Süreyya Su
Dağlarca, Varlığın ve Yaşamın Şairi
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın yüzden fazla kitabı yayınlandı. Bir kitabının adı, İçimdeki Şiir Hayvanı. Onun şairliğinin üretkenliğini böylesine güzel ifade eden kendisinden başka kimse olamaz. Kitapları içinden, başyapıt olarak ayırabileceklerimiz çoktur. Ama bunların içinden üç uç, üç doruk belirleyecek olursak ayırabileceğimiz kitapları, Çocuk ve Allah, Âsû ve Uzaklarla Giyinmek’tir (Sığmazlık Gerçeği). Bunlar, Dağlarca’nın öne çıkan üç başyapıtıdır.
Bu üç başyapıt içinden en çok tanınan, Çocuk ve Allah’tır. Âsû da şiirle ilgilenenlerin tanıdığı, bildiği bir kitaptır. Ama Uzaklarla Giyinmek, şiirle ilgilenenlerin bile birçoğunun bilmediği, ilgilenmediği bir kitaptır; Dağlarca’nın artık gündemde pek olmadığı bir dönemde yayınlandığı için hak ettiği ilgiyi görmemiştir.
Dağlarca’nın bütün yapıtından kesip çıkarılan üçgenin tepe noktasında Çocuk ve Allah vardır. Bu kitabın, 1940’ta, yani Dağlarca henüz yirmi altı yaşındayken yayınlandığına dikkat edersek, Dağlarca’nın şiirinin bir şairin olgunlaşma sürecinde doruğa yükselmiş bir şiir değil, sadece dağların doruklarında bulunabilen özel bir bitki gibi olduğunu, bir dilin ancak doruklarında duyulabilecek sözlerin kendilerini Dağlarca ile dile getirdiklerini söylemek abartılı bir ifade olmaz. Ahmet Soysal’a göre, imge zenginliği, anlam yoğunluğu, ses ve ritim yaratıcılığı, Çocuk ve Allah’ı yalnızca Türk şiirinin değil, ama çağdaş dünya şiirinin de doruklarına taşımaktadır. Çocuk ve Allah, Türk modern şiiri için de kerteriz alınan bir kutup yıldızıdır.
Modern şiirin kaynağı
Genel olarak Dağlarca’nın yapıtı, ama özel olarak Çocuk ve Allah, İkinci Yeni şiirini etkilemiştir. Ece Ayhan, İkinci Yeni üzerine değinmelerinde bunu açıkça belirtmiştir. Ahmet Soysal, Ece Ayhan’ın bir yerde, “İkinci Yeni, Çocuk ve Allah’tan çıktı” dediğini aktarır. İkinci Yeni modern kent yaşamının gündelik olaylarına, çelişik ve karmaşık ruh durumlarına ve ilişkilerine eğilir. En ayırt edici özelliği ise bir imge şiiri olmasıdır. Lâkin İkinci Yeni, Dağlarca’dan bir ölçüde etkilense de, genç kuşakların ondan etkilenmesine engel olmuştur. Bunda ideolojik boyut göz ardı edilemez. Dağlarca, Atatürkçü ve ulusalcı bir Cumhuriyet şairidir. Oysa İkinci Yeni şiiri resmi ideoloji karşıtlığıyla öne çıkar.
Dağlarca’nın şiirinin özellikle, 1935-1945 arasındaki ilk döneminde imge egemendir. Bu yüzden genellikle ilk dönemi en yoğun dönemi olarak kabul edilir. Dağlarca’nın şiirinin yeniliği, söylemsel olmayışıdır. Dağlarca’nın şiiri imgelerle kurulan şiirsel uzam içindir.[1] Dağlarca, şiirinde imgeye öncelik verir. Ama bunu yaparken felsefeden, felsefi yönelimden, felsefi düşünceden de uzak durmaz.
Çocuk ve Allah’ta, adının çağrıştırdığının tersine, daha çok manevi veya dinsel temalar değil, felsefi temalar ele alınır. Doğrudan çocukluğa bir gönderme olarak hayret duygusunun şiirde olduğu söylenebilir. Şair bir çocuk gibi hayretle sorular sormaktadır: arzuya, vücuda, varlığa dair sorular… Heidegger’in hep belirttiği gibi, şiir, asıl şiir, felsefi bir sorgulama ya da soruşturmayı içeren bir şiirdir. Şiirin felsefi olması, felsefeyle ilişkisiyle ilgilidir. Yoksa şiir, düşünürken, soru sorarken, asla “felsefe yapmak”, hatta felsefenin yerini almak amacında olmamalıdır, ama düşünmek için yeni imkânlar, olanaklar ve olasılıklar sunmalı, hakikatin arayışında olmalıdır. Dil düşünür, akıl veya zihin değil. Felsefe kavramlar icat eder kavramak için, ama şiir imgeler üretir düşünmek için. O yüzden şiir ve felsefe farklı dillerdir; biri imgelerle diğeri kavramlarla konuşan. Her biri kendi yaklaşım özelliklerini korumak koşuluyla varlığa ve hakikate yönelebilir. Şiir felsefe yapmaz ama felsefi sorular sorabilir, sormalıdır da. Varlık sorusunu sorabilir ya da vücut sorusunu. Şair hayretle etrafına bakan ve nicedir büyüklerin unuttuğu soruları soran bir çocuk, düşünmeye davet eden bir bilgedir. Eski zamanlarda şiir hakikatin dile gelişiydi, sonra, Sokrates’ten sonra felsefe hakikatin resmi sözcüsü oldu. Böylece teorik bilgi, sezgisel bilginin yerini aldı. Oysa hakikat kavranmaz, anlaşılmaz, görülür ve her görme özel bir deneyimdir.
Çocuk ve Allah
Çocuk ve Allah’ın felsefi boyutu, varlık sorusunu, arzu ve vücut (beden) sorusuyla birlikte sormasıyla ortaya çıkar. Ahmet Soysal’ın dediği gibi, böylece, Çocuk ve Allah, aynı anda hem Heidegger düşüncesinde bir ontolojiye, hem de Deleuze’ün ele aldığı şekilde bir arzu düşüncesine bağlanabilir.
Dağlarca, şiirin olanaklarının yaratıcı bir kullanımı yoluyla felsefi düşünceye yönelmiş ve felsefi sorular sormuştur. Soysal’a göre Dağlarca, felsefi saiklerle yazılan şiirin Türkçedeki en yetkin temsilcisidir.[2] Şiirleri varlıkla, yaşamla, ölümle, vücutla, Tanrıyla ilgilidir. Felsefenin de koşulu olan hayret duygusu şiirlerinde hissedilir. Çünkü Dağlarca’nın şiirlerinde felsefi sorular samimi bir şekilde sorulmaktadır. Modern görünmek için yapılan üslup taklitleri ya da felsefi görünmek için bilmişlik taslayan alıntılar, eğreti göndermeler şiirlerinde yoktur.
Adı sizi yanıltmasın. Çocuk ve Allah, çocuk üstüne bir kitap değildir. Kitabın konusu arzudur; çeşitli duygulanımlar ve duygularla iç içe arzudur. Örneğin nedamet (pişmanlık) ile ya da şehvet ile ya da aşk ile iç içe arzu. Kitabın adının ikinci kelimesi, Allah da, dinsel anlamda olmaktan daha çok, farklı şiddetler ve yoğunluklar ile tanımlanabilen değişik duygulanım durumlarının bir göndermesidir. Dolayısıyla Çocuk ve Allah’ın konusu çocuk psikolojisine eklemlenmiş bir Tanrı inancı değildir.
Soysal’ın deyişiyle Çocuk ve Allah, karanlık bir kitaptır. Karanlık, yani kapalı veya örtük; çünkü kitapta anlatılamaz ve itiraf edilemez, gizli ve saklı arzulara değen imgeler vardır. Türk şiirinde böyle bir karanlık, bir de Ece Ayhan’da vardır.[3] Ece Ayhan, şiirinin bu özelliğine, “Şiirimiz karadır abiler”, diye değinir.
Yaşam ve varlık
Dağlarca’nın şiiri, başından beri, yaşamı dile getiren bir şiirdir. Onun şiirindeki yaşam (hayat) temelde canlının, yani hayvanın (Arapça canlı demek) yaşamıdır. Hayvan, Dağlarca’da, hem doğadaki hayvandır, hem de doğamızdaki hayvandır. Hayvan, asıl olarak bedenimize can ve şekil veren hayattır. Dağlarca’nın şiiri, bu canlı yaşamının, hayvan hayatının dile geldiği bir olaydır. Yaşamın dile gelmesi olayı olarak şiirde, yaşamla ve yaşayanlarla birlikte varlık açılır, açığa çıkar. Dağlarca’da varlık, şiirle virtüel ve aktüel olarak, kuvveden fiile yaşamda dile gelmektedir, doğadaki olaylarda ve bu olayların ortaya çıkardığı duygulanımlarda kendini ifade etmektedir.
Dağlarca, şiirin olanaklarıyla varlığın açığa çıkmasına, görünür olmasına çalışır. Onun şiirinde bir ağacın, bir hayvanın, bir tarlanın, bir dağın, bir çocuğun duyumsaması somutlaşır, sevgi, pişmanlık, merhamet gibi duygular açığa çıkar, vücut, varlık, zaman, ölüm ile ilgili düşünceler dile gelir. Bu ifade gücü, Dağlarca’yı aralarında René Char, Arthur Rimbaud, George Trakl, Rilke’nin de olduğu büyük felsefi şairlerinden biri yapmaktadır.
[1] Ahmet Soysal, Arzu ve Varlık, YKY, s. 25
[2] Arzu ve Varlık, s. 33
[3] Ahmet Soysal, Uzun Çizgi, Monokl Yayınları, s. 65