Tayfun Atay
Depremi aratan ‘afet’: Cübbeli
Biz bu Cübbeli’yi deprem söz konusu olduğunda hatıramızda nasıl canlandırıyoruz?.. 1999 Depremi’nde kaybettiğimiz insanlar için hiç hicap duymaksızın sarf ettiği “Mevlam zina yuvalarını vurdu” sözüyle canlandırıyoruz!.. Resmi rakamlarla 17 bin insanın canından olduğu afete ilişkin o zaman böyle rezil sözler sarf etmiş adam, şimdi bugünkü deprem için, elbette iktidar güdümünde de olduğu için bambaşka bir dille sabır, rıza, teslimiyetten dem vuruyor. Depremzedenin acı öfkesini anlayışla karşılamak gerektiğini söyleyen din adamını da şirkle-hainlikle suçluyor.
Diyanet İşleri eski başkanı Mehmet Görmez’i başkan olduğu dönemde çok eleştirdim. Bu eleştiriler, kitabım Parti-Cemaat-Tarikat’ta da yer almakta.[1] Prof. Görmez’le tanışıklığım da oldu ve kendisinin bu eleştirileri olgunlukla karşıladığını biliyorum. Başkan Görmez, özellikle yılbaşı kutlamalarının dinen kabul edilemezliği üzerine yaptığı ısrarlı değerlendirmelerle, kanaatimce toplumsal kutuplaşmaya da kötü niyetli sokak fanatiklerinin ürkütücü eylemlerine de isteyerek/istemeyerek katkıda bulunmuştur. Fakat ne olursa olsun, Diyanet’i tek kelimeyle Saray’la rabıta içine sokmuş, kraldan çok kralcı halefi Ali Erbaş’la karşılaştırıldığında Mehmet Hoca kuşkusuz yunmuş-yıkanmış kalır. Hele hele şu ara depremzedelerin öfkesine ilişkin sarf ettiği son derece empati yüklü sözlere karşı ona laf atan Ahmet Mahmut Ünlü, nam-ı diğer Cübbeli ile kıyaslandığında o, pirüpaktır!..
“Naz makamı” ve ihanet “fermanı”
Önce Mehmet Görmez’in ne dediğine bakalım:
“Depreme maruz kalan kardeşlerimizin gönülleri naz makamındadır. Onların gönülleri Rabbe karşı kırık, devlete karı buruk, hatta biraz da öfkeli olabilir. Ancak bu kırıklığı, bu burukluğu yüreklerine dokunarak, hayatlarına rahmetle, şefkatle dokunarak gidermek bizim görevimizdir, milletimizin görevidir.”
Bu sözlere karşı bir dizi tvit atan Cübbeli Ahmet şu ifadeleri kullandı:
“Mehmet Görmez’in ‘Depremzedelerin gönlü naz makamındadır. Onlar Allah’a karşı kırık, devlete karşı öfkeli’ sözü din bakımından şirk içerikli, devlet bakımından da vatana hıyanet sayılacak derecede ağır bir ifadedir. Kulun Rabbine dargın olması haddi değildir. Kula yakışan, ancak sabır, rıza, teslimiyet göstermesidir. Yıllarca bu memleketin Diyanet reisliğini yapmış bir adam bu lafı konuşuyorsa bu ilahiyatçıların itikad bakımından ne denli bozuk olduğunu anlamanız için bu delil yeterlidir sanırım.”
Şefkat dili şiddet diline karşı
Şimdi, öncelikle Mehmet Hoca, “depremzedelerin gönülleri Rabbe karşı kırık olabilir” diyorken Cübbeli onun kullanmadığı “dargınlık” lafzını kullanarak muhatabının sözünü çarpıtıyor. Burada kullanıldığı mânâda “kırık olmak”, yani gücenmişlik, yani üzgünlük; dargınlık ya da küskünlük anlamına gelmez. Dahası insanlar yaşadıkları korkunç yıkım karşısında inandıkları yaratıcıya karşı acı içinde “Neden?” diye sorarak itirazî yakarıda da bulunabilir, dargınlık da hissedebilir; bu son derece insani ve anlaşılır bir tepkidir. Nitekim Mehmet Görmez de “Bütün bunları gidermek bizim görevimizdir” diye şefkat ve merhamet üzre bir duygudaşlıkla sesleniyor.
Bu şefkat dili karşısında Cübbeli şedit bir dille Görmez’i din bakımından şirkle, yani Allah’a eş koşmak ya da riya üzre olmakla; devlet bakımından da vatan hainliğiyle itham ediyor.
Peki biz bu Cübbeli’yi deprem söz konusu olduğunda hatıramızda nasıl canlandırıyoruz?
1999 Depremi’nde kaybettiğimiz insanlar için hiç hicap duymaksızın sarf ettiği “Mevlam zina yuvalarını vurdu” sözüyle canlandırıyoruz!..
Resmi rakamlarla 17 bin insanın canından olduğu afete ilişkin o zaman böyle rezil sözler sarf etmiş adam, şimdi bugünkü deprem için, elbette iktidar güdümünde de olduğu için bambaşka bir dille sabır, rıza, teslimiyetten dem vuruyor. Depremzedenin acı öfkesini anlayışla karşılamak gerektiğini söyleyen din adamını da şirkle-hainlikle suçluyor.
Tekkeden “TekeTek”e zıplayan Cübbeli
Peki biz bu Cübbeli’yi din söz konusu olduğunda hatıramızda nasıl canlandırıyoruz?
Bir Nakşi şovmen olarak canlandırıyoruz.
İçerisinden çıktığı tarikat geleneğini magazinelleştirmiş isim olarak canlandırıyoruz.
“Meşhuriyet Çağı” Türkiyesi’nde dini bir komedi malzemesi kılacak şekilde ekran pazarına düşürmüş bir şöhret tutkunu olarak canlandırıyoruz.
Tekkeyi bırakıp “Teke-Tek”e zıplamış; Fatih Altaylı’yla Murat Bardakçı’nın “kah gidi kah kah” bol bol tufasına gelmiş bir trajikomik karakter olarak canlandırıyoruz.
Jet-skiye binerken, yanmaz kefen pazarlarken, ekranda detaylı detaylı oral seksin mubahlığından dem vururken canlandırıyoruz.[2]
99’da tüy diktin, şimdi sus!
Çocukluğumuzda vardı; sokakta-parkta-bahçede ortalıkta çekirdekçiler olurdu. Bir torba dolusu çekirdeği cam bardağı 25 kuruştan satarken “Eğlencelik-Eğlencelik” diye bağırırlardı.
Bugün “eğlencelik” deyince, çekirdekten ziyade Cübbeli akla geliyor.
Dini bir eğlence malzemesi haline getirerek dünyevileştirmiş; bir zamanlar tekkede ümit vaat eden bir “Fakih” iken ekranda “Fatih’in fendi”ne yenilmiş; “Şöhret uğruna ya Rab” diye diye takvadan masivaya; yani Allah’tan yalan dünyaya yol tutmuş birinin, acıya ve yasa boğulduğumuz şu dönemde tek yapacağı, susmak olmalı.
O yüzden, 99 Depremi’nde tüy diktin, Allah rızası için şimdi sus!..
[1]Tayfun Atay, “Diyanet İşleri Başkanı’na Açık Mektup”, Parti, Cemaat, Tarikat: 2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri içinde, Tellekt Yayınları, 2023 (4. Baskı), s. 127-135.
[2] Bkz. “Bir Nakşi Popstar: Cübbeli Ahmet”, Parti, Cemaat, Tarikat içinde, s. 183-188.