Memetcan Demiray
Bizimki Maho Ağa kapitalizmi!..
Ekonomik krizin nedeni aslında "deglobalizasyon" mu? "Paranın ucuzlaması" uzun vadede insanlığa yarar sağlar mı? Peki enerji tasarrufu için vatandaş ne yapmalı? Dünyada enflasyon bu ciddiyette tartışılırken bizde marketler patatesi "yarım kilo"ya indiriyor, kiracılar "Zam yap, yoksa satarım evi!" diye tehdit ediliyor. Gözler dolar kurunda, "insanlık" hızla irtifa kaybediyor.
Geçen hafta Le Figaro'da ekonomist François Lenglet ile yapılan söyleşi Türkiye'de hiç konuşulmadı. Çünkü bizde şeyh cenazeleri, Fenerbahçe'nin yeni transferleri ve Prens Selman'ın basına dağıttığı saray fotoğrafı gibi çok önemli gündemler vardı.
Oysa Lenglet'in açıklamaları hepimizin geleceğini ilgilendiriyordu. Dünyanın içinden geçtiği ekonomik krizi gazeteci Ronan Planchon'a değerlendiren Lenglet, Ukrayna'daki savaşı "buz dağının görünen yüzü"ne benzetiyor, sorunun çok daha derinlerde yattığını söylüyordu.
Fransız ekonomiste göre enflasyonu "geçici" gibi göstermek büyük hataydı. Zira daha uzun süre fiyat artışlarıyla yaşayacaktık ve buna alışmalıydık.
Krizin ana nedeni, küreselleşmenin tersine dönmesi ve jeopolitik riskleri beraberinde getirmesiydi. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla şirketler global rekabete girmiş, bu da piyasalara hayat vermişti. Şimdi yeniden kamplara bölünen bir dünya... Enflasyon için ideal adresti.
İFLAS MI, 'DEVRİM' Mİ?
Kaldı ki Çin'de bile nüfus düşerken yaşlı Avrupa'da iş gücü bulunamıyor, üretim maliyetleri artıyordu. Ve enerji tabii... Yıllardır "sonsuzmuş gibi" yeryüzünün kaynaklarını kullanmıştık. Şimdi iklim kriziyle birlikte faturayı ödeme vaktiydi.
Benzinde örneğin, devlet sübvansiyonu demek, yükü toplumun bir kesiminden alıp diğer bir kesime yüklemekti. Üstelik nakit bu kadar bolken... Sürekli para basan merkez bankaları artık ekonomi üzerinde kontrollerini tamamen yitirmişti. Ve faizleri yükseltmek özellikle İtalya gibi kırılgan ülkeleri batırabilirdi.
Peki ya çare?.. Lenglet'e göre her şeyden önce işçi ücretlerinin arttırılması lazımdı. Özellikle de vasıfsızların... Çünkü enflasyon şoku şirketleri pek etkilemezken vatandaşlar çok kötü durumdaydı. Bu ne adil, ne de sürdürülebilirdi. Tamam, eğer işvereni fazla zorlarsanız iflaslar, işsizlik dalgası ve resesyon kaçınılmazdı. Ama ya halk... Böyle ezilmeye devam ederlerse isyanlar ve "devrim"ler kapıdaydı!
ARENDT VE 'ÖZGÜR OLMA ÖZGÜRLÜĞÜ'...
Haydaaa... Yıl olmuş 2020'ler, dijital çağın tam ortasında "devrim" de neyin nesiydi? Aynı hafta Fee Griebenow, "Fakirlerin Ayaklanması" başlıklı makaleyle konuyu Philosophie Magazine'de ele alacaktı. Günümüzün isyanlarına siyaset felsefesi açısından yaklaşan Griebenow, Hannah Arendt'in tezlerini eleştiriyordu. Sahiden devrimi sadece "özgürlük" peşindeki "bilinçli kitleler" mi yapabilirdi? Karnı aç kalabalıklar peki?.. Eli kolu bağlı, kaderine razı mı gelecekti? Hele ki Robespierre gibi bir liderleri yoksa?
Griebenow'a göre tüm bunlar geçen yüzyılda kalmıştı. Öyle ya, sosyal medya üzerinden örgütlenmek mümkünken "kurtarıcı"ya kimin ihtiyacı vardı? Elbette Arendt'in "özgür olma özgürlüğü" önemliydi. Baksanıza "Arap Baharı"na... Herkes farklı amaç uğruna ayaklanınca hiçbir sonuca varılamamıştı. Ama bu kez ciddi bir fark vardı.
FAİZSİZ BİR DÜNYA HAYALİ
İşte Sri Lanka ve Pakistan... Hayat pahalılığına daha yeni isyan etmemiş miydi? İran'da halk yüzde 300 artan un fiyatlarına karşı sokaktaydı. Peru'dan Filipinler'e, huzursuzluk her yerdeydi. Ve Fransız Devrimi'nden beri bilinen bir gerçek: Ekmeksiz kalan halk, egemenler için en büyük tehditti. Yani?.. Yolsuzluklara ve açlığa karşı birkaç ülkede yanan ateş çok yakında başka coğrafyalara sıçrayabilir, bir orman yangınına dönüşebilirdi.
Peki tek yol şiddet mi? PhiloMag'in enflasyonla ilgili bir diğer makalesi, 1900'lerin başında yaşamış ekonomist Silvio Gesell'den alıntıydı. "Serbest para teorisi"nin yaratıcısı Gesell, kontrollü ve sürekli enflasyonun da nihayetinde bir "istikrar" getireceğini söylüyordu. Öyle ya, bir kâğıt parçası olarak banknotun insan emeği ve ürünü karşısında değer yitirmesi iyi bir şey değil miydi? Böylece zamanla para istifleme ve paradan para kazanma anlamını yitirebilir, dahası faizsiz bir post-kapitalist geleceğe ulaşabilirdi! Nasıl yani?! Tam da AKP'nin hayali değil mi?
SATARAM KÖYÜ HAAA!..
Elbette tüm bunların Nebati Dayı'yla da ülkemiz gerçekleriyle de ilgisi yok. Şimdilerde Batı kamuoyu, hiç de alışık olmadığı bir kabusla nasıl baş edeceğini tartışıyor, enflasyona çözüm üretmeyi deniyor. "Enflasyon Hayaleti" kitabının yazarı Thomas Mayer de henüz yolun başında olduğumuzu, bugün ekonomide radikal bir karar alınsa dahi sonuçların on yıllara yayılacağını ifade ediyor.
Yani durum bu kez hayli ciddi görünüyor. Almanya'nın gözde siyasetçisi, Yeşiller'in Ekonomi Bakanı Robert Habeck, enerji dar boğazına karşı duş süresini beş dakikaya indirdiğini açıklıyor; vatandaşlara klima ve kaloriferde tasarruf öneriyor. The New York Times yükselen konut fiyatlarından dolayı ABD'de ev sahiplerinin mülk satıp kiraya çıktığını, yani bir nevi "kumar"a başladığını bildiriyor. Ve hatta sevgililer... New York'ta ayrı ev tutmaya parası yetmeyen çiftler mecburen birlikte yaşamaya başlıyor. Bunun toplumsal sonuçları merakla bekleniyor.
Oysa bizde her şey ne güzel, kendi halinde ilerliyor! "Uzun vadede" herhangi bir plan-program yok, internette patates, semt pazarlarında kiraz "yarım kilo" olarak satılıyor. İskender ve hamburgerde "porsiyon" dönemi bitti, menüler "kişi başı" fiyatlarla sunuluyor. Ve Kocaeli'deki bir düğünde takılan çeyrek altın beğenilmeyince iş cinayete kadar varıyor!
Eh, bir Manhattan değiliz sonuçta... Burada ev sahipleri araya avukatları, akrabaları (!) ve emlakçıları sokuyor; zam yapmayan kiracıları evi elden çıkarmakla tehdit ediyor. "Kibar Feyzo"da marabalara söz geçiremeyince "Sataram haaa köyü!" diyen "Maho Ağa kapitalizmi" bizimki... Herkes kendi çıkarını kovalıyor.
Dolar yatay seyirde... İnsanlık yerlerde sürünüyor.