Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

DOĞUDAN BATIYA KÖRDÜĞÜM OLMUŞ BİR YOZLAŞMA HİKAYESİ: SÜRÜ

Yaşadığı topraklar içerisindeki bürokratik ve toplumsal yozlaşmayı, bağnazlığı, adaletsizliği ve acımasızlığı toplumsal gerçekçi üslupla sinemaya taşıyan Yılmaz Güney muhalif tavrıyla yıllarca yasaklı isimler arasında yer aldı. 28. Altın Koza Film Festivalinin hemen ardından Türkiye sinema tarihinde unutulmazlar arasında yer edinmiş Güney’in Sürü filmine gösteriminden tam 42 yıl sonra bir daha bakalım.

Geçtiğimiz hafta 28’incisi gerçekleşen Adana Altın Koza Film Festivali ödülleri sahiplerini buldu. Yılmaz Güney, birincisi 1969 yılında düzenlenen festivalin ilk Altın Koza’lı sanatçılarındandır. Ayrıca Güney’in filmleri 3. Altın Koza’da bütün ödülleri almıştı. Ve bugün de festival kapsamında Yılmaz Güney Ödülleri verilmeye devam etmekte.

Mubi’nin Yılmaz Güney filmleri seçkisinde yer verdiği sert toplumsal gerçekçiliği ile hafızalarda yer etmiş aslında bugün de ülkemizin sorunları düşünüldüğünde güncelliğini koruyan ‘Sürü’ filmine; 28. Adana Altın Koza Film Festivali’nin hemen ardından ve filmin de gösterime girişinden tam 42 yıl sonra yeniden bakalım.

42 yıl sonra güncelliğini koruyor

Filmin senaryosu o yıllarda cezaevinde bulunan Yılmaz Güney tarafından yazıldı ve film, Zeki Ökten yönetmenliğinde 1978’de beyaz perdeye aktarıldı. Ayrıca ‘Sürü’ 1979 yılında Britanya Film Enstitüsü tarafından verilen büyük ödül Sutherland Trophy de dahil olmak üzere birçok ödüle layık görülmüştür.

Filmde değişen zamanın yeni yaşam koşullarında ayakta kalmakta zorlanan bir aşiretin hikayesi anlatılıyor. Hikâye; devlet ve kurumlardaki yozlaşma, erkek egemen toplum düzeni, ağalık sistemi, cehaletin sonucunun açtığı derin yaralar gibi yaşadığımız toprakların sorunlu ve çarpık yönlerini 70’li yılların Türkiye’sinden bütün çıplaklığıyla aktarırken bu eleştirel yorumun 42 yıl sonra bugün hala güncelliğini koruduğunu da düşündürüyor.

Dünya değişirken bağnazlık yerinde durur

Veysikanlar aşireti, yaşanılan dönemin koşullarına uyum sağlayamamış günden güne görkemini kaybetmekte olan bir ailedir. Bu aile Doğu Anadolu’da küçükbaş hayvancılık ile geçimini sağlamaktayken artık bu iş aileyi geçindirmez olmuştur. Çünkü üretim ilişkileri değişmiş tarımda makineleşme bu ücra köylere de ulaşmıştır. Tarımda makineleşmeyle birlikte engebeli alanlar da tarıma açılmış hayvancılık yapan ailelerin otlak alanları giderek daralmıştır. Bu açmazın içinde bir çıkış yolu arayan Veysikanlar sürüyü hayvan tüccarlarına satmaya karar verir. Sürüyü satmak üzere Ankara’ya doğru çıktıkları yolda aile de sürü gibi dağılacaktır.

Diğer taraftan Veysikanlar ile Halilanlar aşireti arasında kan davası vardır. Halilanlar kan davasını bitirmek için kızları Berivan’ı (Melike Demirağ) Veysikanlar’a gelin olarak vermiştir. Ancak Veysikanların aşiret reisi Hamo Ağa (Tuncel Kurtiz) tıpkı ekonomik koşullarda çağa ayak uyduramaması sonucu yaşadığı başarısızlık gibi eski değer yargılarına bağnaz bir tutumla bağlıdır ve Halilanlarla olan kan davasını sonlandırma yoluna gitmez. Hamo Ağa’nın gözünde üç kez çocuğunu kaybeden Berivan aileye gelen uğursuzluktan, bir hasımdan başka bir şey değildir. Çocuğunu kaybettikten sonra konuşmayı reddeden tek kelime dahi etmeyen Berivan’ı ailede koruyan tek kişi ise onu büyük bir aşkla seven kocası Şivan’dır. (Tarık Akan)  Şivan, dünyanın değiştiğinin ve kendilerinin bu akışın dışında kaldıklarının farkında olan değişime açık bir karakterdir. Niyeti bir iş bulup sürüden (aşiretten) ayrılarak Berivan’ı tedavi ettirmektir.

Doğudan batıya eleştirel

Koyunları tüccarlara satmak üzere Ankara’ya doğru çıkılan tren yolculuğunda bürokrasideki ve toplumun içindeki yozlaşma gözler önüne serilmeye başlar. Rüşvetçi demiryolu memurları böcek ilacı taşınmış vagonlara koyunları yerleştirerek koyunların bir kısmının telef olmasına sebep olur. Aynı şekilde kendilerine rüşvet olarak verilen koyunların sayısını az bulan makinistler ani frenlerle koyunların yaralanmasına sebep olur.

Trende mahkumlar da başka bir cezaevine aktarılmak üzere taşınmaktadır. Saz çalan siyasi bir mahkûm suçunun türkü söylemek olduğunu söyler.

Yolculuk, sürünün başına gelen türlü talihsizlik ve kayıpla tamamlanırken Ankara’ya varmak haksızlığın, adaletsizliğin ve acımasızlığın son bulacağı anlamına gelmiyorsa da Şivan, Ankara’da yeni bir hayata başlayacakları umuduyla sırtında Berivan’ı taşıyarak bir taraftan da Ankara Marşı’nı mırıldanarak ağır ağır yürümektedir.

Sonuçta Ankara’daki acımasız gerçekler de birer birer yüzlerine çarpmaya başlayacaktır. Önce hayvan tüccarı geç kaldıkları gerekçesiyle koyunları almayı bir hafta erteleyerek Veysikanların zararını bir kat daha arttırır. Hamo Ağa bütün bu olanları Berivan’ın uğursuzluğuna bağlayarak Şivan’a tedavi için para vermeyi reddeder. Devlet hastanesinin kalabalığı içerisinde ise sıra bulmak mümkün değildir. Sonunda Şivan Berivan’ı özel hastaneye götürür. Doktordan çekinen Berivan muayene olmayı reddedince doktor kafasına göre ilaçlar yazarak onları gönderir. Zaten iyi durumda olmayan Berivan’ı bu ilaçlar daha da kötüleştirecektir ve en nihayetinde Berivan uykusunda ölür. Şivan ise ilk defa Hamo’ya isyan eder. Aşireti bir sürü gibi dağılan Hamo Ankara sokaklarında çaresizce koşturur.

Ülkenin doğusundan başlayıp batıya doğru devam eden hikâyede yozlaşmanın, bağnazlığın, çıkar ilişkilerinin doğudan batıya gittikçe iyileşmediğini, bu sorunların ülkenin genelinde kördüğüm olmuş bir vaziyette mevcut olduğunu görürüz. 

Yılmaz Güney’in sinemadaki cesur ve muhalif tutumu filmlerinin ülkemizde yıllarca yasaklı olmasını beraberinde getirmiştir. Sürü de bu yasaklılar listesinde yer alanlar filmlerden olmakla birlikte Türkiye sinemasında en önemli ve unutulmaz yapımlarından biri olarak yer edinmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi