Süreyya Su
ABD’de Siyahların Büyük Göçü
ABD’de 1920’lere gelindiğinde siyah nüfusta kökten değişmeler olmaya başladı. 19. yüzyılın sonlarında Amerika’daki siyahların yüzde sekseni Güney’in kırsal bölgelerinde yaşıyordu, ama bu oran gittikçe düşmüş ve 1920’de yüzde altmış beş olmuştu. Kırsal bölgelerde yaşayan siyahlar önce Güney’in kentlerine gitmiş, ancak daha sonra büyük kitleler halinde Kuzey’in endüstri kentlerine göç etmeye başlamıştır. Siyahlar için, Güney’deki kentlere gitmek bile, biraz olsun ayrımcılık ve şiddetten kaçış anlamına geliyordu. Kuzey’deki kentlere gitmek ise kurtuluşa ermek anlamına geliyordu. Öyle ki Kuzey için, İncil’den benzetmeler yapılıyordu: Mısır Dışına Kaçış, Vaat Edilen Topraklar, Kenan Ülkesi gibi.
Kuzey’den gelen haberler, yüksek ücret ve özgürlük vaatleri içeriyordu. Bu haberler, başlarda, lüks trenlerde çalışan görevli ve garsonların mektuplarıyla geliyordu. 1919’da Kuzey kentlerinde erkekler haftada 25 dolara kadar, kadınlar da 18 dolara kadar kazanabiliyorlardı. Bu rakam, erkekler için de kadınlar için de, günde 75 sent gibi düşük bir ücrete çalışan Güney’deki çiftçilerin kazancının çok üstündeydi. Kuzey ve Güney arasındaki bu ekonomik karşıtlık, siyahları, ücretlerin yüksek ve şartların iyi olduğu Kuzey’e göç etmeye teşvik etti.
Başlarda Kuzey’de de, Güney’dekinden hiç de az olmayan, siyahlara karşı önyargı ve ayrımcılık vardı. Bu yüzden, endüstri büyüse de siyahlar için iş olanakları geniş değildi. Daha çok hizmet alanlarında iş bulunabiliyordu. Buna rağmen Kuzey, Güneyli siyah çiftçiler için bir kurtuluş vaadiydi. Ama asıl Avrupalı köylüler ve işsizler için Kuzey’deki endüstri kentleri hayalleri gerçekleştirebilecek fırsatlar sunuyordu. Kuzey kentlerindeki fabrikalarda öncelikle Avrupalılar işe alındığı için siyahlar iş bulamıyordu.
Fakat 1914’te hem Avrupa için, hem Amerika için, hem de siyahlar için dönüm noktası olan bir olay oldu. Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaşın çıkması, önce Avrupa’dan göçü durdu; sonra ABD’de ağır sanayinin hızla gelişmesine ve işgücü ihtiyacının giderek artmasına neden oldu.
Siyah işçi sınıfının doğuşu
O güne kadar Kuzey’deki kentlerde, evlerde ve hizmet sektöründe hizmetçilik veya aşçılık gibi daha çok kadınların çalışabileceği işler bulabildikleri için, siyahlar arasında kadın nüfusu erkek nüfusundan fazlaydı. Ama fabrikalarda işçilere talep aniden yükselince, siyah erkek sayısı hem kentlerde hem siyah toplumunda artmaya başladı. Eskiden fabrikalarda iş bulabilenler temizlik, getir götür gibi vasıf gerektirmeyen işlerde çalışıyorlardı. Şimdi makine başında vasıflı ve ustalık gerektiren işlerde çalışan siyahlar kendilerine sağlam bir yer edinme fırsatı buluyorlardı. Ama bu yine de istisnai bir durumdu. Fabrika işçisinin rengi beyaz olmayı sürdürdü.
Savaş döneminde artan işgücü talebiyle, Güney’deki kırsal bölgelerden kentlere, oradan da Kuzey’deki endüstri kentlerine doğru bir siyah işçi göçü artmaya başladı. Güney’in kırsal bölgeleri olan, Mississippi’den, Alabama’dan, Louisiana’dan, Georgia’dan giden insanlar, Kuzey’deki endüstri kentlerine, Pennsylvania’ya, Illinois’e, Ohio’ya, Chicago’ya, Detroit’e, New York’a, Michigan’a, Cleveland’a gelip, çelik fabrikalarında, dökümhanelerde ve mezbahalarda işe giriyorlardı.
Bu işçi göçü, Güney’den kaçmak için iyi bir fırsattı. Uzun zamandır toprağa saplanıp kalmış ortakçının hayatında ne bir umut ne de gelecek beklentisi vardı. Çiftçilik ve tarım bilinçlenmeye de imkân vermiyordu. Siyah ortakçı için sömürü ve yoksulluk normalleşmişti. Ama kent hayatı ve işçilik bilinçlenme için de imkân veriyordu. Siyahlar sadece daha iyi ücret beklentisiyle değil, insan ve vatandaş haklarına sahip olmak için de Güney’den Kuzey’e göç ediyorlardı.
Güneyli beyazlar hem siyahların bilinçlenmesinden hem de Kuzeyli işçi acentelerinin Güney’deki faaliyetlerinden rahatsız oluyorlardı. Bu acenteler siyahlara yüksek ücret ve bedava ulaşım vaat ediyorlardı. Yüzyıllardır sömürdükleri siyah işgücünün Kuzeyli beyazlar tarafından ellerinden alınmasını önlemeye çalışsalar da Güney ekonomik olarak Kuzey’le yarışacak güçte değildi. Güney’de demir, tütün ve tekstil alanlarında bazı endüstriler gelişse de bu, endüstrileşmiş Kuzey’in çok gerisindeydi. Kuzey’in sermayesi o kadar büyümüştü ki Amerikan ekonomisine hâkim olmuştu. Böylece Güney’i de kendi çıkarlarına göre kontrol edebilecek duruma gelmişti. Güney, Kuzey’deki endüstriler için hammadde ve yarı işlenmiş malları temin ediyordu. Ama çiftçilik ve tarım endüstrileşmiş değildi; o yüzden doğanın kaprislerine bağımlıydı. Tarlalara böcek dadanması veya afetler gibi nedenlerle üretim zarar görüyor ve bu durumda Güney’in ekonomisi daha zayıflıyordu.
Siyahların kentlileşmesi
İşsizlik, yoksulluk, sefalet arttıkça daha çok siyah Güney’i terk ediyordu. Yanlarında getirdikleri büyük umutları ve yıpranmış çantalarının içindeki eski ve az eşyalarının dışında, göç eden siyahların büyük kent hayatının zorluklarına karşı hazırlıklı olmalarını sağlayacak pek deneyimleri yoktu. Kırsal hayatın deneyimleri yeni kent hayatında bir işe yaramazdı. O yüzden, büyük kentlere geldiklerinde endişe, sevinç ve heyecanın iç içe geçtiği karmaşık bir duygu yaşıyorlardı.
Kentte sürekli beyazları kolluyorlardı. Kuzeyli beyazlar, gerçekten Güneylilerden farklı mıydı yoksa onlar gibi miydi? Beyazların keyfî muamelesine alışmış siyahlar için haklara sahip olmak tuhaf geliyordu. Buradaki beyazlar emir kipiyle konuşmuyorlardı ve aşağılamıyorlardı. Siyahlara tuhaf gelen, kendilerine kötü davranılmaması değil; ama sanki yoklarmış gibi davranılmasıydı. Büyük kentte siyahlar da herkes gibi kalabalık içinde tek başına ve farklı insanlarla beraber fark edilmeden yaşıyorlardı. Kısa bir süre sonra siyahlar birbirlerine bile yabancılaşmıştı. Üstündeki eski, dar veya bol elbisesiyle trenden inen bir siyah göçmen, eğer elinde tam bir adres bilgisi yoksa, birilerine sadece adını söyleyip veya şeklini tarif ederek anne babasını, kardeşini, akrabasını, dostunu bulamazdı.
Büyük kentlerde siyahların yerleştiği bölgelerin genişlemesine izin verilmediği için, göçmen sayısı arttıkça siyah yerleşim bölgelerinde nüfus yoğunluğu arttı. İnsanlar pansiyoner olarak kaldıkları odaları bile birkaç aileyle paylaşmak zorunda kalıyor ve bu yüzden yatakları vardiyalı kullanıyorlardı. Biri kalkıp biri yattığı için bunlara “sıcak yatak” deniyordu.
1920’lerden itibaren blues’un en önemli merkezlerden biri olan Chicago’da da durum böyleydi. Siyahların girebilecekleri işlerle ilgili kısıtlama ve yerleşimleriyle ilgili ayrımcılık olsa da, Chicago gibi bir kent hiç olmazsa biraz onur ve özgürlük sağlıyordu. Bir siyah, kendisi için ayrılanlarla sınırlı da olsa işini ve evini seçebilir, ne okuyacağına, nasıl ve nerede eğleneceğine kendisi karar verebilirdi. Kuzey’in endüstri kentleri siyahlar için sınırlı da olsa bir özgürlüğün deneyimlendiği “hayâl âlemleri”ydi.
Biraz zaman geçince, siyahlar arasında dayanışma yerine ayrışma çıkmaya başladı. Biraz önce gelen biraz sonra geleni beğenmiyordu. Her yeni göçmen, daha önce yerleşene kaba ve görgüsüz geliyordu. Siyahların bir kısmı terbiyeli ve ağırbaşlı görünerek özendikleri beyazlara hoş görünmeye çalışıyorlardı. Bunlar aynı zamanda siyah toplumun seçkin rolünü oynuyordu. Diğer bir kısım derme çatma yerlerde ve hâlâ büyük ölçüde geleneklere bağlı yaşıyorlardı. Ama her iki kesim de modern hayatın imkânlarına erişim bakımından kısıtlıydı. Belediye hizmetlerinden yeteri kadar yararlanamıyorlardı. Yeni iş fırsatları, az da olsa refah artışı ve sınırlı da olsa özgürleşme sağlasa da Kuzey’de de önyargı, yoksulluk, ayrımcılık, dışlama vardı. Sefaletin ve eziyetin egemen olduğu çiftliklerden çıkmışlar ama yine sefaletin ve şiddetin olduğu gettolara yerleşmişlerdi.