Memetcan Demiray
'Defans toplumu'na veda zamanı...
İşte Euro 2020'de yarı yola gelindi ve sadece "kaybetmemeyi" düşünenler sıkıcı futbollarıyla çoktan evlerine gitti! Şimdi turnuva risk alanlar, kazanmaya oynayanlar ve gol atanlarla devam ediyor. Tıpkı hayatta da olduğu gibi!.. Bu baskılar dünyasında özgürlüğünü, geleceğini ve yaşam sevincini "korumak" isteyen herkese defansta değil, öncelikle hücumda yeni stratejiler gerekiyor.
Avrupa Futbol Şampiyonası'nda grup maçları hafta içi tamamlandı ve zayıf halkalar nihayet evlerine uğurlandı! Euro2020 şimdi doğrudan eleme turları ve ideal takım sayısı olan 16'yla devam ediyor. Bu da artık defansa kapanan, sürekli geri pas yapan, maç bir an önce bitsin diye oyunu yavaşlatan takımları görmeyeceğimiz anlamına geliyor. Yani Euro2020'de uzatmalar (!) bitti, oyun şimdi başlıyor!
UEFA'nın son iki turnuvada uyguladığı 24 takımlı sistem, elbette daha çok maç, daha çok reklam ve herkes için daha çok para anlamı taşıyordu. Ama oynanan onca grup maçından sonra sadece 6 takımın elenecek olması da işleri karıştırıyordu. Zira gruplarında üçüncü olanlar bile averajlarına göre bir üst tura çıkabiliyordu ve böylece kazanmak değil, kaybetmemek önemli hale geliyordu. Sonuç? Hücumda hiçbir planı olmayan Finlandiya ve ne oynadığı anlaşılamayan Slovakya bile az daha tur atlıyordu!
EN İYİ DEFANS HÜCUM MU SAHİ?..
Nitekim İngiltere futbolunun efsanesi Gary Lineker de bu uygulamayı eleştiriyor, UEFA'yı takım sayısını yeniden düşünmeye çağırıyordu. Öyle ya; tempo, hücum girişimi ve gol pozisyonu içermeyen bir futbol maçında ne iddia ne de heyecan vardı. Bu durumda bize "kaybedeceği" değil, "kazanacağı" bir şey olan takımlar lazımdı.
İşte Fransa ve Portekiz, finalmiş gibi bir 90 dakikada 2-2 berabere kalıyor, Belçika kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu. Ve "defans" denince akla gelen İtalyanlar, gruptan hiç gol yemeden +7 averajla çıkıyorlardı! Yoksa iyi savunma sahiden hücumda mı başlardı?
İşin en ironik kısmı ise Rusya ile Macaristan'ın gruplarını sonuncu tamamlamasıydı! Yani Putin ve Orban gibi iki liderin baskısı altındaki ülkeler, futbolda da nal toplamıştı! Genel klasmana böyle bakıldığında 0 (sıfır!) puan ve -7 averajla en kötü takımın Türkiye çıkması da sürpriz sayılmazdı!
VERGİYE DEFANS, DEPREME DEFANS...
Gerçi Merih Demiral, Ozan Kabak ve Çağlar Söyüncü'yle taş gibi bir savunma hattımız vardı. Ama orta saha ve ileri uçta coşku, çok seslilik ve yaratıcılık olmayınca bekler de bir yere kadardı! Tıpkı bizim "defans toplumu"nda olduğu gibi...
Hepimizin öncelikle enflasyona karşı koruması gereken cüzdanları, dolar karşısında günbegün eriyen maaşları vardı. Sosyal medyada pek siyasete bulaşmamak özgürlüğümüz için kaçınılmazdı. Fahiş vergiler, arazi mafyaları, tacizci erkekler, "trafik magandaları"... Edirne'den Ardahan'a, her gün kendimizi sakınmamız gereken onca tehlike vardı. Ve beklenen Marmara depremine karşı yegâne güvencemiz elbette yüce Mevla'ydı!
Şu durumda önce defansımızı sağlam tutacaktık ki sonra sıra sanata, bilime ve hatta bir gün belki politika yapmaya gelebilsin... Şimdilik kişisel hayatlarımızda çift ön liberolu 5-4-1 sistemi şarttı.
SAVUNANLAR VE KÂŞİFLER!..
"Savunma" kavramı, Münster Üniversitesi'nin yaptığı son araştırmada da karşımıza çıkacaktı. Avrupa kamuoyunun özellikle mülteciler üzerinden nasıl kutuplaştığına odaklanan araştırma, toplumun bir kısmının "güvenlik ve sabitlik", diğer kısmının ise "açıklık ve değişim"e önem verdiği sonucuna varıyordu.
Araştırmayı yürüten psikoloji profesörü Mitja Back, ilk grubu "savunanlar" ve ikinciyi ise "kâşifler" olarak anlandırıyordu. Daha düşük eğitimli ve geleneksel olan "savunanlar", ülkelerindeki etnik ve dinî çeşitliliğe karşıydı. Dolayısıyla Müslüman mültecileri kendilerine tehdit olarak görüyorlardı. Daha kentli ve iyi eğitimli "kâşifler" içinse topluma eklenen her birey, ayrı bir zenginlik demekti.
Araştırmaya göre örneğin Almanya'da toplumun sadece yüzde 14'ü "kâşifler"e dahilken "savunanlar"ın oranı şimdiden yüzde 20'ye ulaşmıştı! Kutuplaşmanın en yoğun yaşandığı Polonya'da ise "savunanlar"ın "kâşifler"e karşı yüzde 27'ye 47 üstünlüğü vardı! Ah korku belası... İnsana nasıl "defans" yaptırmaktaydı?!
0-0'LA GALİBİYET OLMAZ!
Öyle bir defans ki Avrupa Birliği, şimdi mültecileri biraz daha tutsun diye Türkiye'ye 3,5 milar avro artı gümrük düzenlemesi hediye etmeye (!) hazırlanıyor! Yunanistan, Meriç Nehri'ni göçmenlere karşı "ses bombası" ile korumayı deniyor! Ve Kemal Kılıçdaroğlu, iktidara gelince ilk iş olarak Suriyelileri ülkelerine "kardeşçe" göndermekten söz ediyor.
Ama işte "kaybedecek" hiçbir şeyi olmayan mülteciler savunma yapmıyor, durmaksızın Avrupa kıyılarına akın ediyorlar! Afrika'dan, Suriye'den, Afganistan'dan yüz binlerce insan, ülkelerinde bulamadıkları refah, huzur ve kaliteli geleceğin peşine düşmüş, plastik botlarla Ege'ye, Akdeniz'e açılarak canlarını bile tehlikeye atıyorlar! Çünkü hayatın bir kez yaşandığını ve beklemekle hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyorlar.
Bizse "defans toplumu" olarak çoktandır şut bile çekmiyor, bari fark yemeyelim diye kalemizin önünde top çevirip duruyoruz. Hatta bu uğurda kimi zaman mafyanın "hakemliğinden" medet umuyoruz. Dakikalar hızla ilerliyor ve hayattan tat almak için bize acil gol ya da goller gerekiyor.
Neyse ki Ronaldo, Lukaku ve Højbjerg gibi "kâşifler"le Euro 2020 devam ediyor!