Süreyya Su
Blues’un İlk Erkek Yıldızları
Blues, kentlerde dinlenmeye başladığı zamanların başlarında pek saygın bir müzik türü olarak görülmüyordu. Özellikle kırsal bölgelere özgü tarzlarda icra edilenler… Kente yeni göç etmiş siyahlar, evlerinde bu tarz blues dinleseler bile dışarıda onu hor gören bir tavır sergilerlerdi. Daha yüksek bir müzik zevkine sahip olduklarını göstermek isteyenler Ma Rainey veya Bessie Smith gibi caz çağının divaları olarak kabul edilen popüler şarkıcıları dinlerlerdi. İnsanlar her zaman müzik zevkiyle de toplumda temayüz etmeye eğilimli olmuşlardır. Aslında Ma Rainey veya Bessie Smith’in söylediği şarkıların sözleri de çok şiirsel değildi ve birbirine benziyordu, ama onların söyleyiş biçimi şarkıları farklılaştırıyor ve sanatsal bir niteliğe büründürüyordu.
Mamie Smith’in plakları çok satınca, müzik kayıt şirketleri yeni bir pazar oluşturacak bir müzik türünün yeni seslerini stüdyolara çağırdılar. Böylece siyahların plak yapmasının yolu açıldı. Yapımcılar kentlerdeki yeteneklerden başka, müziğin kaynağındaki yetenekleri keşfe çıktılar. Bunların aranacağı yerler ya inşaatlar ya çiftlikler ya da işçi kamplarıydı. Yetenek avcılarının iz sürmesiyle blues’un farklı biçimleri ve sesleri kentlere getirilerek bu müzik türü zenginleştirilmişti. Siyahlar hiçbir zaman homojen bir toplum olmadılar; kölelik zamanında bile kendi içlerinde tabakalaşma ve hiyerarşi olmuştur. Kentlere geldikten sonra tabakalaşma ve hiyerarşi daha karmaşık bir hale gelerek siyahlar da sınıfsal bir yapıya geçtiler. Ama onları birleştiren tek şey blues’du. Her yörenin farklı bir blues türü vardı ama herkes blues dinliyordu. Beyazların farklı müzik zevkleri vardı ama siyahlar blues’dan başka bir müzikten zevk almıyorlardı.
Siyahlara yönelik müzik piyasası, her türlü siyah müziğine ilgi gösteriyordu ve böylece utanarak dinlenilen kırsal blues da kabul edilmeye başladı. Artık geleneklere bağlı ve kaba erkek blues şarkıcıları da plak doldurabilirlerdi. Bunları stüdyoda kayıt yapmak için bulup kentlere getirmek yerine, yaşadıkları yerlerde kayıt yapmak daha tercih edilir oldu. Bazı küçük yapımcılar stüdyo dışı kayıtlar yaparak kentlerdeki büyük yapım şirketlerinin üstünlüğünü kırdılar. Yetenek avcıları portatif kayıt cihazlarıyla Güney’e geliyorlar, otellerde, okullarda ve salonlarda geçici stüdyolar kuruyorlardı. Birçok yerel müzisyen; şarkıcılar, müzik grupları, piyanistler, gitaristler, armonikacılar yeteneklerini göstermek için buralara gelip uzayıp giden sıralar oluşturuyorlardı.
Papa Charlie Jackson
Bir kırsal blues şarkıcısına yapılan ilk plağın Mart veya Nisan 1924’te, Atlantalı Okeh şirketi tarafından yayınlanan, Ed Andrews’un söylediği Barrelhouse Blues adlı şarkının plağı olduğu kabul edilir. Ama ticari yönden başarılı olmuş ilk kırsal kökenli erkek şarkıcı, aynı yıl Paramount tarafından plağı yayınlanan Papa Charlie Jackson’dır. O, ozan geleneğini devam ettiren kırsal kökenli bir erkek müzisyendi ama birçok yönden ilk kadın sahne şarkıcılarıyla aynı eğlenceli üsluba sahipti. Jackson vodvilden blues’a kadar çeşitli türlerden şarkılar söyleyebiliyordu ve şarkılarında Güney’in boğucu havasından Kuzey’in özgürleştirici ortamına kaçan siyah insanların umut ve arzularını anlatıyordu.
Jackson’ın plakları Amerika’nın her yerinde dinleniyordu. İnsanlar, yorucu ve yoğun bir günün ardından eve gelip onun plaklarını dinlemekten çok hoşlanıyorlardı. Gönülden gelen sesi ve banjonun tellerine neşeli vuruşları, üzüntü ve endişelerini alıyor, onlara huzur vererek hayatı eğlenceli hale getiriyordu. Papa Charlie Jackson bazı kırsal blues şarkılarının plağa ilk kayıtlarını yapmıştı ama asıl olarak onun, kendine özgü parmakla çalış tekniği ve serbest ritim duygusuyla banjo çalışı çok seviliyordu. Papa Charlie’nin rahat ve usta işi performansıyla karşılaştırılabilecek denli yetenekli ve ticari yönden çok başarılı başka bir blues müzisyeni daha vardı: Blind Blake.
Blind Blake
Nasıl ki ilk kadın blues şarkıcılarının şen şakrak ve cana yakın halleri seyircileri rahatlatan ve heyecanlandıran bir duygu ortamı yaratıyorsa, Blind Blake de kentin sıkıntısından insanları kurtaran ve onlara moral veren bir atmosfer yaratıyordu. Kadın şarkıcılar ve orkestralarının, kentlerde tutunmaya çalışan siyahlara umut veren vaizler ve ilahi korolarına benzemelerinin aksine, erkek şarkıcılar yalnızlık ve tükenmişlik duygusu veriyorlardı. Blind Blake olağanüstü akıcı çaldığı gitarına yorgun ve kaybetmiş insanların hüznünü yansıtan yanık sesiyle eşlik ederken, evsiz ve kimsesiz insanların öykülerini anlatıyordu.
Bohçamı topladım, bu kenti terk edeceğim,
Bohçamı topladım, bu kenti terk edeceğim,
Güney’e giden o trene yetişmek için acele edeceğim.
Saban ve çapa için Georgia blues’um var,
Saban ve çapa için Georgia blues’um var,
Bu buzun ve karın üstünde yürüye yürüye ayakkabılarımı eskittim.
Georgia Bound
Blind Blake 1920’lerde Chicago’da bir apartman dairesine yerleşmiş olsa da, aslında sürekli yolculuk eden, yalnız yaşayan kör bir hoboydu. Müzik onun her şeyiydi ve şarkılarında kendisi gibi evsiz işçilerin hayatını anlatırdı. Yaptığı seyahatler ve plakları sayesinde, Blake’in Güney’deki blues üzerinde çok büyük bir etkisi oldu. Blind Blake, ilk erkek blues şarkıcıları içinde en ünlü ve saygın isimlerden biridir.
Blind Lemon Jefferson
Blind Lemon Jefferson, Blake gibi kör olan dönemin başka bir ünlü şarkıcısıdır. Onun plakları Kuzey’den Güney’e kadar ülkenin her yanında satıldı. Kentlerin gettolarındaki yoksul siyahlardan Güney’deki ortakçılar ve inşaatlarda çalışan işçilere kadar herkes onu hayranlıkla dinlerdi. Blind Lemon Jefferson, blues’cular için bir modeldi. Şarkılarında en açık şekilde tasvir ettiği gibi, şiddet ve ölümle yüz yüze, geçici ilişkiler içinde ve sürekli yollarda geçen en sert ve saf halinde özgürce bir hayat yaşıyordu. Ama yaşadığı tüm zorluklara mizahla bakıp direnebiliyordu. İçinde olduğu toplumdaki çürüme ve çöküşü zihninde canlandırabiliyordu. Nitekim, Lemon şarkılarında başkalarının acı hikâyelerini derinden hissederek anlatabilme ve duyguları dinleyiciye canlı aktarabilme yeteneğiyle hayranlar kazanmıştı. Ama bunun yanında şehvet ve cinsellik temalarını işlediği şarkıları da çok seviliyordu. Onun hayranları sadece siyahlarla sınırlı değildi.
Blind Lemon kırsal blues’un bütün özelliklerini olağanüstü ustalıklı bir şekilde icra edebiliyordu. Kendisinin ve başkalarının şarkılarına kişiliğinin damgasını vuran ayırt edici bir üslubu ve hemen tanınabilen bir sesi vardı. Şarkılarını sadece çilekeş bir adamın acıklı sesiyle söyleme basitliğinden uzaklaştırıp, farklı duyguları yansıtabilen ses ustalığıyla hem dinleyenler hem de diğer müzisyenler üzerinde büyük bir etki bırakmıştı. Onun en büyük başarısı, dünyaya gerçekçi ve anlamaya çalışan bir gözle bakarak, insanlara, kendilerini kötü hissetmelerinin ötesine geçiren alaycı ve neşeli bir tavrı benimsetebilmesiydi. Sesindeki hüzün ve itidalin iç içe geçmesi yalnız ama güçlü bir birey olarak varoluşun sert ama kırılgan çelişkisini ifade eder. Onun mizahtan, hayalden ve içkiden beslenen blues’u, şiddet, ölüm, neşe, cinsellik, kadınlar ve sadakatsizlik içeren bir dünyanın hüzünlü ve alaycı bir tasviridir. Blues’un tanımı budur.