Tayfun Atay
Adnan’ı nasıl da severdiniz efendiler!
Adnan Oktar’ın İslâm’la uzaktan yakından ilişkilendirilebilecek bir yanı olmadığını, sapkınlığını, Şeytanîliğini, Mehdilik değil ‘Deccal”’ik arz ettiğini ifadede neden bu kadar geciktiniz?.. Çünkü dün, ona ihtiyacınız vardı, işinize yarıyordu ve yaptıkları hoşunuza gidiyordu!
1980’lerin başından itibaren onlarca yıl Türkiye’de İslami cemaat çeşitliliğinin en uç ve aykırı dilimini oluştursa bile yine de “yelpaze”nin içinde kendine yer bulabilmiş Adnan Oktar çevresinin son 5 yıldır “sapkın bir kriminal anomali”, “psiko-sosyal bir patoloji” ve nihayet “orgimani” kategorisine oturtulup yaygın bir lanetlemeye uğratılmasının güncel bir sürümüyle daha karşı karşıyayız. Bu hadiseden kazanç elde etme yolunda yeni bir tele-dijital bezirganlık şu ara almış başını gidiyor. İçinde bilinmedik hiçbir şey olmayan “popcorn” bir belgesel, bu çevreye yönelik lafazanlıkları tekrar ayyuka çıkardı. “Adnan Hoca ve Kedicikler”e dair belgeler, videolar ve tabii ki “tartışma-şov”lar bir haftadır gırla gitmekte. Amerika-İsrail-Vatikan bağlantısından tutun, kadın/çocuk istismarına, mali yolsuzluk ve suiistimallere kadar o hep bildiğimiz klişeler yine en yüksek perdeden tepkilerle dillendiriliyor.
Ayrıca ortalıkta iktidarın güvenlik bürokrasisinden üst düzey figürler, sözüm-ona “muhalif” kanallarda “örgüt”e yönelik deşifrelerle bol bol boy gösteriyor, seyre ve ilgiye mazhar oluyor.
Kullanım süresi dolduğu için dinbaz iktidarın hışmına uğrayan bu oluşum üzerine beş yıl önce ilk baskını yediklerinde yazacağımızı yazmış, diyeceğimizi demiştik. “MEŞ endüstrisi” bünyesinde, yani işi medyatik bir eğlenceli şova vurarak buradan bir kez daha ekmek yemek için uğraşanların yarattığı şimdiki ortamda ise beş yıl önceden farklı olarak söylenebilecek yeni bir şey yok. Hiçbir şey yeni değil ki söz yeni olsun!
O yüzden biz de daha önce söyleyip yazdıklarımızdan bir demet güncelleme ile yetinelim.
Ona da ne istediyse verdiler!
Adnan Oktar nerdeyse 40 yıla yakın bir süre, 1980’ler başından 2010’lar sonuna kadar bu ülkede herkesin gözü önünde dindarlık, muhafazakârlık, Müslümanlık adına rahat rahat ne söylediyse ve eylediyse, son beş yılda bütün bunlardan dolayı hapsi boyladı. Bu ifadenin özeti şudur: Adnan Hoca çevresi, elbette daha düşük yoğunluklu olmakla birlikte ikinci bir “Ne istediyse verdiler” vakasıdır.
Aynı doğrultuda, “Ne istediyse verdiler” dendiğinde büyük ölçekli ve tabii ki daha politik mahiyette ilk akla gelen oluşumla bu ülkede 20 yıldır hükmünü icra edenlerin teşrik-i mesaisi ne idiyse, işte daha küçük ölçekli ve popüler-magazinel olarak Adnan Hoca çevresiyle de onların teşrik-i mesaisi oydu.
Sonra nasıl ki yıllarca iltifata mazhar kıldıkları, yalvar-yakar oldukları, sitayişle “Geri dön geri dön” türküsü yaktıkları “Muhterem Hocaefendi”lerini İslam’la uzaktan-yakından ilişkisi olmayan, şeytanla iş tutan bir “Deccal” yaptılarsa, aynısını Oktar’a da yaptılar. Şimdi de anlatıyorlar ekranlarda onun yediği herzeleri; sanki o bunları yaparken kendilerinin hükmü, tasarrufu, müsaade ve mesuliyeti yokmuş gibi…
Adnan’ın evinden çıkmıyordunuz!
O yüzden sormak gerek:
Adnan’ın sapkınlığını, Şeytanîliğini görmekte neden bu kadar geciktiniz efendiler?!..
Hepinizin gözü önünde adam on yıllar boyu Mehdiliğini ima da etti ilan da etti, onca zaman neden ses etmediniz efendiler?..
Onun “Mehdi” değil de “Deccal” suretinde/hüviyetinde olduğunu keşfetmeniz, maşallah, anca mı mümkün oldu efendiler?!..
Hayır, çünkü dün ona ihtiyacınız vardı.
Çünkü dün, onun Darwin/evrim düşmanlığı hoşunuza gidiyordu.
Çünkü dün, ülkenin laik kültürel-entelektüel zeminini zayıflatma yolunda Hristiyan Evanjelizminin “Müslüman mahallesi”nde taşeronluğuna soyunarak yaptıkları hoşunuza gidiyordu.
Çünkü dün, çatık kaşlı, eli-değnekli cami hocasının kaçırdığı, cübbeli-sakallı tarikat dervişinin ürküttüğü nazenin sosyete bebesini “İslâm dairesi” içine öyle ya da böyle sokuyor olması hoşunuza gidiyordu.
Yalan mı, Adnan yıllarca “seküler sosyete çocukları” üzerinde işlevsel, operasyonel, yani “işe yarar” iken ne kadar hoşnut ve “mutmain”diniz efendiler?!..
Ve en önemlisi: Yolunuz nasıl da bol bol onun malikanesine düşüyordu, ne çabuk unuttunuz efendiler!..
İlk taşı en masum olanınız atsın!
Şimdi devir değişti, koşullar, süreçler, iktidar ilişkileri başka bir yörüngeye oturdu ya, o yüzden, hep yaptığınız gibi dün ak dediğinize bugün kara diyorsunuz.
Dün mûbah saydığınızı bugün tekfir ediyorsunuz.
Dün “İslâm dairesi” içinde addettiğinizi bugün fâsık, mülhid, zındık diye lanetliyorsunuz.
Aşk olsun size, “İlk taşı en masum olanınız atsın” desek, kaçacak delik aramanız gerekirken bir de çıkıyor ekran ekran dolaşıyor, “düşkün”e bir tekme de siz atıyorsunuz!..
Seküler mizaçla dinî telkin
Lakabı “Adnan Hoca”, müstear adı “Harun Yahya” olan Oktar, 1980’lerden itibaren İslamcılığın (her yerde olduğu gibi) yükselişe geçtiği bu ülke topraklarında sökün eden türlü çeşit İslami oluşum arasında kendine özgü pratiğiyle oldukça ayrıksı yer edindi. Deyiş yerindeyse o, seküler mizaçla dini telkinde bulunan bir “aktör”dü ve hedefine laik kesimlerin sansasyonel ve spektaküler, yani en göze çarpan dilimlerini koymuştu: Monden (sosyetik) muhitler, moda sektörü ve magazin-şov dünyası…
Oktar buralardan İslam’a “kazanımlar” sağlama işine koyuldu. Bunu yaparken Türkiye’de İslami cemaatlerin geleneksel (kırsallıkla da sarmaş-dolaş) kültürel örüntüsüne hayli uzak bir pozisyon alıp tam da “İstanbul sosyetesi”ne hitap edecek mahiyette bir maneviyatçılığı “Batılı-modern” bir üslupla “pazarladı”. Özellikle de yukarıda belirttiğimiz gibi, ABD-merkezli Hristiyan fundamentalist Evanjeliklerle irtibatlı ilginç bir söylem ve eylem stratejisi eşliğinde yaptı bunu… “Harun Yahya” takma adıyla kaleme aldığı sayısız kitapta (ayrıca kaset, video, vcd, dvd ile) aslında İslam söz konusu olduğunda hiç de büyük bir mesele olmayan evrim tartışmasını Evanjeliklerin yaklaşık 150 yıldır ABD’de sürdürdükleri “Evrimcilik-Yaratılışçılık” kavgasının terminolojisi üzerinden bu topraklara taşıdı. Öyle ki evrim düşmanlığını kurumsallaştırdığı “Bilim Araştırma Vakfı” adlı oluşumun ABD’deki “Yaratılışı Araştırma Enstitüsü’nün Türkiye temsilciliği olduğu izlenimi bile dillendirilmiştir.
İşte yıllarca bu ülkede Darwin’e, evrim düşüncesine, evrimsel biyolojiye savaş açmış, yaptıkları yayınlar ciddiye alınıp dindar-muhafazakâr kamuoyunda parlatılmış, okullarda okutulmuş bu “taşeron yaratılışçılık müessesesi”nin, onun bu yaptıklarından en çok nemalanmış olanlar tarafından beş yıldır ipliği pazara çıkarılıyor: Kara para aklama, cinsel içerikli şantaj kasetleri, çocukların cinsel istismarı, siyasi ve askeri casusluk, dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık, vd. suçlamalarla…
En şaşaalı dönemi AKP iktidarında!
Ama çok daha çarpıcı olan, Adnan Oktar’ın yükselişinin 1990’ların ilk yarısına denk gelmesidir. Hem Türkiye’de bilim ve üniversite camiasının karşısına evrim-karşıtı yaratılışçı iddialarla çıkıp kamuoyu oluşturarak seküler bilim ve düşünce anlayışını yıprattı; hem de İslam kisveli söylemindeki “modern/ist tını” ile Refah Partisi öncülüğünde yükselen siyasal İslam’a “seküler sosyete”deki alerjiyi gidermeye dönük işler yaptı o… Bariz bir örnek, 1993’te Refah Partisi’nin başlattığı ve o dönem Parti’nin İstanbul İl Başkanı Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği “vitrin transferleri” atağı çerçevesinde “Adnan-Hocacı” eski manken Gülay Pınarbaşı’nın RP’ye katılmasıdır (akt. Ruşen Çakır-Fehmi Çalmuk, Recep Tayyip Erdoğan-Bir Dönüşüm Öyküsü, 2001, s. 229).
Demek ki şimdiki iktidarın “cemâziyelevvel”inden başlayarak Oktar katkısını esirgememiş, o yüzden de 1990’lar sonu ve 2000’ler başındaki bazı suçlama ve kovuşturmalarından hep “yırtmış”tır. Dolayısıyla Adnan-Hocacılar’ın en şaşaalı dönemi, AKP’nin devri iktidarında karşımıza çıkar.
Eskiden “mubâh”tı, artık “İbâhî”
Peki, beş yıldır bu olup bitenin, ona karşı bu iktidar nankörlüğünün sebebi ne?..
Başta da dedik ya, çok basit: Kullanım süresi doldu.
Türkiye’de ta en baştan çok daha gelenekçi ve taassubî İslami oluşumlar tarafından tu kaka edilmiş, yapıp ettiklerinin İslâm’a ters olduğu, dinen “küfür” olduğu hep vurgulanmışsa da bu İslami çevrelere de oldukça duyarlı olan dinbaz iktidar sahipleri yine de Adnan Hoca çevresinin yapıp ettiklerini yıllarca sorgulamadılar. Bugün ha bire ifşa edilen bütün maddi-manevi, malî ya da “cinsî” yolsuzluklar-istismarlar-suiistimaller eskiden de “resmen” biliniyor, ama üzerine gidilmiyordu. Çünkü, belirttiğimiz gibi, eskiden seküler-modern kesimlere ulaşıp oradan insan devşirebilmek önemli Oktar da bu bakımdan yararlıydı.
Ama artık laik/seküler modern-monden-sosyetik muhitlerden devşirilecek kimseye ihtiyaç yok.
Bu itibarla aslına bakılırsa bugün “Erdoğan Türkiyesi”nde bütün İslami cemaat çevreleri eski deyişle, “zevaidden ibaret”, yani fazlalıklar… Artık, “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek millet” ve dahi tek adam ve tek cemaat-tarikat var: “Tayyibîlik”.
Tayyibîliğin kabule mazhar olduğu, hükmünü icra ettiği yerde bütün İslami oluşumlar haddini bilecektir, bilmeyenler hizaya çekilecektir!..
Hizaya giremeyecek mahiyette, fantastik, marjinal, sıra dışı, uçuk kaçık olanlar, ve “İbâhî”liğe çalanlar ise hazan mevsimine müstahak kılınacaktır.
İşte “Adnancılar”a olan da budur.