Memetcan Demiray
'Ays tii' ile yılbaşı keyfi!
Süpermarketlerin viskili - şaraplı sepetleri çoktan tarih oldu! Günümüzün "yılbaşı kutuları" patlamış mısır, patates cipsi, hazır tavuk noodle ve tabii ki "püskevit" ile bol miktarda meşrubattan oluşuyor! Bu "abur cubur" tabloda sadece fakirlik ve taşralaşma değil, aynı zamanda siyasi otoritenin "ideal vatandaş" ve "eğlence" tahayyülü de göze çarpıyor.
Her dönemin bazı lüksleri vardır. Çocukluğumuzun geçtiği 80'lerde mesela, muz bunun en iyi örneğiydi... Öyle ya, ithal malları kıtlığında bu Güney Amerika meyvesine ulaşmak birazcık "zengin işi"ydi. Pek aramazdık gerçi ama bizim eve de muz nadiren girerdi. Ve o "ayrıcalığı" yaşamak için de en ideal zaman elbette yılbaşı gecesiydi!
Sadece muz mu? Favasından pilakisine, ailenin favori mezeleri 31 Aralık'a özel yapılır, envaiçeşit kuruyemiş daha bir gün önceden satın alınırdı. Eh, ayıklanmış Şam fıstığı da varsa herkes "yeni sene"ye hazırdı.
Yemek, TRT eğlencesi ve tombala... Bu ritüelde en son meyve tabağı ortaya çıkacak ve en büyük ilgiyi "çikita muz" görecekti! Tuhaf şeydi takvim değişiyor diye insanların kendini ödüllendirmesi... Ama dur sen!.. Birazdan Milli Piyango çekilsin, daha büyük ikramiye bize isabet edecekti!
GRAVYERİN SIRLARI...
O "talih kuşu" başımıza hiç konmadı ama ilerleyen zamanda da hep bazı lükslerimiz ve onlara ulaşma imkânlarımız oldu. Mamafih, "vizyon" konusunda pek verimsiz bir coğrafyada insanın bir "lüksü olması" da başlı başına şanstı.
Zaten "yeni milenyum"la birlikte aklımız artık Milli Piyango çekilişinden "Victoria's Secret" defilesine kaymıştı ki saat 12 dedi mi CNBC-e açılırdı. Haliyle sofrada da muzun tahtı sallanacak, Hollanda peynirleri yılbaşı gecelerimizin yeni yıldızı olmayı başaracaktı. Tabii Kapadokya şaraplarına eşlik etmek kaydıyla!.. Kars gravyeri, biraz kurutulmuş et, ince dilim pastırma... Amaaan; baksana hayatımızdan kayıp geçiyor bir yıl daha!.. O halde beyaz şarabın yanına somon füme ve lakerda da almalı. İyi de ya daha "geleneksel" misafirler?.. Onlar için yaş üzümden rakılar, "altın seri"ler bulundurmak şarttı! Ve tüm bunları daha hesaplı temin etmek için süpermarketlerin "alkollü yılbaşı sepetleri" kaçırılmayacak fırsattı!
YILBAŞI SEPETİ: İTİBARDA TASARRUF!
"Premium", "butik", "prestij" gibi adlarla çıkan bu sepetler, en az iki çeşit içki içerir ve viski - bira, votka - "blush" kombinasyonlarını makul bir fiyata sunardı. Bu anlamda 2000'lerin başı, "itibarda tasarruf" zamanıydı! Üstelik, ufak tefek şımarıklıklar da sepete dahildi. Mesela tiramisu ya da San Pellegrino maden suyu... Yılbaşı olmasa kimin aklına gelirdi? Alan mutlu, satan mutlu; ne güzel değil mi?
Ama bu tablo içten içe birilerini rahatsız etmekteydi. Yılbaşıyla "İsa'nın doğum günü"nü ısrarla bir tutan geniş kitleler için 31 Aralık "gavur icadı" bir sapkınlık ayininden ibaretti. Ne o öyle; kırmızı iç çamaşırları, çam ağaçları ve kadınlı - erkekli eğlenen insanlar?!.. İstiklal Caddesi'nde "turist sıkıştıran" ve Noel Baba'yı sünnet etmek gibi bir fantezisi olan "milli irade" için tüm bunlar büyük günahtı! Şu durumda herkes bu yüzde 50'lik necip çoğunluğa (!) uymak zorundaydı ve 2015'in kasım ayında "yılbaşı sepetleri" sessiz sedasız yasaklanacaktı.
'PÜSKEVİT'Lİ RAMAZAN KOLİSİ!
Yasaklama kararının gerekçesi elbette "sepetteki verginin tam olarak tespit edilememesi ve promosyon fiyatlarla içkinin özendirilmesi" diye açıklanıyordu. Oysa zaten dörtte üçü vergi olan bir şişede kimin ne kaçıracağı pek anlaşılamıyordu. Nitekim Ankara Barosu’nun Danıştay'da açtığı davada da savcı, "Yaşam tarzına müdahale var" şeklinde görüş beyan edecekti. Peki sonuç? Sıfır... Zaten akşam 10'dan sonra içki satış yasağına ve fahiş zamlara hiç itiraz etmeyen "öteki yüzde 50" buna da çoktan alışmıştı. Ve 2016 itibarıyla "yılbaşı sepetleri"nin yerini (bir Ekşisözlük yazarının tabiriyle) "Ramazan kolileri" alacaktı!
Sahiden de yeni sepetler hem edepli hem de adaplıydı. Geceye pekala patates cipsi ve enerji içeceğiyle başlayabilir, aperitif niyetine 70 gram patlamış mısır yiyebilirdik. Ana yemek olarak hazır "tavuklu noodle"a nasıl hayır diyebilirdik? Sonra da 4 saat süren yerli dizinin "yılbaşı özel bölümü"nü "üçü bir arada" kahvemizle izleyebilir, içine "püskevit" bile banabilirdik. Eh, dört çeşit meşrubat ve "ays tii" ile hâlâ şeker komasına girmediysek ayıcıklı şekerler ne güne duruyordu? Böyle nezih bir yılbaşı keyfini tamamlamaksa "poşet çay"a düşüyordu.
ABUR CUBURDA EŞİTLİK
Çok değil, sadece 6 yıl olmuş yasak başlayalı... Ama insana sanki geçen yüzyılmış gibi geliyor. Tıpkı ulusal kanalda Victoria's Secret izlemek gibi, şarküteri ve meze kültürümüz gibi, J&B'yi beğenmeyip İskoçya'daki damıtımevinden doğrudan sipariş ettiğimiz "tek malt"lar gibi... "Yılbaşı sepetleri" de unutulup gidiyor.
Acaba dolar 1 küsur lira olduğu için mi "kaliteli" yaşıyorduk yoksa "kaliteli" yaşam imkânı var diye mi kur 2 liranın altındaydı? Günümüz Türkiye'si bu sorunun cevabını yaşayarak öğreniyor.
Şimdilerde formu da değişen "yılbaşı sepetleri", online alışveriş sitelerinde içi tıka basa çikolata dolu "paket" ya da "kutu" adlarıyla karşımızda... Kimileri sıkma meyve suyu ve "ginger cookies"le 1000 liraları aşarken kimileri daha "yerli ve milli"; pişmaniye ve lokuma ek olarak süzme çiçek balını promosyon olarak gönderiyor! Ve ekonomi öyle bir hale gelmiş ki... 2015'teki son "alkollü sepet"in fiyatına bugün ancak iki tane Paşabahçe kadeh alınabiliyor!
Bu "abur cubur" tablo sadece bir ekonomik buhranın değil, taşralaşarak sürdürülen "tüketim çılgınlığı"nın da resmi... Bu hazin tabloda "rafine zevkler"in yerine bol kalori, palm yağı ve çok sayıda koruyucu maddenin yanı sıra "sıradanlıkta eşitlenme" var. Belki de en önemlisi bu "alkolsüz" tablo, siyasi otoritenin "ideal vatandaş" tarifini, "eğlence" anlayışını ve bu ülkede insanlara "lüks" olarak ne vadettiğini gösteriyor. Evet, 90'larda değiliz. Yerli muz indirimde ve son derece ulaşılabilir artık... Ama bir simit 3,5 liraya satılıyor.