Süreyya Su
Gustav Klimt ve Viyana Modernizmi
Vienna Secession’un kurucusu ve dolayısıyla modernizmi çöken Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna getirerek kültürel hayatta bir atılım başlatan Gustav Klimt, 6 Şubat 1918’de İspanyol gribinden öldü. O yıl bir başka Avusturyalı ressam, ekspresyonizmin ünlü temsilcilerinden Egon Schiele de İspanyol gribinden öldü. Bir yüzyıl bitip yeni bir yüzyıl başlarken Avusturya’da da bir şeyler bitiyor, yeniler doğuyordu.
19. yüzyılın son yirmi yılına gelindiğinde Avrupa’da sadece iki imparatorluk kalmıştı. Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu… Osmanlı İmparatorluğu iki yüz yıldır Avrupa’dan çekiliyordu ama gene de elinde kalan küçük bir yerden tutunup orada kalmaya çalışıyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise daha büyük bir alanda hüküm sürüyordu. O da bütün imparatorluklar gibi farklı halklardan oluşuyordu. Ama bu dönem 1848’de başlayan ulusalcılığın artık doruğa çıktığı ve farklı halklardan oluşan devletlerin ayaklanmalarla sarsıldıkları bir dönemdi. İmparatorluklar çağının kapanıp ulus-devletler çağının başladığı bu dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hem tükenişe hem oluşuma sahne oluyordu. 1880-1920 arasında politik ve toplumsal alanlarda bir çöküş yaşanırken sanat, edebiyat ve düşünce alanlarında muhteşem bir yükseliş meydana geliyordu. İmparatorluk sınırlarının bu dönemde en geniş boyutlarında olmasına rağmen yaşanan bu durum tuhaf bir çelişki gibi durmaktadır.[1] Ama kültürel alandaki bu sıçrayış bir bakıma tam da politik iktidarın zayıflamasıyla ilişkilidir. Orta Avrupa’da yaşanan politik çöküş kültürel alanlarda eşine ender rastlanır bir yükselişe neden olmuştur.
Çökerken Yükseliş
Bu yükselişi sadece muhafazakâr kültürü himaye eden İmparatorluğun çöküşüne bağlamak doğru olmaz elbette. Yükselişin asıl kaynağı İmparatorluk çökerken özgürleşen kozmopolit kültürdür. Kozmopolit kültür, çok kaynaktan beslenen, çeşitli kültürlerin birbirlerinden doğal bir süreç içinde etkilenmeleriyle oluşan bir kültürdür. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hemen bütün Orta Avrupa’yı ve o bölgede yaşayan ulusları egemenliği altında bulunduran çokkültürlü bir imparatorluktu.
Politik düzlemde İmparatorluk dağılmanın eşiğindeydi ve hanedanın eski düzeni sürdürme çabası boşunaydı. Ayrıca, burjuva kültürü ve bu kültürden çıkan sanat artık yaşamı ve ondaki değişimleri kavrama ve anlamlandırma konularında yetersizdi. Toplumu ve insanı hâlâ eski kalıplar ve ölçütler içinde tanımlama çabaları, mevcut sanatın inandırıcılığını yitirmesine yol açmıştı. Bununla beraber, burjuva kültürü kendi eleştirmenlerini kendi içinden yetiştirmişti. Aydınlanmayla başlayan değişim fırtınasının Orta Avrupa’ya kadar ulaşıp eskiden kalan her şeyi yıktığı bir zamanda eleştirel ve yenilikçi sanatçıları, yazarları, bilim insanlarını, düşünürleri susturup bastırmak artık mümkün değildi. 19. yüzyılın sonunda Viyana’nın da modernizmin bir başkenti haline gelmesi bu durumla açıklanabilir. Resim alanında Gustav Klimt, Egon Schiele ve Oskar Kokoschka modernizmin Viyana’daki temelini attılar.
Vienna Secession
Bu “çöküş ve yükseliş” dönemine sanat alanında önce Vienna Secession akımı, sonra da Ekspresyonizm damgasını vurmuştur. Vienna Secession, Art Nouveau’nun Avusturya’daki yansıması olarak görülebilir. 1897’de bir dernek olarak kurulmuştur. İlk başkanı Gustav Klimt’dir. Klimt’in ilgileri doğrultusunda Secession belli bir veya birkaç sanat dalıyla sınırlı kalmamış, geniş bir alana yayılarak bütün bir sanat yapıtını (gesamtkusntwerk) amaç edinmiştir. Mimarlıktan bina iç resimlerine, mobilya tasarımından vitraya, tabak-çanak desenlerinden resme kadar her alanda etkisini göstermiştir.[2]
Secession, Almanca ayrılma anlamına gelir ve özel olarak genç sanatçıların resmî akademiden ayrılmalarına gönderme yapar. 19. yüzyılın sonuna gelirken özellikle Almanca konuşulan ülkelerde akademiler genç sanatçılar tarafından protesto ediliyordu. Akademi muhafazakâr bir devletin muhafazakâr kurumlarından biriydi. Akademi öğrencilere katı bir biçimciliği ve daha önceki kuşakların estetik önyargılarını empoze ediyordu.
Vienna Secession, 25 Mayıs 1897’de, Viyanalı Sanatçılar Derneği’nden ayrılan on dokuz sanatçı ve mimardan oluşmuş bir gruptu. Muhafazakâr sanatçıların benimsediği üslupları reddeden grubun amacı modernizme katılmaktı. İlk başlarda grup üyeleri Art Nouveau’ya bağlıydılar. Nitekim Avusturya’da Art Nouveau’ya Sezessionstil deniyordu. Vienna Secession, düzenlediği sergilerde Avusturyalı sanat izleyicisini Empresyonizm, Sembolizm, Post-Empresyonizm, Arts & Crafts Hareketi ve Art Nouveau ile tanıştırdı. Grup ayrıca, Art Nouveau tasarımlarını ve sanatta yeni akımları yaymak amacıyla bir dergi de yayımlamıştır.
Grubun üyeleri Paris’in avangard havasını Viyana’ya taşımak istiyorlardı. Klimt ve arkadaşları yirmi üç yıl önce Fransız empresyonistlerin başlattığı modernizmi Avusturya’ya getirmekte kararlıydılar. Grubun mottosu şuydu: Der zeit ihre Kunst, der Kunst ihre Frieheit (Her zamana kendi sanatı ve her sanata kendi özgürlüğü). Bu mottoya uygun olarak Klimt, grup üyelerine sanatın ne olması gerektiği hakkında hüküm vermekten çok yol gösterici bir ışık tutuyordu. Bu sayede, her ne kadar sanatçıların yapıtlarında ortak bir üslup görülebilse de farklılıklar daha dikkat çekicidir.
Süsleme ve Suç
Gruptaki sanatçıların ortaklığı sanat anlayışına dair bazı ilkelere dayanır. Öncelikle sanatta hiçbir şey doğrudan ve apaçık ifade edilemez; ancak ima edilebilir. Ayrıca aslolan çizgi değil, renktir, ama bu da genellenemez; Egon Schiele için ise çizgi daha önemlidir. Bu yüzden Vienna Secession’un belli başlı özelliklerini ortaya çıkarmak için Klimt’in yapıtlarına bakmak ve grubu Klimt’le özdeşleştirmek sanat tarihi açısından daha kullanışlıdır.
Klimt’in resimlerinin birçoğuna baktığımızda anıtsallıkları ve duygulara hitap etme gücü etkileyicidir. Klimt’in altın ve gümüşü büyük ölçüde kullanışı, resimlerini Bizans ikonalarına benzetir. Secession içindeki diğer ressamlar bile süslemeyi Klimt kadar sık ve başarılı kullanmamıştır. Klimt’in süslemeciliğinin ışıltısı ve göz alıcılığı, İmparatorluk gücünün ve kültürünün sahte görkemi ile bir suç ortaklığı aramaya neden olur. Nitekim dönemin mimarlığında öne çıkan süsleme tutkusu gerçeklikten uzaklaşmayı sağlayan bir estetik araca dönüşmüştü. 19. yüzyılın sonuna doğru cenaze törenleri bile görkemli ve pahalı gösteriler haline gelmişti. Avusturya’da modernist bir hareket olarak ortaya çıkan Jugendstil ve Secession’un mevcut düzenle suç ortaklığını Adolf Loos ortaya çıkarmıştır. O, Süsleme ve Suç[3] adlı kitabında mimarlık ve tasarım alanlarındaki süslemeye savaş ilan ediyordu. Ona göre, süsleme dünyayı gerçekte olduğu gibi görmekten kaçınan bir toplumun semptomudur. Avusturya burjuvazisi için “sanatla ilgilenmek, toplumsal sorunlarla ilgilenmenin getireceği ciddi sorumluluklardan uzak kalmayı, bunlardan uzak tatlı bir hayat sürmeyi ve en azından hayatın sıkıcılığını azaltıp hoşça vakit geçirmeyi sağlıyordu.”[4]
Osman Erden’in de belirttiği gibi, Klimt, her ne kadar Avusturya’da modernizmin temsilcisi ve kurucusu olsa da bir dekorasyon ressamı olmaktan kendini geri tutamamıştır.[5] Avusturya’da modernizmin temelini atan Secession’un kurucusu olmasına rağmen aslında tam bir modernist olmamış, geleneksel sanat anlayışına uygun olarak süslemeyi büyük ölçüde kullanarak resimler yapmıştır. Gustav Klimt, modernizmin sanat ile hayatı birleştirme fikrini, hayatı estetize ederek yorumlamayı tercih etmiştir. Avusturya’da modernizmin daha aslına uygun temsilcisi ekspresyonizmdir. Ekspresyonizm, Vienna Secession gibi çekingen değildir, bilakis Egon Schiele ve Oskar Kokoschka’nın resimlerindeki cesaret ve olağanüstülükte görüldüğü gibi avangard bir ruhtan beslenir. Ekspresyonizm başka bir yazının konusu olur.
[1] Güven Turan, “Tükenirken Son Parlayış”, Sanat Dünyamız Sayı 109, 2008, s. 111
[2] Güven Turan, s. 120
[3] Adolf Loos, Süsleme ve Cürüm, çev: Erdem Ceylan, Arketon, 2020
[4] Ünsal Oskay’dan akt. Osman Erden, Modern Sanatın Kısa Tarihi, Hayalperest, 2016, s. 110
[5] Osman Erden, s. 112