Emre Tansu Keten
“Cavit Baba”nın Olay TV’si
2019’un ekim ayında, maddi yetersizlik nedeniyle Bursa’nın yerel televizyon kanalı olan Olay TV’yi kapattığını açıklayan Çağlar’ın, bu kadar kısa bir süre sonra bu kanalı ulusal bir kanal haline getireceğini açıklaması biraz tuhaf değil mi?
31 Mart 2019 seçimleri öncesinde Olay Medya Grubu’nun AKP’nin Bursa adayını kayıran bir yayın çizgisi izlediği, bu nedenle uzun bir süredir bu grubun yandaşlıkla suçlandığı, seçim mitingi için Bursa’ya gelen Erdoğan’ı Çağlar’ın karşıladığı, Erdoğan’ın Çağlar’a “Cavit Baba” diye hitap ettiği de bilinen gerçekler.
Medya alanında son günlerin temel tartışma konusu Olay TV ve onun patronu Cavit Çağlar. AKP’nin yok ettiği eski ana akımdan dışlanmış “sakıncalı” gazetecilerle sözleşme imzalayan, Nuri Çolakoğlu’nun başına geçirildiği, İBB Basın Koordinatörü Süleyman Sarılar’ı transfer eden Olay TV, doğal olarak, herkesin aklını karıştırdı. İktidar kalemleri bu gelişmelerin ardından, Ekrem İmamoğlu önderliğinde bir medya operasyonu düzenlendiğini yazmaya, kanalın CHP’li isimler tarafından satın alındığını iddia etmeye başladı. İşin “operasyon” yönüne pek değinmeyen Cem Küçük ise, Cavit Çağlar’ın işe düğmeleri yanlış ilikleyerek başladığını, bu nedenle birkaç ay sonra kanalı bırakıp kaçmak zorunda kalacağını yazdı.
Bu iddialara yanıt veren Çağlar, kanalın yüzde yüz sahibinin kendisi olduğunu, muhalif bir kanal değil, tarafsız haberciliği hedefleyen bir yapı kurmak istediklerini belirtti. Hatta Altaylı’nın iddiasına göre, yorum yapan çalışanlarını “kulağından tutup” atacağını, iktidar baskısı ile karşılaşırsa “kapatıp gideceğini” de vurguladı. Bu açıklamaların ardından ise muhalif cenahtan isimler, Çağlar’ın geçmişini ortaya dökmeye, Olay TV’ye geçen isimleri üstü kapalı bir şekilde eleştirmeye başladı.
“Tarafsızlık” yemini
Olay TV tartışmalarında iktidar kalemlerinin yazdıkları gerçekten ibretlik. Medya alanının yüzde 90’ının AKP tarafından ele geçirildiği, bir kısmının doğrudan saraydan, bir kısmının ise saray komiserleri aracılığıyla yönetildiği bir ortamda, bu çemberin dışında kalan bir medya grubu kurmanın operasyonla, kirli odaklar ve kirli amaçlarla eşdeğer tutulması; yani medya alanı üzerindeki doğrudan kontrolün dışında ideolojik kontrolün de bu kadar sıkı tutulması, medya denetiminin önemli bir ayağını oluşturuyor.
Bu ideolojik üstünlük, havuz medyası içindeki gazete ve kanalların nöbetleşe şekilde AKP’li sermayedarlar tarafından sahiplenilmesini, dünün ana akım kurumlarının bugün AKP propaganda bülteni gibi çalışmasını, TRT ve Anadolu Ajansı gibi vergilerle finanse edilen kamu kuruluşlarının tek bir kişinin halkla ilişkiler aracına dönüştürülmesini doğallaştırır ve eleştiriden muaf kılarken, bir gazete ya da televizyon kanalı kurmak isteyen herhangi birisinin muhalif olmayacağı, iktidarı hedef almayacağı, tarafsız kalacağı konusunda iktidarı ve onun kalemlerini ikna etmesi gerekiyor. Üstelik iktidar açısından sade bir tarafsızlık yemini de yetmiyor. Bu cenah açısından tarafsızlık, yerli ve milli söylemin taşıyıcısı olmakla, yani iktidarla “büyük resim”de yan yana gelmekle eşanlamlı görülüyor. İdeolojik üstünlük, başta tarafsızlık olmak üzere birçok kavramı da şekilsizleştiriyor.
Çağlar’ın bagajı
Olay TV’nin kuruluşunu gazetecilik ilkeleri açısından eleştirenlere baktığımızda ise tarihsel ve mesleki açıdan daha doğru ve daha ilkeli sorular elde ediyoruz. Öncelikle, AKP’nin medya alanını bu denli kendi lehine ve gazetecilik aleyhine şekillendirebilmesinin baş faktörü medya sahiplik yapısı. 24 Ocak kararlarının ve 12 Eylül darbesinin ardından büyük sermayeye açılan medya sektörü, 90’lı yıllarla birlikte birkaç kişinin söz sahibi olduğu tekelci bir yapıya kavuşmuştu. Bu medya patronlarının temel amacı ise medya alanından kâr etmek değil, faaliyet yürüttükleri diğer sektörlerdeki yatırımlarını, ellerindeki medya “silahlarıyla” daha kârlı kılmak, devletten yüklü ihaleler almaktı. Medya, siyasetin ve ekonomik çıkarların aracı oldukça, gazetecilik alanı daha da kirlendi. AKP bu medya sahiplik yapısını Allah’ın bir lütfu olarak görüp, TMSF’yi de etkili çalıştırarak, kendisine bir medya cephesi yarattı. Sonrasında Doğuş ve Ciner gibi grupların elinde olan kanalları, bu holdinglerin diğer sektörlerdeki yatırımlarını kullanarak kendine bağladı ve son olarak Doğan’ı yine bu sayede sektörün dışına attı.
Durum buyken, 90’lı yıllarda hem bakanlık hem medya patronluğu yapmış, birçok netameli işte bulunmuş, kendi bankalarını batırmış ve bu nedenle ceza almış bir insanın, medya sektörüne girmesi ne tür bir olanak olarak görülebilir? Taraflı davranan gazetecileri anında kapının önüne koyacağını söyleyen birisinden, sıra dışı bir medya patronluğu beklenebilir mi? Bütün diğer sektörlerden elini ayağını çektiği için medya patronluğuna geri dönmeyi istemek açıklaması ne kadar mantıklı? Medya dünyasını yakından tanıyan bir patronun, bu koşullarda yeni bir NTV kurmanın önündeki engelleri bilmiyor olması muhtemel mi? 2019’un ekim ayında, maddi yetersizlik nedeniyle Bursa’nın yerel televizyon kanalı olan Olay TV’yi kapattığını açıklayan Çağlar’ın, bu kadar kısa bir süre sonra bu kanalı ulusal bir kanal haline getireceğini açıklaması biraz tuhaf değil mi?
Bunların yanı sıra, 31 Mart 2019 seçimleri öncesinde Olay Medya Grubu’nun AKP’nin Bursa adayını kayıran bir yayın çizgisi izlediği, bu nedenle uzun bir süredir bu grubun yandaşlıkla suçlandığı, seçim mitingi için Bursa’ya gelen Erdoğan’ı Çağlar’ın karşıladığı, Erdoğan’ın Çağlar’a “Cavit Baba” diye hitap ettiği de bilinen gerçekler. Zaten Çağlar da bu durumu saklamıyor ve AKP’li olmasa bile Erdoğan’ı sevdiğini söylüyor. O zaman, medya alanına çok önem veren bir iktidarın, kendisine yakın bir ismin böyle bir televizyon kanalı kurmasına, hadi kurdu diyelim, bunun yayın politikasına müdahale etmeyeceğini düşünmek için hiçbir sebebimiz yok. Bu nedenle Çağlar rahatlıkla, “kapatır giderim”, Cem Küçük kendinden emin bir şekilde, “bırakıp kaçar” diyebiliyor.
İhtimaller
Tablonun geneline baktığımızda her şey gerçekten karmaşık. Ama iki ihtimalden bahsedebiliriz. Birincisi, AKP’nin, elindeki medya cephesinin gitgide işlevsizleşmesi nedeniyle, kendi kontrolünde bir “muhalif” kanal yaratma planı olabilir (Habertürk’ün son dönemde kısmen ana akımlaşmasını da bu açıdan okumak gerekir). Böylece muhalif gazetecilerin bir kısmının tehlikesiz kılınabileceği ve yukarıda bahsettiğimiz ideolojik üstünlüğün güçlendirilebileceği düşünülmüş olabilir. Ancak bu biraz uzak bir ihtimal.
Diğer ihtimal ise, Çağlar’ın elinde kurulan, yayın hayatına başlayan ve ana akıma oturan bir kanalın, bir süre sonrasında muhalif bir ismin sahipliğine devredilmesi olabilir. Böylece, iktidarla arası iyi olan Çağlar’ın kanalın kuruluş aşamasında gelecek saldırıları yumuşatacağı, gerekli işlemleri kolaylaştıracağı, Çağlar’ın ise elinde batmış olan bir kanaldan haddinden fazla kazanç sağlayacağı öngörülmüş olabilir.
İşin aslı ne olursa olsun, ortada olan gerçek, AKP’nin medya alanını tarumar etmesinin ardından bile medyanın ve gazeteciliğin yapısal sorunları konusunda bir arpa boyu yol alınmadığı, hayati yanlışların bir gram bile farkına varılmadığı. Sorunun kaynağı olan bir siyasetçi-sermayedarın 90’lardan fırlayıp önümüze gazetecilik ilkelerini bağırarak gelmesinin, çözüm olarak kendisini sunmasının başka bir anlamı yok sanırım.