Süreyya Su
Devrim Bir Hayaldir
Marx’ın, “Filozoflar sadece dünyayı farklı biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir” sözü yanlış anlaşılır. Marx felsefeyi gereksiz görmez, ama yeterli de görmez. Felsefe ve teori bir devrim silahı olmalıdır, sadece bir yorum aracı değil. Başka bir deyişle, başka bir dünya hayali olmazsa farklı dünya tasarımları da olamaz. Dolayısıyla devrim, bir hayalin rasyonel araçlar ve bilimsel formüllerle tasarlanarak hayata geçirilmesidir. Nitekim devrim bir hayaldir; hayalin peşinden gidilirse gerçekleşir.
Adaletsizliğin, savaşın, işkencenin, şiddetin ve ayrımcılığın dünyasında yaşıyoruz. Bir yanda birkaç yüz milyarderin sefahat içinde yaşadığı, diğer yanda iki milyar insanın sefalet içinde açlıktan öldüğü bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlığın kendi kendini yok ettiği, bazı halkların soykırıma uğradığı, birçok canlının soyunun tükendiği, doğal, biyolojik ve kültürel çeşitliliğin azaldığı, yeryüzünde sağlıklı yaşamı sürdürebilmenin koşullarının ortadan kalktığı bir dünyada yaşıyoruz. Paranın egemen olduğu, sermayenin hüküm sürdüğü, fanatizm ve popülizmin yükseldiği, faşizm ve diktatörlüklerin biçim değiştirerek çoğaldığı bir dünyada yaşıyoruz.
Gittikçe başka bir dünya olasılığı ufkumuzdan kayboluyor. Dünyayı değiştirme çabası şöyle dursun, iktidara karşı mücadele etmek bir yana, direnemiyoruz bile. Sadece söyleniyoruz, hemdert olduğumuza inandığımız insanlarla oluşturduğumuz bir duygu topluluğu içinde sosyal medya aracılığıyla birbirimize durumlardan ve olaylardan şikayetleniyoruz. Tecavüzleri, kadın cinayetlerini, yolsuzlukları, talanları, çevre tahribatlarını, hayvanların katledilmesini, hukukla bağdaşmayan yargı kararlarını protesto ediyoruz; çünkü canımız acıyor, kalbimiz daralıyor, yüreğimiz kaldırmıyor, bunalıyoruz.
Kötülüklere müdahale edemiyoruz, “praksis”e gücümüz yetmiyor, vicdanımız rahatlatmak adına hiç değilse protesto ediyoruz. Ama onun da gerçek kamusal ifade olanakları daralıyor, kısıtlanıyor, baskılanıyor. Daha çok dijital kamusal alanda, internette anonim şekilde, özne olarak değil imaj olarak, sözle değil emojiyle tepki göstererek protesto ediyoruz. Ne var ki o da elimizden alınacak, zaten hep tamamını kullanmadığımız 280 karakterlik aktivizmin de imkânı olmayacak.
Şimdiden, “Peki o zaman ne yapacağız?” diye soruyoruz, çaresizce.
Asıl soru: Ne yapmalı?
Bugünün pasif muhalefetinin ve tepkisel aktivizminin soru kalıbıdır, “Peki şimdi ne yapacağız?”. Oysa aktif direnişin ve devrimci bir hareketin soru kalıbı, “Ne yapmalı?”dır. Bir cümledeki vurgu ve sentaks o kadar çok şeyi değiştirir ki bilinçdışında davranışları yönetir ve eylemlerin yönelimini, niyetini belirler. Yine de o şekilde soralım. Peki o zaman ne yapacağız?
İki olasılık görünüyor bana. Ya otoriterliğin iradesine boyun eğilecek, içe kapanıp tamamen depresif bir hale girilecek, karanlıkta fısıldaşırken yavaş yavaş faşizm ruhlara sirayet edecek ve herkes, bütün toplum suskun seyirciler ve işine bakan işbirlikçiler olarak düzenin içine katılacaklar. Ya da bir yandan yeni mecralar, ifade araçları ve üsluplarının imkanları araştırılırken, yeniden sokaklara ve meydanlara çıkılacak, örgütsüz ama ortaklaşa, tekil ama kolektif eylemlerle toplumsalın virtüel güçleri ortaya çıkacak, halkın potansiyelleri keşfedilecek, çokluğun uğultusu direniş şenliğinin iktidarı rahatsız eden gürültüsü olacak.
Şimdi ise sesimiz toplumun çok derinliklerinden kısık geliyor ya da bir çöküntünün altından, dipten, dermansız ve cılız çıkıyor. Yine de etkiliyse, iktidarların bile toplumsal vicdanı tamamen susturmak istememesindendir. Vicdanın ölmeden nekahet halinde kalmasını istemektedir iktidarlar; bir gün ihtiyaçları olabilir çünkü.
Vicdan bilinçle muteberdir
Tayfun Atay’ın dediği gibi, “vicdan bilinçle muteberdir”. Bilinçsiz vicdan, bugünün bir trendi olan “woke culture” gibi amacından sapan bir aktivizme dönüşebilir. Bilinçsiz vicdan düşüncenin yerine kanaati, duygunun yerine duyarlığı, teorinin yerine hipotezi koyan tepkisel bir güçtür. Bu yüzden farkında olarak veya olmayarak egemen güçlerle işbirliği, hatta suç ortaklığı yapabilmektedir. Örneğin transgender aktivizmi, cinsiyetle ilgili bir gerçekliği (cinsel kimliğin bir inşa olması) tek gerçeklik olarak savunarak başka bir gerçekliği (cinsel kimliğin biyolojik olması) reddederken dolaylı olarak veya doğrudan mizojiniyi desteklemektedir.
O yüzden vicdanın bilinçle bağı istismarcı bir duyarlığın ötesinde ahlaki bir tavır için, fanatik bir taraftarlığın ötesinde politik bir hareket için, mesiyanik bir bekleyişi telkin eden vaadin ötesinde devrimci bir umut için, geleceğe dair kaygıyı besleyen kıyamet senaryolarının ötesinde ütopyacı hayaller için gereklidir ve önemlidir; yeniden kurulmalı ve sıkılaştırılmalıdır. Vicdanın bilinçle bağını felsefi düşünce, materyalist ontoloji, eleştirel teori ve teorik bakışın imkanlarıyla kurabiliriz.
Devrimin hayali imandandır
Marksizme göre teori olmadan devrim olmaz. Marksizm dışındaki radikal düşüncelere göre de teori olmadan eleştiri olmaz. Marx’ın, “Filozoflar sadece dünyayı farklı biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir” sözü yanlış anlaşılır. Marx felsefeyi gereksiz görmez, ama yeterli de görmez. Felsefe ve teori bir devrim silahı olmalıdır, sadece bir yorum aracı değil. Başka bir deyişle, başka bir dünya hayali olmazsa farklı dünya tasarımları da olamaz. Dolayısıyla devrim, bir hayalin rasyonel araçlar ve bilimsel formüllerle tasarlanarak hayata geçirilmesidir. Nitekim devrim bir hayaldir; hayalin peşinden gidilirse gerçekleşir.
Devrim bir hayaldir; bu sözün ikili bir anlamı var. Bir anlamı umutla ilgilidir, yukarıda anlatıldığı gibi. Diğeri ise umutsuzlukla ilgilidir. Bir hayal demek, gerçekleşmeyecek anlamını da çağrıştırıyor. Ben bugün devrimin, radikal bir politik, ekonomik, toplumsal değişimin hiç olmadığı kadar acil ve gerçek bir ihtiyaç olduğunu ama onu bırakın gerçekleştirebilecek bir toplumsal iradenin varlığını, onu hayal edebilecek inançtan da uzak olduğumuzu düşünüyorum. Mark Fisher’in dediği gibi, bugün dünyanın sonunu hayal etmek, değişeceğini hayal etmekten daha kolaydır. Karamsarlığın nedeni umutsuzluk değil, anlamsızlık; insanlar olan bitene anlam veremeyince saçmalığı, yani kapitalizmi dünyanın gerçekliği zannediyorlar. Kapitalizmin dinle baştan beri arasının iyi olması da belki bundandır.
İman uç noktada saçma olduğu için inanmayı şart koşar. Ama sorun imanda değildir; imanın biçimindedir. Saçma olduğu için inanmak yerine imkânsız olduğu için inandığınız zaman dindar değil, devrimci olursunuz. İmkansıza inanmak devrimi hayal etmektir. Gelgelelim devrimi hayal etmek, cenneti hayal etmek gibi bir fantezi değildir. Devrimi hayal etmek, çileci bir hayatın ardından bir lütuf beklemek değildir. Devrimi hayal etmek, dünyayı değiştirmek için inatla mücadele etmek ve sebatla çalışmaktır. Böyle bir çaba gücünü bilinçli öznenin eleştirel ruhundan, teorik pratiğinden, analitik kavrayışından alır.