Memetcan Demiray
Ekonomi mi? Sizin 'tasarruf'unuz...
Bir taraftan ikinci el satış siteleri patladı, insanlar internette tişört ve ayakkabılarını satıyor. Diğer yandan kar yağışı nedeniyle motokuryeler iki gün trafikten çekilince "tüketim" aksıyor, pizza severler çılgına dönüyor! Hâlâ çok mu zenginiz, yoksa battık, bittik mi? Erich Fromm'un "homo consumens"i, Türkiye'de hayli enteresan bir dönemden geçiyor!
"Devir tasarruf devri"... Yeşilçam'dan 90'lara, ülkemizde kaç nesil bu şiarla yetişti. Öyle ya, belki bir 2. Dünya Savaşı'nın yıkımını yaşamamıştık ama bunca iç ve dış düşman (!) varken başımıza neler geleceğini kim bilebilirdi? "Yerli malı yurdun malı"ydı ve "ak akçe kara gün için"di. Hem azıcık para biriktirsek iyi kötü bir otomobil, hatta belki genç yaşta bir ev sahibi olmak da ihtimal dahilindeydi.
"Tasarruf" kavramı 2000'lerde AKP ile tarih olacaktı. Şimdi bol bol tüketmeliydik ki "çarklar dönsün"! İşte beton bloklar yükseliyor, cennet Mahmutbey'de 12 yıl vade ve sıfır faiz imkânıyla TEM manzaralı 1+1 daireler bizi bekliyordu! Tabii gıcır gıcır "duble yollarımız" için de ithal araçlar şarttı. Peki hangisinin kapı sesi "daha tok"? Volkswagen'ciler ile Audi'ciler kozlarını Ekşisözlük'te paylaşacaktı!
AVM'ler, otel zincirleri, rezidanslar, 81 ile üniversite ve havalimanı... Her biri birer "modernleşme" şaheseriydi! Ve bir dolar bir lira, avro sudan ucuzken hafta sonu kaçamağımız Avusturya ve İngiltere, yeni tatil cennetimiz Yunanistan sahilleriydi. Mis gibi uzo, kalamar ve püfür püfür Thassos adası... Kimse de çıkıp "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" diye sormayacaktı.
SON ŞAHLANAN IŞIKLARI KAPASIN!
Ama maalesef her rüyanın bir sonu vardı ve bizim için de uyanma vakti 2017 civarıydı. "Sistem değişikliği" ve "rahip Brunson krizi"derken sıcak para ülkeden kaçıyor, döviz kuru patlıyordu. Üstüne Covid-19 ve küresel kriz eklenince fakirleşme net olarak cüzdanlara yansıyacaktı. Şimdi "itibardan" değilse bile (!) artık "bir şeyler"den tasarruf zamanıydı!
Kimileri restoran ve kafelere gitmeyi bırakıyor, tatillerini erteliyordu. Ama son enerji zamları evde oturmayı da "lüks" haline getirecekti. Şimdi kombiler kısılıyor, makine daha az çalışsın diye bulaşıklar elde yıkanıyordu. Ünlüler bile sosyal medyada elektrik faturalarını paylaşıp isyan ederken Tekel bayileri "lüzumsuz" ışıkları kapatıyor, buzdolapları karanlığa gömülüyordu. Zaten kimde bir şişe biraya 20 lira verecek hal kalmıştı?
"İşten artmaz, dişten artar". Yoksa şahlanan "yeni Türkiye"nin uça kaça vardığı son nokta o beğenmediği 90'lar mıydı?!
YENİ MODA: 'DOLAP' VE 'FAZLA'
Aslında durum çok daha vahimdi ama neyse ki tarih 2022'ydi ve imdadımıza internet yetişecekti. Letgo'dan Gittigidiyor'a, "ikinci el" sitelerine rağbet artıyor, insanlar evlerindeki "ihtiyaç fazlası" eşyaları kolayca satabiliyorlardı. Dahası, Gardrops ve Dolap gibi uygulamalarda kabandan ayakkabıya, çoraptan tokaya kadar her şeye yer vardı! Tek yapmanız gereken fotoğraf çekip yüklemek ve beklemekti. Yeter ki meraklısını bulsun, boş parfüm şişesi bile "değerli"ydi! Müşteriyle sanal bir pazarlık ve hop! Ürününüz gitti bile... Batı'da daha ziyade eskiyi satıp en yeniyi almak ve çevreci kaygılarla giriliyordu bu uygulamalara... Bizde ise bitpazarına nur geçim derdinden yağmıştı.
Aynı günler sadece kıyafette değil, gıdada da bir tür "ikinci el" akımı başlıyordu! Restoran ve kafelerde akşamüstüne dek tüketilmeyen yiyecekler ayrılıyor ve "Fazla" uygulamasında yarı fiyatına satılıyordu. Böylece hem israfın önlenmesi, hem de insanların eve hesaplı yemek götürmesi amaçlanmıştı. Tasarruf adına harika bir adımdı bu... İş çıkışı Çin lokantasına mı gitmeli, Arjantin mutfağı mı tatmalı? Zaten bu soru çoktan "eski Türkiye"de kalmıştı.
'CİMRİ'LER İÇİN TASARRUF KEYFİ!..
Neleri kabullenmedik ki? Buna da çabucak uyum sağlar, hatta "fırsatların" keyfini çıkarırdık! Peynir ve sıvı yağ alırken bile Cimri ve Akakçe "com"lara bakmaya, indirim kovalamaya sessiz sedasız alışmamış mıydık? Piyasanın en agresifi Trendyol ve Getir'ler de bunu iyi biliyor, sürekli "kampanyalı restoranlar" ve "hediye çekleri"yle aklımızı çelmeye çalışıyordu. Baksana! Bugüne özel kebaplar 60'tan 50 liraya inivermişti! Üstelik "sana özel" 10 TL de hediye çeki!.. İyi de aynı Adana'nın porsiyonu daha geçen yıl 20 lira değil miydi?
Silivri'de bir marketin tabelası bu işleyişi çok iyi anlatıyordu. Eve 16 liraya getirilen damacana su, "gel-al"da sadece 9 liraydı! Demek ki... Bayideki bir ürün neredeyse yarı fiyatına bile kâr bırakıyordu. Gerisi servis elemanının ücreti, artan yakıt fiyatları, döviz kurunun "oynaklığı" ve tabii "gözlerdeki ışıltı"ydı! Çevreye büyük zarar veren tek kullanımlık ambalajlar da cabası... Demek ki şimdi "tasarruf" kadar "sistem"i de yeniden sorgulama zamanıydı.
MUTLULUK GETİR, 'HEMEN' GETİR!
Bu noktada Erich Fromm bize 1900'lerden sesleniyor ve "homo consumens", yani "tüketici insan"ı hatırlatıyor. Sadece "tüketmeye" odaklı toplumun doğuşunu daha o günlerden tespit eden Fromm, bir tür boşluk içinde, depresyon ve yalnızlıkla boğuşan insanı sürekli "emzirilmek" istenen bir varlığa benzetiyor. Bu doymak bilmeyen açık ağız karşısında sigaradan televizyona, kitaptan cinselliğe, her şey bir "tüketim nesnesi"ne dönüşüyor. Ve o nesnelere ulaşabilmek, "özgürlük" olarak sunuluyor.
Bizim neredeyse bir asır sonra yaşadığımız da farklı değil aslında... Elbette Türkiye şartlarında; "tüketim kapitalizmi"nin dualı "nass"lı, inşallahlı maşallahlı, Mercedes sarıklı alaturka versiyonuyla!..
Mutsuz, umutsuzuz. Hazlar "hemen" gelsin istiyor, pembeli turunculu motosikletlerin "getir"eceği cips ve koladan medet umuyoruz. İçinden ne çıkacağı önemli değil, hayata tutunmak için gereken heyecanı kargo paketlerinde arıyoruz.
'KELEPİR ÖZGÜRLÜK' VAR MI?
Neticede artık AVM gezip Levi's senin, Benetton benim, alışveriş devri bitti. Dolap'ta "okazyon" kovalıyoruz. Ve aylarca çalışıp didinerek satın aldığımız şık bir kabanın etiketi kesildiği andan itibaren "ikinci el" sitelerinde 50 lira bile etmediğini görüyor, yıkılıyoruz!
İtalya seyahatleri çok gerilerde kaldı. Şimdi İstanbul'u kar kaplayıp motokuryeler iki günlüğüne yasaklandığında en fazla Yemeksepeti'nde "acil pizza" krizine giriyoruz!
Ve eskiden komşu ülkelere günübirlik alışverişe gider, onların "fakirliğiyle" dalga geçerdik. Şimdi Edirne marketlerine gelip bisküvileri, deterjanları "yağmalayan" Bulgarlara kızıyoruz!
Bir tarafta 25 kuruşa halk ekmek kuyrukları... Diğer tarafta "tüketim çılgınlığı"nı sürdürme çabası... Ne ürettiğimizi yine sorgulamıyoruz. Gözler ekranda, ağızlar açık, gökten "kelepir özgürlük" düşsün diye bekliyoruz.