Süreyya Su
Dünya Bedenimizdir, Bedenimiz de Dünyamızdır
Dünya bir bedendir ve bedenlerden oluşur; üzerinde ve içinde bedenler vardır: hayvanların bedeni, balıkların bedeni, böceklerin bedeni, kuşların bedeni, insanların bedeni, ağaçların bedeni, çiçeklerin bedeni vs. Onlar da kendi içlerinde farklı bedenlere ayrılır: kedinin bedeni, köpeğin bedeni, istavritin bedeni, balinanın bedeni, sineğin bedeni, tırtılın bedeni, kartalın bedeni, serçenin bedeni, vs. İnsanlar da Avrupalı bedeni, Afrikalı bedeni, Çinli bedeni, Japon bedeni, Hintli bedeni, Arap bedeni, vs. diye ayrılır. Ayrıca Müslüman bedeni, Hıristiyan bedeni, Yahudi bedeni, Budist bedeni, Animist bedeni, vs. de vardır. Elbette erkek bedeni, kadın bedeni, çocuk bedeni, queer bedeni, transseksüel bedeni, vs. de vardır.
Bu beden çeşitliliği ve farklılığı bir yandan ve öncelikle, doğaya göre adaptasyon ve biçimlenme süreçlerinin bir sonucu, diğer yandan kültürlere göre biçimlenme süreçlerinin bir ürünüdür. Bu bağlamda beden kütle veya cisimden farklıdır; çünkü bir beden evrimsel ve kültürel olarak farklılaşmış ve biçimlenmiştir. Bir beden olmak, bir kütle veya cismin bir takım etkilerle biçim alıp vücuda gelmesidir. Bir bedeni yapan etkiler farklı iklimleri, çevreleri, zamanları, yerleri, inançları, kültürleri içerirler. Zamanla bunların dolayımıyla bedenler üzerinde sağlık, temizlik, kutsallık, vs. ile ilgili özellikler, gelenekler, kurallar, pratikler icat edilir. Uzun veya kısa boylu olmak, dört veya iki ayaklı olmak, kıllı veya kılsız olmak, organların şekilleri, dövmeler, mutilasyon işlemleri, sünnet vs… Evrimle ve kültürle bedenlerin nasıl biçim alacağı belirlenmiştir. Ama bu belirlenme, bedenleşme mutlak değildir; sürekli bir değişim ve dönüşüm halindedir. Bedenleşmek hep tekrarlanan ve farklılaşan bir süreçtir.
Dolayısıyla hayatın olanağı bedendir, hayat bedenle olanaklıdır. Bugün, içinde olduğumuz insan sonrasına geçişin eşiğinde, bedenler ve bedensel varlıklar bir tehdit altındadır. Doğal ve kültürel çeşitliliğin yok olması aslında bedenlerin ve bedensel varlığın yok olması anlamına geliyor. “Varlığın yok olması”, felsefî bir sorunsalı düşünmeye davet eden bir söz. Var nasıl yok olabilir? Bir şey varsa yok olamaz aslında; ama farklı biçimlerde var olmaya devam eder. Ölüm, bedensel bir varlık olmanın sonudur. Yani sona ermek, hiç veya yok olmak dediğimiz durum canlı bir beden olmamak demektir. O yüzden bugün insan sonrası durum, sadece tinsel bir varlığa dönüşme olasılığı içeren bir senaryo olarak mutlak bir yok oluş senaryosudur; gerçek bir distopya… Ancak, siborglara dönüşme olasılığı ve olanağı içeren bir senaryo olarak insan sonrası duruma bir distopya diyemeyiz.
Materyalist ontoloji
Burada söz konusu olan başka bedenlerin virtüel gerçekliğidir. Burada virtüel gerçekliği (sanal gerçeklik de deniyor) teknolojik anlamda kullanmıyorum, ontolojik anlamda kullanıyorum. Virtüel gerçeklik, başka biçimde olabilme imkânlarının ortaya çıkmasıdır. Kendini doğadan ayrımlaştırarak icat eden insanın, kendi icadı olan robotlarla benzerleşmesi, eşitlenmesiyle canlı hayatın melezleşmesi, mekanik olmayan bir makineye, tinsel bir makineye dönüşmesi ve böylece organik olmayan yeni bedenlerin icat edilmesi potansiyeli vardır. Ve bu potansiyel açığa çıktıkça, kuvveden fiile geçtikçe öz yerine maddenin, tin yerine bedenin önemi daha artmaktadır. Materyalist bir ontolojinin gelişmesi bu önemin artmasının bir ifadesidir.
Ama Jean-Luc Nancy’nin belirttiği gibi, günümüzde bedenin önemi artmasına rağmen veya bedenin önemi fark edilmesine rağmen filozoflar ve teorisyenler bu anlam ve gösterge bolluğuna sahip bir düşünce imgesi hakkında yeterli ilgiyi göstermiyorlar. Gerçi haklarını yememek gerekiyor; Spinoza, Nietzsche, Merleau-Ponty, Deleuze ve şimdi aklıma gelmeyen bazı filozoflar bedeni düşüncelerinin izleği yapmıştır. Bugün beden üzerine düşünen birçok filozof, teorisyen, sanatçı bu izlekler üzerinden yol alıyor, yeni yollar açıyor.
Descartes sonrası ya da metafizik sonrası felsefî düşünce ruh ve beden ayrımı yaparak ruha öncelik veren bir anlayışı terk ediyor ve bedene öncelik vererek ruh ve bedenin tamlaşmayan bütünlüğünü, birleşmeyen bir aradalığını kabul ediyor. Bedenin bu olumlanması, konvansiyonel dünyanın tükendiği, doğal ve kültürel hayatın sona erdiği, anlamın kaybolduğu topyekûn kriz durumunda yeni dünyaların, başka hayatların ve farklı anlamların olasılıklarını düşünmek üzere “Ne yapmalı?” yerine “Bir beden neler yapabilir?” sorusunu ikame ederek herkesi, her bedeni uslamlamalarından ötede duygulanımlarıyla düşünmeye çağıran bir etik ve politik tavırdır. Günümüzde devrimci hareketlerin alanı meydanlardan daha çok, bedenlerdir. Kitleler dilsizliklerini bedenlerini dile getirerek bozmaktadır. Dil susturulunca beden konuşmaktadır. Feminist ve başka cinsel politika hareketlerinin pratikleri bunun farklı biçimlerini üretmektedir.
İnsan bir bedendir
Günümüzde dünya toplumlardan değil, bedenlerden oluşmaktadır ve milyarlarca beden milyarlarca anlam üretmektedir. Bazıları cinsel anlam, bazıları kültürel anlam, bazıları politik anlam… Böylece bir yandan kimlikler aşınmakta ve parçalanmakta, bireyleşme bedenleşme aracılığıyla sağlanmakta veya beden bireysel anlamların ifade aracına dönüşmektedir. Milyarlarca beden estetize oluyor; bu sadece bedenin plastikleşmesi şeklinde olmuyor. Ayrıca, beden hassaslaşıyor; daha duyarlı hale geliyor. Hem haz ve zevk yönelimiyle, hem de algı ve duygu yönelimiyle. Birincisi kültürel olarak hedonizme karşılık geliyor, ikincisi de kültürel olarak aktivizm ya da “woke culture”a…
Modern ve postmodern dünyada bireyleşmek, birey olmak öne çıkıyordu. Bu da herkesin kendiyle ilgilenmesini ve bir karakter üretmesini sağlıyordu. Çağdaş dünyada ise bedenleşmek, bir beden olmak öne çıkıyor. Yine herkes kendiyle ilgileniyor, ama ruhuyla, kişiliğiyle değil, nasıl göründüğüyle ilgileniyor. Bu da sürekli imaj üretimini sağlıyor. Üretilen imajlar bir süre sonra birbirine benziyor ve herkesin aynı modele benzediği benzetiler (simulakralar) veya kopyalar olarak birer görüntü haline geldiği bir simülasyon evreni ortaya çıkıyor. Bu yüzden beden, bir görüntü olmaktan kurtulmanın da yegâne imkânıdır.
İnsan sadece bir beden olarak ya da bedensel bir varlık olarak duyumsayabilir, algılayabilir, hayal edebilir, düşünebilir. Çünkü, düşünen akıl değildir, dildir ve beden de bir dildir. Dolayısıyla bugün iktidara karşı direnişin ifadesi olarak “Ben bir bedenim” demek (Walt Whitman’dan İsmet Doğan’a işlenen bir tema), ben bir fikre sahibim, benim hislerim, algılarım, görüşüm, gerçekliğim ve anlamım var demektir. Bugün başka bir hayatın imkânı, bireyselleşmiş bedenlerin toplanarak oluşturduğu asamblajlar ve çoklukların virtüel gücünde saklıdır.