşkımızın başladığı yer!.. Toprağın insana hem tarla olarak (çiftçilik) hem otlak olarak (hayvancılık) nimet sunmaya başladığı yer… Avcı-toplayıcı insanın çiftçi-çoban insana dönüştüğü yer.
Ve Mezopotamya, Semih Yalçın’ın doğum yeri Gemerek’e komşu Şarkışla’nın Sivrialan köyünden bu ülke adına dünyaya bir onur nişanesi olarak çıkmış Âşık Veysel’in “Kara Toprak” şiirindeki dizelerin içeriğinin insanlığa ilk müjdelendiği yer:
“Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır.”
Sivas, Şarkışla, Gemerek ve tümüyle Anadolu hem Mezopotamya’nın can suyunun membaı hem de onun ayrılmaz parçasıdır dense yeridir. Doğusu İran’ın Zağros Dağları’na, güneyi Arabistan çöllerine, batısı Akdeniz’e açılan Mezopotamya’nın kuzeyi Anadolu’nun Güneydoğu’sundan içlerine kadar uzanır: Çayönü (Ergani-Diyarbakır), Aşıklı Höyük (Niğde), Süberde/Görüklük Tepe (Suğla-Seydişehir), Hacılar (Burdur), Can Hasan (Karaman), Çatalhöyük (Çumra-Konya), Erbaba (Beyşehir) ve daha da batıya doğru, Aktopraklık Höyük (Bursa)… Bunlar, Mezopotamya’nın bizim bulunduğumuz coğrafyadaki uzantıları yahut ondan etkilendiği kadar onu etkilemiş/biçimlemiş de olabilecek neolitik (tarımsal) yerleşmelerdir.
İnandığınız Allah, Mezopotamya’dan çıktı
Hayvan ve bitki evcilleştirmesi, yani tarımın başlangıç istasyonu Mezopotamya, insanlığın bu büyük kültürel dönüşümü süreğinde köylerden şehirlere, zanaattan ticarete, yazıdan devlete, matematikten mimarlık mühendislik madenciliğe, para ve pazar ekonomisine açılan yelpazede bugün de hayatımızda belirleyici birçok yenilikle birlikte üç büyük tektanrıcı semavî dinin doğuşunu borçlu olduğumuz yerdir aynı zamanda…
İçerisine doğduğu çoktanrıcı geleneği tek tanrı inancına evriltmiş, bu doğrultuda Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın kurucu babası sayılan, bunun yanı sıra eşi Hacer ve oğlu İsmail’le Hicaz’a gelip Kâbe’yi inşa eden İbrahim Peygamber bir Mezopotamya çocuğudur.
Peygamber Muhammed’in de çoktanrıcı Kureyş’in inanç sistemini tek bir Allah inancına dönüştürürken o Arap politeizmi içinde İbrahim’in tektanrı inancını temsil edip sürdüren “Hanîf”lerden etkilendiği-esinlendiği kuvvetle ileri sürülebilir.
Üç semavî dinde de ilk insan Âdem, çiftçidir; eşiyle birlikte yasak meyveyi yedikten sonra Allah’ın “Geçimin topraktan olacak” kaydı eşliğinde cennetten dünyaya inmiştir. İki oğlundan biri (Habil) çoban, diğeri (Kabil) çiftçidir. Bunların hepsi, insanlık tarihinde Mezopotamya gerçekliğinde yaşanan ekonomik ve kültürel (yaşam-biçimsel) dönüşümlerin İslam’ın da içinde yer aldığı inanç tasarımlarında izi sürülebilecek motifleridir.
Nihayet “Allah” lâfz-ı celîlinin de bir Mezopotamya halkı olarak milattan önce 13’üncü yüzyıldan itibaren varlıkları tespit edilebilen Aramiler’in dilinden ve Aramice “Alaha”dan türediğine ilişkin görüşleri burada not edelim. Neticede Arap Yarımadası’nda Hicaz’da 7’nci yüzyıl başında insanlığa müjdelenen din-i İslam’ın tarihsel-arkeolojik köklerine inildiğinde karşımıza çıkan Mezopotamya’dır.
Dolayısıyla, bir İbrahimî din olan İslam’a mensup ve “Muhammedî” hayat tarzına meftun olanların Mezopotamya ile alıp veremediği hiçbir şey olmaz; olsa olsa Mezopotamya’ya bir gönül borcu olur!.. Ve İslam’la şereflendiğini düşünen şahsiyetlerin de eğer bir parça izan ve feraset sahibi iseler “Mezopotamya çocukları”na öfkeyle değil saygıyla ve sevgiyle yaklaşmaları gerekir.
Övündüğünüz Osmanlı da Mezopotamya’dan çıktı
Tektanrıcı semavi/İbrahimî inanç geleneğinin yanı sıra büyük toprak parçaları üzerinde tarımsal üretimin rantıyla varlık bulan sultanlıkları, krallıkları, imparatorlukları da Mezopotamya’ya borçluyuz. Bu doğrultuda Roma’yı, Pers’i, Bizans’ı, Sasanileri, Emevi ve Abbasileri olduğu kadar Selçuklu ve Osmanlı’yı da esas itibarıyla günümüzden 10 bin yıl öncesinden başlayarak Mezopotamya’da olmuş bitmiş gelişmelere borçluyuz.
Avrupa feodalitesinin olduğu gibi, Osmanlı tımar sisteminin de geçmişe doğru izini sürdüğünüzde yolunuz Dicle ve Fırat arasında ve çevresinde yer alan topraklarda, “Mümbit Hilal”de binlerce yıl öncesinde yaşananlara kadar geriye açılacaktır.
Türklüğün kökeni Çin’de kayıtlı
Türklerin bir tarih-öncesi yahut ön-tarihi var mıdır, mutlaka vardır; hiçbir halk yoktan var olmaz, dolayısıyla “Proto-Türkler”den bahsetmek mümkün… Bununla birlikte Proto-Türk unsurların varlığı noktasında Orta Asya’daki arkeolojik çalışmalara bel bağlamış görünen milliyetçi tarihçilik dahi Türk tarihinde Göktürk döneminin öncesine ait bulguların halihazırda ancak yabancı halkların-uygarlıkların yazılı kaynaklarına dayandığını belirtmekten kaçınamamaktadır. Bu doğrultuda Türklerin tarihine ilişkin kayıt altına alınmış ilk izlerin Hsiung-nu’lara (veya Hiong-nu) kadar geriye sürülebildiği ortadadır. Milattan önce 4’üncü yüzyıldan itibaren tarih sahnesine çıktıkları tespit edilebilen Hsiung-nu’lar, yani Hunlarla ilgili bilgileri ise, şimdi Sinovac aşısını da olduğu gibi Çinlilere borçluyuz!..
Hunların varlığını da; Çince kelime yanlış şekilde transkripsiyona uğratıldığı için “Mete” diye bildiğimiz Hunların büyük hanı Mao-tun’un varlığını da; ve genel olarak İslam öncesi Orta Asya Türk tarihine ilişkin pek çok detayı da Çin kaynaklarından, Sülale Yıllıklarından öğreniyoruz.
Kısacası Orta Asya Türklüğünün tarihsel köklerine en çok Çin dolayımıyla vasıl olabiliyoruz.
Buna karşılık, yeryüzünde yazılı kültürün ilk kez günümüzden 5 bin yıl önce sökün ettiği Mezopotamya, Anadolu coğrafyamızın tarihine de Anadolu’ya göç edip yerleşmiş-devletleşmiş Türk topluluklarının kültürel örüntüsüne, yani maddi ve manevi dünyasına da derinlikli olarak bir hayli nüfuz etmiş bulunuyor.
O yüzden milattan önce 4’üncü yüzyıldan itibaren Çin kaynaklarına kaydı düşülmüş anlı-şanlı Türk tarihine de Türk kimliğine de canla başla sahip çıkın elbette… Ama doğup büyüdüğünüz Anadolu toprağı hatırına, tarımın beşiği-medeniyetin eşiği 10 bin yıllık “mütevazı” Mezopotamya tarihine de haksızlık etmeyin, Mezopotamya çocuklarına hakaret de etmeyin!..
(İlgili kaynaklar: Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi Yayınları, 1974; Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, Varlık Yayınları, 1978; Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınevi, 2013; Necmi Karul, “Anadolu’nun İlk Çiftçileri”, National Geographic Türkiye, Ağustos 2019; Neşet Çağatay, 100 Soruda İslam Tarihi, Gerçek Yayınevi, 1972; Özkan İzgi, Kutluk Bilge Kül Kağan-Böğü Kağan ve Uygurlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1986; Ufuk Esin, “Tarihöncesi Çağlarda Anadolu’da İlk Üretim Aşaması”, Toplum ve Bilim, Sayı: 6-7, 1978; Umay Türkeş-Günay, Türklerin Tarihi, Akçağ Yayınları, 2015)