Süreyya Su
Ece Ayhan’ın “İkinci Yeni”liği
Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin içinde yer almaya başladıktan sonra şiir okurlarının ve eleştirmenlerin ilgisini çekmiş ve adı neredeyse İkinci Yeni ile özdeşleşen şairlerden biri olmuştur. İlk şiir kitabının yayımlanmasından itibaren edebiyatçı ve eleştirmenlerin eleştirel dikkatini sürekli olarak çekmiştir. Bu eleştirel bakış genellikle beğeni yargısıyla ifade edilse de kötüleyici ve olumsuz görüşlerle de ifade edilmektedir. Şiirinin yoğunluğu ve deneyselliği, bazıları tarafından hayranlıkla karşılanırken, bazıları tarafından da beğenilmemiştir. Ama Ece Ayhan’a yönelik kötüleyici ve olumsuz eleştiriler, kuramsal bir temele, bir poetik sorunsala veya dile dair felsefî bir tartışmaya, şiir estetiğiyle ilgili bir yargıya dayanmaktan çok, kişisel husûmetlere dayanır
1954’ten itibaren çeşitli dergilerde yayımlanan şiirlerde farklı bir söyleyiş biçimi geliştiği fark edilir. İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Cemal Süreya ve Ece Ayhan’ın şiirleridir bunlar. Bu şiirler, söyleyiş bakımından her ne kadar yeni olsalar da edebiyat dünyasında hemen ilgi çekmezler. Ta ki Son Havadis gazetesinde köşe yazarı olan Muzaffer Erdost, bu şiirler üzerine yazana dek. Muzaffer Erdost “İkinci Yeni” başlıklı yazısında bu şiirleri edebiyat çevrelerine tanıtmaya çalışır. İkinci Yeni adını tesadüfen bulmuştur. Yazısını bitirdikten sonra bir başlık bulmaya çalışır, ama yazıyı baskıya yetiştirmesi gerektiği için fazla düşünecek vakti yoktur. “İkinci Yeni” diye aceleyle bir başlık atar. Daha sonra ilhan Berk’in önerisiyle akımın adı olur. Tabii ki yazının içinde “İkinci Yeni” sözü hiç geçmemektedir. Yazı yayımlandıktan sonra herhangi bir tepkiyle karşılanmaz. Erdost daha sonra Pazar Postası gazetesinde yazdığı yazılarda İkinci Yeni şiirini öne çıkarma çabasına devam eder. Şiirlerin özelliklerine göre İkinci Yeni’yi tanımlamaya çalışır. Pazar Postası, gittikçe İkinci Yeni şiirinin merkezi haline gelir. Erdost öne çıkardığı şairlerin şiirlerini gazetede yayımlamaya başlar.
Muzaffer Erdost’un İkinci Yeni şiirini tanımlarken belirlediği özellikleri birer cümleyle şöyle özetleyebiliriz: İkinci Yeni şiiri; ortak bildirisi olan bir şiir değildir, sözcüklerin soyutlanmasıyla yazılmaktadır (özellikle soyut resim sözcüklerin soyutlanmasına yardım eder), anlamı doğaya ve olaylara bakarak değil, çağrışımlara dayanarak sağlar, anlatımcı bir şiir değildir, toplum ve dava şiiri değildir, varoluşu sorunsallaştırır, sözcüklerle yapılan bir sanattır. Ayrıca, İkinci Yeni şiirinde dilin imkânları olabildiğince kullanılır, nihaî amaç anlam değildir. Erdost’un belirlediği özellikler, İkinci Yeni’nin şairleri tarafından kabul edilmiş ilkeleri olarak değerlendirilemese de, o yıllarda, bu şiirin genel ilkeleri olarak görülmüştür. Çünkü İkinci Yeni şairleri diye tanınan şairler de bu özellikleri ilke olarak benimsemediklerine dair bir açıklama yapmamışlardır.
İkinci Yeni şairlerinin çoğu, şiirleriyle ilgili olarak Muzaffer Erdost’un belirlediği özellikler karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. İkinci Yeni’nin tanımına İlhan Berk ve Ece Ayhan olumlu yaklaşırken, Turgut Uyar ve Edip Cansever olumsuz yaklaşır. Muzaffer Erdost’un belirlediği özelliklere göre yapılan tanıma karşı şairlerin farklı yaklaşımları, İkinci Yeni’nin ortak ilkeler etrafında oluşmuş bir hareket olmadığını gösterir. Sonraları İkinci Yeni içinde tartışmalar başlamıştır; kimin İkinci Yenici olup, kimin olmadığı soruşturulur. İlhan Berk ve Ece Ayhan’a göre Oktay Rifat İkinci Yenici değildir. İlhan Berk’e göre Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin “asıl papazı”dır. Sezai Karakoç’a göre de Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin Necatigil’idir ve “insanın çarpık ve negatif realitesini olduğu gibi anlatır, kelimeyi bundan dolayı çarpıtır”. Ece Ayhan’a göre ise İkinci Yeni, “bir Mülkiye hareketi, ilginç bir Ankara şiir olayı”, bir “sivil çıkış”tır ve İkinci Yeni, Sezai Karakoç ile Cemal Süreya demektir.
1958-59’da İkinci Yenici olarak tanınan şairlerin peş peşe kitapları yayımlanır. Bu şiir kitaplarının aynı zamanda çıkmaları İkinci Yeni Şiiri’ni bir arada değerlendirebilmek için bir fırsat vermiştir. Bu kitaplar, ayrıca, her bir şairin birbirine benzeyen ve birbirinden ayrılan özelliklerini görmek için de bir olanak vermiştir. Böylece İkinci Yeni adlandırmasında birleştirilenler, kitaplarıyla birbirlerinden ayrışmaya başlar. Ancak bu kitaplar arasında İlhan Berk’in Galile Denizi ve Ece Ayhan’ın Kınar Hanımın Denizleri için İkinci Yeni’nin bütün özelliklerini taşıdığı söylenebilir.
Kınar Hanımın Denizleri
Kınar Hanımın Denizleri Ece Ayhan’ın yayınlanmış ilk şiir kitabıdır (1959). Kitapta, 1955-58 yılları arası yazılmış dizeli şiirler yer alır. Ece Ayhan’ın kendine özgü söyleyişi, daha bu ilk yapıtında belirgindir. Bu söyleyişin öğeleri; dünyaya karanlık bir yerden bakış, aklın sınırlarını zorlayan ve gerçeküstücülüğe benzeyen bir kurgu, tarihe, coğrafyaya, sokak yaşantısına, ekonomiye göndermeler, ölüm ve arzunun iç içe geçirilmesiyle örülmüş bir lirizmdir. Kınar Hanımın Denizleri, hem İkinci Yeni şiirine hem Ece Ayhan şiirine bir giriş olarak önem taşır. Kitaba da adını veren şiir şöyledir:
Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla
şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım’dan
düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını
tüketemezmiş hiç
İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş
ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla
işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme
kirpiklerini aralayarak insanları çocukların
Ve içimde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep
gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara
kınar hanım’ın denizlerinden.
Ece Ayhan İkinci Yeni’yle Tanınır
Ece Ayhan’ın şiiri İkinci Yeni ile özdeştir ama İkinci Yeni şiirinin diğer temsilcilerinin şiirlerinden çok farklıdır. Dikkatle bakılacak olursa, Sezai Karakoç’tan ve Cemal Süreya’dan oldukça kopuktur. İlhan Berk, Edip Cansever ve Turgut Uyar ile neredeyse ilişkisizdir.[1] İkinci Yeni’nin gölgesinde olup sonra ondan uzaklaşan İsmet Özel’le belki bir yakınlık kurulabilir ama o da uzaktan akraba ilişkisinden öteye gitmez. Bir de, İzzet Yasar ve Mustafa Irgat için “Ece Ayhan’ın paltosundan çıkmışlardır” denebilir.
Ece Ayhan’ın şiir serüveninin ve şiirde “eceleşmesi”nin asıl olarak İkinci Yeni’nin doğuşuyla başladığı söylenebilir. Belki bu yüzden, İkinci Yeni’ye ölene kadar bağlı kalmıştır. İkinci Yeni’yi destekleyen Pazar Postası’yla şiir dünyasına girdiğini, o tarihe kadar varlığını gösteremediğini kendisi de söyler.
Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin içinde yer almaya başladıktan sonra şiir okurlarının ve eleştirmenlerin ilgisini çekmiş ve adı neredeyse İkinci Yeni ile özdeşleşen şairlerden biri olmuştur. İlk şiir kitabının yayımlanmasından itibaren edebiyatçı ve eleştirmenlerin eleştirel dikkatini sürekli olarak çekmiştir. Bu eleştirel bakış genellikle beğeni yargısıyla ifade edilse de, kötüleyici ve olumsuz görüşlerle de ifade edilmektedir. Şiirinin yoğunluğu ve deneyselliği, bazıları tarafından hayranlıkla karşılanırken, bazıları tarafından da beğenilmemiştir.
60’lı yılların başından itibaren, şiiri bir yandan yenilikçi genç şairleri derinden etkilemişken, özellikle daha geç zamanlarda düşmanca sataşmalarla başlatılan polemiklere de konu edilmiştir. Ama Ece Ayhan’a yönelik kötüleyici ve olumsuz eleştiriler, kuramsal bir temele, bir poetik sorunsala veya dile dair felsefî bir tartışmaya, şiir estetiğiyle ilgili bir yargıya dayanmaktan çok, kişisel husûmetlere dayanır. Her ne kadar yapılan olumsuz eleştirilerdeki gerekçeler şiiriyle ilgili poetik, dilsel ve estetik sorunlarla ilgili gibi sunulsa da, onun mizacında olan “uyumsuz” ve “kavgacı” kişisel özellikleriyle ilgilidir daha çok. Ece Ayhan, “devlet şairleri”yle, “şiiri iktidar olanlar”la, edebiyat “kurumu”yla kavgalıdır hep. Bu durumu şöyle ifade ediyor Ece Ayhan:
“Biz, ‘İkinci Yeni’ şairleri olarak, yeni bir dilbilgisi ve yeni bir sözdizimiyle, yeni bir istifle de kuşanmıştık. Ve sözgelimi, Prof. Suut Kemal Yetkin’lere (yani Prof. İhsan Doğramacı’lara); Yaşar Nabi Nayır’lara (yani Prof. Orhan Aldıkaçtı’lara); Atatürkçü bir kadın hareketi olan Mavi Yolculara, bir tekkenin postnişini gibi ‘Prens Sabahattin’ Eyüboğlu’lara, yani altı oklu devlet memurlarına; Oktay Rifat’lara, Melih Cevdet’lere, yani oksuz belediye memurlarına; Osmanlıyla iki kaşık gibi iç içe duran işbu cumhuriyet’e, Baylan’cı statükoculara, arabeskçilere, Orhan Gencebay’lara, CHP’li Attilâ İlhan’lara, İrfan takma’sına sığınan Tataratitiri’lere, vb.ne kesinkes ve açıkça karşıydık.”
Mor Külhani
Böylesine kendisini “hakikatin efendisi” kılmış, doğruyu söylemekten geri durmamış bir şairin dostundan çok düşmanı olması kaçınılmazdır. Ama o cesaretini hakikatten alan bir parrhasiastes olarak, Kinik bir bilge-ozan olarak eleştirisinin ucunu hep sivri tutmuştu; belki daha çok, kötülük toplumunu kendinden uzak tutmak için. Onda “huysuzluk” olarak görünen aslında “haklılığın inadı”ydı. Ne şiirinin “iktidara gelmesini” istedi, ne de “esas duruşa” geçti. Ece Ayhan, hayatı boyunca hep “sivilliği” aradı; sivil bir şairdi, sivillerin sivili… Tüm yanlış taraflara çekilme riskini göze alarak kendine “başıbozuk” derdi. Ama Ece Ayhan’ın dostları biliyorlar ki başıbozuk demek, marjinal, bohem, parasız, yersiz yurtsuz, minör demektir.
Sözü ne kadar sündürürsem sündüreyim; sözü yoğurup da onun kendini ve şiirini anlatmak için kullandığı sözcüklerden daha uygun ve güzel sözcükler söyleyemem. Bir şairi en iyi bir başka şair anlatır. Onu anlatan en güzel sözlerle, onun yol arkadaşı, şiir dostu İlhan Berk’in onun hakkında söylediklerinde karşılaştım. Kul Nesimi’nin dediği gibi, “Gülü gül ile tartarlar”, öyleyse bir şairi de şairane anlatmak gerekir. O zaman bana da şairleri okumak düşer; bundan iyi nasip olmaz.
Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler.
*Mehmet Can Doğan, Modern Türk Şiiri, YKY
**Ece Ayhan, Bir Şiirin Bakır Çağı, YKY
***Ahmet Soysal, Eşsiz Olana Yakınlık, Kanat Yayınları
[1] Ahmet Soysal, s. 37