Tayfun Atay
12 Eylül, AKP’nin ana rahmidir
Şimdi AKP saflarında siyaset üreten, bilgi üreten, fikir üreten, algı üreten, polemik üreten, demagoji üreten irili-ufaklı nice isim, 12 Eylül darbe yönetimi ve Aydınlar Ocağı ittifakının itici gücüyle ortaya çıktılar. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren önlerinde açılan “devletli” imkânlarla yurt dışında eğitim-öğrenim görüp döndüler ve hâlihazırdaki muhafazakâr, dindar ve de iktidarın yapı taşlarını oluşturdular
Bugün 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıldönümü. İstisnasız hemen her yer ve çevrede darbenin de cunta yönetiminin de nefretle lânetlendiğini bol bol görecek, duyacak, izleyeceğiz. Kenan Evren başkanlığında “Beşi-Bir-Yerde”lerin bu ülke halkına, hayatına, demokrasisine verdikleri korkunç hasarın dökümü, ölümler-zulümler-işkencelere vurguyla önümüze sürülerek hatırlatılacak. Ve elbette mevcut siyasi iktidar, lideri başta olmak üzere bu lanetleme ayinine hem de en ön safta, darbe karşıtlığında meydanı kimseye bırakmamacasına katılacak. Hatta büyük ihtimal kendisini tarihsel olarak bağladığı siyasi-ideolojik çizginin (Millî Görüş hareketi/Erbakan siyaseti) o süreçte başına gelenleri dillendirip mağduriyet kisvesine dahi bürünebilecek.
Bense tam aksini ileri sürerek AKP iktidarının 12 Eylül’ün mağduru değil mahsulü olduğu düşüncesini burada temellendirmeye çalışacağım.
Ve diyeceğim ki yüzeyde görünen ne olursa olsun, derinden akan sulara bakıldığında 12 Eylül, AKP’nin döl yatağıdır.
Kenanizm, komünizm hayaleti ve Türk-İslam Sentezi
12 Eylül en genel çerçevede Türkiye’nin dünyada süren Soğuk Savaş’ın 1970’lerden itibaren sıcak mı sıcak bir zemini olma sürecinin tepe noktasıdır. Soğuk Savaş’ın adeta kaynar suya dönüştürdüğü zeminlerden biri İran ve orada 1978’de gerçekleşen İslam Devrimi’ydi. Bir diğer kaynama noktası ise 1979’da Sovyetlerin Afganistan’ı işgalidir. Türkiye bağlamında da öncesiyle-sonrasıyla 12 Eylül’ü bu dinamikten (“Soğuk Savaş”) bağımsız düşünmemek gerekir.
Ve böyle olduğu içindir ki esasen ABD-merkezli, sözüm ona “Hür Dünya” üzerinde dolaşan “komünizm hayaleti”nin korkusuyla “Bizim Çocuklar”ın gerçekleştirdiği, sırtını sağ-Kemalizm’e dayamış “Kenanist” darbe, ülkede 1960’lardan itibaren sürekli yükselişteki sol-sosyalist düşünsel, kültürel, ideolojik ve politik hareketliliğin kökünü kurutmayı kendisine öncelikli hedef kıldı. Ülkede yaşanan büyün sorunların sebebi olarak politikacısı-entelektüeliyle, sanatçısı-gazetecisi-akademisyeniyle, işçisiyle-öğrencisiyle “Sol” gösterildi. Bu doğrultuda Afganistan’da Sovyet işgaline karşı “Yeşil Kuşak” projesi ile ne amaçlanmışsa onunla gayet titreşimli mahiyette bir siyasal strateji benimsenerek devletin bağrında yeni bir resmi-ideolojik anlayış öne çıktı, işlerlik kazandı ve uygulamaya yön tayin etti.
Bu, Türk-İslam Sentezi idi.
İşte bu ideolojik pozisyon ve motivasyon, AKP’yi 12 Eylül’ün rahminde yeşertmiş olan tohumdur.
“Darbe-Ocak” ittifakının çıktısı: AKP
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Türk-İslam Sentezi ile devletin resmi-ideolojik yörüngesindeki değişimin düzenleyicisi, biçimleyicisi ve yürütücüsü Aydınlar Ocağı’dır.
1970 yılında milliyetçi-muhafazakâr yazar, akademisyen, düşünce ve iş insanlarınca kurulmuş dernek statüsündeki oluşum, varlık sebebini yukarıda vurguladığımız üzere 1960’lardan itibaren ülkede yükselişteki sol düşüncenin kültürel-entelektüel yayılım ve hakimiyetine “mukavemet”te bulunma gerekliliğine dayandırmıştır. Başkan Süleyman Yalçın’ın Türk-İslam Sentezi tartışmalarının kamuoyunda yoğunlaştığı 1980 sonlarında fikriyatlarını savunurken vurguladığı üzere, Ocak’ın kuruluş gayesi, “1960 ihtilalinin yol açtığı sol yükselişe karşı, milli kültür ve şuuru geliştirmek”, hedef de “Türk milletinin kökünü ve tarihi macerasını, Ötüken’den, Türkistan’dan başlatıp Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar zincirinden Anadolu Türklüğü ve T.C. devletine ulaştırma” idi (S. Yalçın, “Aydınlar Ocağı ve Türk-İslâm Sentezi”, Tercüman Gazetesi Yazı Dizisi, 1-6 Şubat 1988).
Yukarıdaki “dil”, bugünden, meydanlardan, resmî ve yandaş televizyon kanallarındaki iktidar destekli astronomik bütçeli hamasi dizilerden tanıdık geldiyse doğru noktadasınız demektir!.. Soğuk Savaş ikliminde sıcak mı sıcak bir kanlı iç savaş zemini haline gelmiş 1970’lerden bu zemine tüy dikercesine askeri darbeye açılan Türkiye, darbecilerin komünizm fobisiyle sarıldıkları Aydınlar Ocağı patentli Türk-İslâm Sentezi ideolojisi ile bugünleri var edecek geleceğe ilk adımları attı.
Şimdi AKP saflarında siyaset üreten, bilgi üreten, fikir üreten, algı üreten, polemik üreten, demagoji üreten irili-ufaklı nice isim, 12 Eylül darbe yönetimi ve Aydınlar Ocağı ittifakının itici gücüyle ortaya çıktılar. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren önlerinde açılan “devletli” imkânlarla yurt dışında eğitim-öğrenim görüp döndüler ve hâlihazırdaki muhafazakâr, dindar ve de dinbaz entelijansiyanın yapı taşlarını oluşturdular. Aynı dönemde zaten siyasetin içindeki pek çok isim de 2000’lerden itibaren tüm birikim, tecrübe ve olgunluklarıyla iktidarda oldular; Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, İsmail Kahraman, Numan Kurtulmuş gibi…
Ocağın Süleyman Yalçın’dan sonra 1988’den 1998’e kadar 10 yıl başkanlığını yapmış en popüler bir diğer ismi Prof. Nevzat Yalçıntaş hem Abdullah Gül’ün üniversiteden hem Tayyip Erdoğan’ın Milli Türk Talebe Birliği’nden hocasıdır. Ayrıca Erbakan hareketi içinde yer alıp Fazilet Partisi’nden milletvekili olmanın ötesinde AKP’nin kurucularından olup 2002-2007 döneminde de milletvekilidir.
AKP’nin “bânî”leri
“Kenanist” darbe, Kemalist-modernizmin Batılılaşma çabasıyla sol, sosyal demokrat, sosyalist hareket ve hareketlilikler arasında belli uyuşumlar olduğu kanaatiyle hareket ettiği için Aydınlar Ocağı ile buluştu. Böylece modernist, Batıcı ve sol-Kemalizm paranteze alınmış ve anti-sol vurgulu, gelenekçi-muhafazakâr ve popülist Türk-İslâm Sentezi, devletin dili ve edimi olmuştur.
O günden bugüne hızla gelip “süreklilik içindeki değişim”i anlatmak istersek diyebiliriz ki fark, Türk-İslâm Sentezi’nin artık devletin dili olmaktan, etiyle-kemiğiyle, kasları-sinirleriyle, yüreği-beyniyle tüm varlığı haline gelmiş olmasıdır. AKP ve MHP’nin Cumhur İttifakı da sürecin himayelerinde gerçekleştiği partili cumhurbaşkanlığı makamı da bunun somut karşılıklarıdır.
Aydınlar Ocağı kurucusu ve başkanı Prof. Süleyman Yalçın 2016 yılında 90 yaşında vefat ettiğinde Fatih Camii’nde düzenlenen cenaze töreninde en ön safta tepeden tırnağa tam kadro yerini almış devlet erkanına bakıldığında da aradaki sürekliliğin mânâ ve ehemmiyetini idrak etmek mümkün olur. Törende Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabuta başköşede verdiği omuz da bize 1980’lerden 2020’lere siyasal yakın tarihimizin ve de toplumsal makus talihimizin hikâyesini fazla söze hacet bırakmaksızın anlatır.
Erdoğan, iktidarını Türk-İslam Sentezi”ne borçludur ve Aydınlar Ocağı’nı da başta Prof. Süleyman Yalçın olmak üzere onun önde gelen kurucu figürlerini de “Erdoğan Türkiyesi”nin sahne ışıkları önündeki “bânî”si saymak yanlış olmaz.
Fakat elbette sahne gerisindeki bânî, 12 Eylül ve Evren’dir.
Dolayısıyla AKP’ye 12 Eylül’ü kutlamak yakışır.
Biz ise öncesi-sonrasıyla onun alacakaranlığında boğulmuş gençliğimizin güzel şairi Ahmet Erhan’ın dizeleriyle 12 Eylül’ü karşılayalım:
“Bugün oturdum ölümü düşündüm
Soğuk camlara dayayarak yüzümü
Kuşağımın acısını kefenlenen gençliğimizi
Yaşayan, ya da artık yaşamayan dostları
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Örterek yüreğime kara bir tülü.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Kapkara bir gece penceremi dalarken
Öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu
Yiğitliğin, özverinin, sevginin
Arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Bir darağacında, ya da yolda yürürken.
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Yirmi yaşında, ve hayat bu kadar güzelken.”
- Erhan, Alacakaranlıktaki Ülke, 1981)