Geleceği Hatırlamak: Covid-19’un erken hatıratı

Güvenilir olmayan bellek işletim sistemimizin bugün yaşadıklarımızı yarın kendimize bile hissettirmeden eğip bükmemesi için, yarını beklemeden onları sözle bugünden bağlayıcı kılmak gerekli. O nedenle yaşadığımız, tanık ve taraf olduğumuz olayları ve özellikle hayatımızın pek muhtemelen tek pandemisini, yarın hakikate en yakın biçimde hatırlayabilmek için hayatı bugünden söze, harfe, dile dönüştürmek zorunlu…

Yarın muktedirlerin hatıratı neyi iddia ederse etsin, SARS-CoV-2 virüsünün toplum genelinde ölçüsüzce yayılmasının müsebbibinin turizm uğruna tüketici kredileri veren, kontrolsüz ve plansız biçimde ülke dışından gelecek turistlere sınır kapılarını ardına kadar açan, “çarklar dönecek” diye insanları serbest piyasanın dişlileri arasına atan ve yurttaşa “maske – mesafe – temizlik” uyarısı yapmak dışında hiçbir önlem almayan siyasi iktidar sahipleri olduğunu hatırlayalım

Geçmişte bırakılan, dünde kalan, yitip giden, bugün eksikliği çekilen, aranıp da bulunamayan anlardan oluşur anılar değil mi? Peki ama yarının anısı bugünden kurulabilir mi? Geleceğin kurgusu belleğin hard diskine bugünden nakşedilebilir mi?..

Olmaz demeyin... Araştırmalar olaylara tanık olan insanların, tanıklıktan çok kısa bir zaman sonra dahi yaşananları çok farklı hatırladığını ortaya koyuyor. O nedenle aynı olayın taraflarının hatıraları birbirlerinden oldukça farklı ve birbirleriyle tutarsız. Çünkü bellek kayıtları, tanık olunan olaylardaki boşlukları bellek sahibinin dünyaya bakışına göre dolduruyor; bellek sahibine bile hissettirmeden...

Dahası; eğer aynı olaya tanık olan birkaç kişi varsa ve bu kişilerden birkaçı olayı oldukça emin biçimde hatırladıklarını iddia ediyorlarsa, bu iddia sahiplerinin anıları olup biten gerçeğin ve yaşananın oldukça dışında dahi olsa, aynı olaya tanık olan diğer kişiler kendi hatıralarını bu güçlü iddia sahiplerinin anılarıyla uyumlu hale getiriyorlar. Onlara itiraz edip kendi bellek kayıtlarındaki anıları ve gerçeği ifade etmek yerine, güçlü iddia sahiplerinin anılarına uymayı tercih ediyorlar.

Hal böyleyse gerçekten geçmiş hatırlanabilir mi? Ya da başka bir ifadeyle soracak olursak; düne dair hatırladıklarımız bir gerçeğe ve hakikate işaret eder mi?

Yoksa hatıralarımız, gerçeğin eğilip bükülmüş, tahrif edilmiş bellek kayıtları mıdır sadece?

Konar-Göçerlikten Kalıcılığa

Peki ya gelecek? O nasıl kurgulanıyor an yaşanırken?.. Nasıl var ediyoruz geleceği? Daha doğrusu; yarın “anı” olarak hatırlayacağımız anları nasıl şekillendiriyoruz onları yaşarken? Bugün tanık olduğumuz gerçeği dillendirememenin utancından nasıl kurtarıyoruz vicdanımızı yarın anlatacağımız anılarda? Statüsel ve sınıfsal zincirlerimizi kaybetmemek için bugün işlediğimiz suçlar nasıl olup da bellek kayıtlarımıza işlenmiyor? Nasıl oluyor da yıllar sonra hatıratımızı kaleme alırken, büyük bir huzurla, yaşananların tam aksini “geçmişin yaşanmış gerçekleri” diye yazabiliyoruz?

Velhasıl, insan zor bilmece. Çözülmesi için sorular sordukça çözümsüzlük derinleşiyor...

Öte yandan bellek kayıtlarının şekillendirdiği anıların bu tutarsız ve kurgu halini, hakikati bugün kasten bükenlerle ya da bugün bilerek yalana sığınanlarla eş tutmamak, aynı kefede tartmamak önemli.

Hal böyleyse güvenilir olmayan bellek işletim sistemimizin bugün yaşadıklarımızı yarın kendimize bile hissettirmeden eğip bükmemesi için, yarını beklemeden onları sözle bugünden bağlayıcı kılmak gerekli. O nedenle yaşadığımız, tanık ve taraf olduğumuz olayları ve özellikle hayatımızın pek muhtemelen tek pandemisini, yarın hakikate en yakın biçimde hatırlayabilmek için hayatı bugünden söze, harfe, dile dönüştürmek zorunlu. Değişen, devingen, tutarsız sözel kültürden; kalıcı, eleştirel ve özeleştirel, nispeten tutarlı bir yazılı kültüre dönüştürmek hayati. At üstünde her şeyin günün koşullarına göre değiştiği ve yeniden kurulduğu bir konar-göçerlikten; kalıcılığın, dünü ve yarını aynı mekân ve varoluşta yaşamanın, dolayısıyla arşivin ve belgenin diline çevirmek önemli.

Aksi halde söz uçuyor ve hatıralar, failleri mağdur ve kahraman yapıyor yıllar sonra.

COVID-19

O halde yarın muktedirlerin hatıratı neyi iddia ederse etsin, COVID-19 pandemisinin gerçek kahramanlarının sağlık çalışanları olduğunu hatırlayalım. Özellikle salgının ilk aylarında maskesiz ve korunmasız çalışan, hastalanan ama meslek hastası sayılmayan, meslektaşlarının ellerinin arasından kayıp gitmesinin acısını yaşayan ama şiddet gören, bir yere kaçmayan, en ön safta duran, ölmemek için sonuçları açıklanmamış aşıyı dahi gönül rahatlığıyla kendisine uygulayan ama egemenlerden “istifa yasağı” dışında bir karşılık göremeyen sağlık çalışanları olduğunu hatırlayalım!..

O halde yarın muktedirlerin hatıratı neyi iddia ederse etsin, SARS-CoV-2 virüsünün toplum genelinde ölçüsüzce yayılmasının müsebbibinin turizm uğruna tüketici kredileri veren, kontrolsüz ve plansız biçimde ülke dışından gelecek turistlere sınır kapılarını ardına kadar açan, “çarklar dönecek” diye insanları serbest piyasanın dişlileri arasına atan ve yurttaşa “maske – mesafe – temizlik” uyarısı yapmak dışında hiçbir önlem almayan siyasi iktidar sahipleri olduğunu hatırlayalım.

O halde yarın muktedirlerin hatıratı neyi iddia ederse etsin, COVID-19 pandemisinin ülke genelinde beklenenden ve mümkün olabilenden çok daha fazla hastalık ve ölüme yol açtığını, tam da yaşanacak çağlarda insanların öldüğünü, “yaşlı”ların yaşları gereği suçlanıp tecrit edildiğini, “süper bulaştırıcı” adı altında insanların afişe edildiğini, acının ve göz yaşının çok ama çok fazla olduğunu hatırlayalım.

Ve yarın muktedirlerin hatıratı neyi iddia ederse etsin, sağlıklı yaşamanın herkes için bir insan hakkı olduğunu, sağlık hizmetinin ticaretin insafsızlığına terk edilmesinin ölüm anlamına geldiğini, sağlığı ve hayatı eşit biçimde paylaşamayan toplumların hastalık ve ölümü de eşitsiz yaşadığını, kederin ve yasın ağırlıkla yoksullar ve yoksunlara düştüğünü belleklerimize kaydedelim.

Tek bir dünyanın olduğunu, doğayı, hayvanı ve insanı bir bütün olarak algılayan, sürdürülebilir gelecek ve yaşamı önceleyen bir uygarlık anlayışıyla yarınları inşa etmemiz gerektiğini belleyelim.

Hatırlama(ma)k

Kimileri toplumsal barışa giden yolun hatırlamamaktan geçtiğini iddia edebilir.

Aslında haklıdırlar belki de ilk bakışta. Ne de olsa yüzyıllık yalnızlığımızda hatırladıklarımız, insan olmaya ve kalmaya çabalayanlar için hiç de gurur verici olmayacaktır bu topraklarda.

Ama insan kendisiyle, toplumuyla, dünyasıyla unutarak barışamaz. Çünkü hatırlamamak için bastırılan bir gün çıkar gelir; dünden daha ürkütücü ve yıkıcı bir güçle.

O nedenle insan, geçmişini, hatalarını, kendisini var eden hakikatleri mümkün olabilen en doğru biçimde hatırlayarak affeder kendisini, toplumunu, dünyayı. İnsan, belleğinin diplerine gömerek unutmak istediği hatıralardan ancak onları gün ışığına taşıyarak kurtulabilir. Aksi halde unutmak istedikleri bir gölge gibi izler kendisini. Dün ve geçmiş bırakmaz yakasını. Unuttuğunu unutsa dahi, adını koyamadığı bir iç sıkıntısı kaplar hayatının dört bir yanını. Anlamlandıramadığı, tarifleyemediği, söze dökemediği bir buhran kaplar yaşamını.

Unutmayalım ki insan, hatırlayarak ve hatırladıklarını söze ve dile dökerek kurtulur geçmişin yükünden.

Var edilmiş kahramanlık ve başarı hikâyeleri arasında gözden kaybolanları, yitip gidenleri, düşenleri hatırlayarak, onların yitip gidişlerini görmemek için bakışlarını öte yana çevirdiği anları samimi ve içten bir pişmanlıkla hafızasına yeniden taşıyarak kurtulur utançlarından. Biraz daha insan olur yeni baştan.

Hatırlamak, durmuş, akıp gitmeyen, zaman çengeline asılı kalmış bir yaşamın yeniden akmaya başlaması demektir her zaman…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Elbek Arşivi