Tuğçe Küçük
BU MÜCADELENİN YOLLARI ‘YAŞAM’A ÇIKIYOR
Geçen hafta İstanbul Sözleşmesi feshedildi… Ülkemizde bu kararı coşkuyla karşılayanlar da oldu, o gün bu gündür itiraz edenler de… Kafasını kuma gömenler iptali alkışlarken, hayatları pamuk ipliğine bağlı yaşayanlar, yok sayıldıkça haykırmaya devam ediyor…
Nahide Opuz, şiddet gördüğü ve ölüm tehdidi aldığı evli olduğu erkek Hüseyin Opuz’u devlet makamlarına defalarca şikayet etmişti. Nahide’nin annesi Minteha Beybur ise damadından ölüm tehdidi aldığını savcılığa bildirmesine rağmen damadı tarafından öldürüldü. Hüseyin Opuz iyi hal indirimi ile 25 yıl cezaya çarptırılıp aynı yıl tahliye edilmişti. 1996 yılından 2002’ye kadar tam 36 defa yardım çağrısında bulunan Nahide’nin sesi duyulmadı. Nahide 2002 yılında devletin onu Hüseyin Opuz’un şiddetinden korumadığı gerekçesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu. Mahkeme 2009 yılında Türkiye’nin şiddet gören bir kadını kocasından korumadığı, cinsiyet ayrımcılığı yaptığı kararı ile Türkiye’yi suçlu buldu. Mahkemenin kararınca Türkiye’de aile içi şiddet hoş görülüyordu. AİHM de ilk defa bir ülke aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamaması ile hüküm giymişti.
İşte bu olay kısaca ‘İstanbul Sözleşmesi’ adı ile bilinen ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin yolunu açtı.
AİHM’nin bağlı olduğu Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi kadına şiddeti, ev içi şiddeti önlemek için İstanbul’da toplandı. Bu toplantıda uluslararası bir işbirliği ile kadına karşı şiddeti sonlandırmak, şiddet mağdurlarını korumak, cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak için devlet yükümlülüklerinin belirleneceği uluslararası bir insan hakları sözleşmesi hazırlamaya karar verildi. Çalışma sivil toplum kuruluşlarının da katılımıyla gerçekleşti. Bu toplantı Avrupa sahnesinde utanç veren bir olayla gündeme gelen Türkiye’nin imajını toparlaması için bir fırsattı. Nitekim Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ilk ülke oldu. Dönemin başbakanı Recep Tayip Erdoğan sözleşmeden övgü ile bahsetti. 35 ülkede yürürlükte olan adı İstanbul Sözleşmesi olan sözleşmeden çekilen ilk ülke de Türkiye oldu.
İstanbul Sözleşmesi ne diyor?
Manipülatif ağızlarca karalanan, kafasını kuma gömen, sözleşmenin tek bir satırını dahi okumamış kişilerce kulaktan dolma bilgilerle zararları dilden dile dolaşan İstanbul Sözleşmesi ne diyor?
Sözleşmenin giriş kısmında, kadına şiddetin, tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin sonucu olduğu, bu cinsiyet eşitsizliğinin erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetine, kadınlara ayrımcılık yapılmasına yol açtığı, eşitsizliğin kadınların tam anlamıyla ilerlemesinin yolunda bir engel olduğu ifade ediliyor. Sözleşme, kadına şiddetin temelinin toplumsal cinsiyet rollerine dayandığının bilincinde olduğunu vurguluyor. Sözleşmede şiddete uğrayan mağdurları koruma, faillerin cezalandırılması hususlarından bahsedilirken buna eş zamanlı olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gerektiğinden de bahsediliyor. Sözleşme, şiddeti ortadan kaldırmak için kadını, öteki konumundan, ikinci plandan, güçsüz olan taraftan çıkarmak, erkek ile eşit konuma getirmek gerektiğini söylüyor ve taraf devletlere bununla alakalı olarak sorumluluklar yüklüyor.
Sözleşmeye göre, kadına yönelik şiddet (psikolojik şiddet ve ekonomik şiddet de buna dahil) , cinsel istismar, taciz, tecavüz, zorla ve erken yaşta evlendirilme, namus, töre cinayetleri, herhangi bir bahanesi olmaksızın insan hakkı ihlali ve suç kapsamındadır.
Yani, sözleşmeyi imzalayan devlet, …‘namusumu temizledim’ diyen, ‘öyle giyinmeseydi, orada olmasaydı’ diyen ‘beni kışkırttı’ diyen… erkeklere ve onlara yardım edenlere herhangi bir indirimde bulunmaksızın yaptırım uygulamak zorunda!...
Ayrıca sözleşme, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık ve engellilik durumu, medeni hâl, göçmen ve mültecilik gibi durumlarda ayrımcılık yapılmaması gerektiğini de vurguluyor.
İstanbul Sözleşmesine göre:
Kadınların aile içi şiddete erkeklere göre çok daha büyük oranda uğruyor olması göz önüne alınarak, sözleşme altındaki devletlerin mağdurları için yeterli düzeyde sığınmaevi hazırlaması, mağdurun 7/24 yardım isteyebileceği ve ‘zamanında’ çözüm alabileceği bir telefon hattının olması, travma ve tıbbi destek hizmetlerinin sağlanması, soruşturma ve yargı sürecinde koruma tedbirlerinin düzenlenmesi gereklerini belirtiyor.
Ayrıca sözleşmeye göre fail ile mağdur arasında kesinlikle arabuluculuk yapılmamalı. Şiddetin kanıtı varsa kadın şikayetçi olmasa da ya da şikayetinden sonradan vazgeçse de yaptırım uygulanmak zorunda. Böylece barıştırılıp eve gönderilmekten ve eve döndüğünde daha kötülerini yaşamaktan korktuğu için susan kadınların da güvenliği sağlanabilecek.
Ev içi şiddeti kapsayan sözleşme çocukları da koruyor. Çocuk istismarını, çocuk yaşta evlilikleri de suç kapsamına alıyor, evliliğin geçersiz sayılmasına vurgu yapıyor.
Sözleşme, şiddet konusunda halkın farkındalığının artması için sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yapılması, eğitim kurumlarının toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu müfredatlarına eklemesi, bu konuda uzman kadroların oluşturulması, medyada kadına şiddet, şiddetin türleri hakkında kamuoyu oluşturulması, kadına saygıyı arttıracak projelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’de sözleşme imzalandıktan sonra ne oldu?
İstanbul Sözleşmesi mecliste 246 kabul 0 red oyu ile yani oy birliği ile kabul edildikten sonra;
Ayşe Tuba 23 kez, Zeliha Erdemir 46 kez devlete yardım çağrısında bulundu, onların sesi duyulmadı ve onlar katledildi…
Sözleşmede arabuluculuk yapılmayacağı, şiddetin kanıtlandığı bir durumda şikayetçi olunmasa da yaptırım uygulanacağı kati suretle ifade ediliyordu…
Güleda Cankel, uzlaştırılıp şehirden gönderilen eski erkek arkadaşı Zafer Pehlivan tarafından uzlaştırılmanın ertesi günü katledildi…
Sözleşmeye göre ne namus ne kışkırtma ne de başka bir sebep cinayeti hafifletici neden olamayacaktı…
Oysa ülkemizde kravat takmak bile cezayı hafifletmeye yetti…
Sözleşme, şiddetin temelinde yatan eşitsizliği ortadan kaldırılıp, toplumsal cinsiyet eşitliğini inşa etmeyi amaçlıyordu…
‘Kadınla erkeği eşit konuma getirmek fıtrata terstir’ sözleri yükselmeye devam etti… Aynı eskisi gibi…
Sözleşmeye onay ilk olarak Türkiye’den gelmişti, öncülükten övgüyle bahsediliyordu ama aslında sözleşme ülkemizde hiçbir zaman uygulanmamıştı ki…
İşte bunu bilenler, ‘İstanbul Sözleşmesini Uygula’ çağrılarıyla meydanlardaydı şimdiye dek…
Bir taraf sözleşmeyi karalarken, diğer taraf uygulanması için mücadele veriyordu…
Taa ki geçen Cuma gece yarısına kadar…
Ve cumartesi gününden bu yana farklı şehirlerden sözleşmenin feshedilmesine tepkiler gelmeye devam ediyor… Bu mücadele sesleri, tablo ne kadar karanlık olursa olursun umut ışığı yakmaya devam ediyor…
Kötü niyetli olan İstanbul Sözleşmesi mi?
Sözleşmenin söylediği kadın ve erkeğin eşit olmasına dayanan toplumsal cinsiyet eşitliği, güç eşitsizliğini ortadan kaldırarak şiddeti yok etmeyi hedefliyor… Eşitlik, erkek egemen aile düzeninde özellikle ‘egemen olan erkeğin’ saltanatını sarsacağından bazı güruhlar ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ ibaresini toplumu ‘cinsiyetsizleştirme’ politikası olarak okuyor…
Oysa toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlaması en temelde çocuklar büyürken erkek çocuğun kız çocuktan değerli olduğu algıyı yıkacak, erkekler, kadınların birey olduğunun bilincinde olacak, kendisi ile eşit olan kadına şiddet gösterme, zorbalık yapma, hakaret etme hakkını kendinde bulamayacak... Reddedildiği için, yemeği beğenmediği için, namusunu temizlemek için kadınları katledemeyecek, böyle bir şey yaşansa da kanun önünde iyi hal indirimi alamayacak…
Sözleşme, evli, boşanmış, birlikte yaşayan ya da aynı evi paylaşmayan ama birliktelikten zarar gören herkesin yaşam hakkını koruyacağından bahsediyor. Karşı çıkan güruh aile kavramının içine evli olmayan bireyler de dahil ediliyor o zaman ‘sözleşme zinayı destekliyor’ diyor… Oysa bu ifade Türkçe’ye ‘aile içi şiddet’ olarak çevrilmiş ancak orijinal metinde ‘ev içi şiddet’ olarak geçiyor. Kimsenin aile tanımı ile bir derdi yok, amaç ‘ev içi’ kavramının içine dahil olan; kadın, erkek, çocuk, yaşlı herkesi şiddetten korumak…
Sözleşmenin iftira yoluyla suçsuz erkeklere ceza aldıracağını düşünenler var, sayısız kez yardım isteyip sesi duyulmadığı için katledilen kadınlarla dolu olan ülkemizde… Sözleşmeye göre mağdurun beyanıyla sadece tedbir kararı alınıyor, suç kanıtlandığı takdirde cezai işlem başlıyor…
Sözleşme, şiddet mağduru trans bireyse, eş cinselse işler değişir onu korumayalım, öldürülürse katiline yaptırım uygulamayalım demiyor, aksine şiddet mağdurunun cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsel kimliği fark etmeksizin onun yaşam hakkını koruyalım diyor. Bu ifadeden eşcinselliğin özendirildiği fikrine varan insanlar yok mu, var maalesef…
Bir daha düşünelim;
Kısacası, sözleşmenin dini değerlerimize, geleneklerimize uygun olmadığı söyleniyor. Heteroseksüel olmayan birini ölüme mahkum etmek mi dinimize uygun? Her ne sebepten olursa olsun bir kadının katledilmesi mi bizim geleneğimiz? Çocukların istismardan, erken yaşta evlilikten korunması bizim ahlaki yapımıza ters mi gerçekten? Bir kadının ‘namusunu temizlemek için’ bir erkeği öldürdüğünü hiç duymadık ama erkek ‘namusunu temizleyip’ iyi hal indirimi alabiliyor, nefsi müdafaa yapan kadınsa müebbet hapisle cezalandırılıyor, bu kararlarda hangi geleneğimiz etkili?
Bir daha düşünelim, ama siyasi İslam’dan bağımsız olarak düşünelim; kötü niyetli olan sözleşme mi?