Memetcan Demiray
Havlu inmez, Nikaragua bölünmez!
Sevgi ve aidiyet gibi değerleri içi boş bir hamasetle sembollere indirgediğimizde gülünç duruma düşmek kaçınılmaz oluyor. Sonuçta karşımıza Kayseri’de yaşanan “havlu hezeyanı” çıkıyor!
Olay bu hafta Kayseri’de gerçekleşti. Tam da 19 Mayıs’ı idrak ettiğimiz önemli bir günde, bir balkona İngiltere bayrağı desenli havlu asılmıştı. Bu “bölücü eylemi” gören duyarlı vatandaşlar, derhal 155’i arayıp şikâyette bulunarak şanlı bir memleket savunmasına imza atacaktı.
Anında olay yerine gelen polis, şüpheli şahsı kelepçeleyerek götürüyor, bu sırada halkımız da zanlıya tepki gösteriyordu. Ama neticede havlu etkisiz hale getirilmiş, emperyalizme ağır bir darbe indirilmişti. Erciyes Meydan Muharebesi’nin galibi, necip ve asil muhbirlerimizdi!..
Derken haberin ayrıntıları netleşmeye başlıyordu. Meğer İngiliz bayrağı desenli havlunun sahibi, işsiz güçsüz bir İranlı’ydı. Misafir olduğu evde, havluyu kurutmak için balkona asmıştı.
Kayseri Valiliği de “şahsın farklı bir amacı olmadığını” doğruluyordu. Yani ortada bir işgal ya da terör eylemi yoktu! İçimize su serpilmişti. Demek ki hain havlu, ilelebet payidar kalmamızın önünde bir engel değildi!
ZÜRİH’TE DOMBIRA!
Gülüyorduk gülmesine… Neticede televizyon skeçlerine konu olsa “Yok artık!” dedirtecek garip bir duruma tanıklık ediyorduk. Ama ortada sorguya götürülmüş gerçek bir insan vardı ve durduk yere “yasal işlem”le karşı karşıya kalmıştı.
Oysa daha üç ay önce eniştesi tarafından öldürülen R.A.L, bu kadar şanslı değildi. Zira R.A.L’yi 12 bıçak darbesiyle katleden E.K, mahkeme heyetine baldızının Türkiye bayrağı yırttığını söylüyor ve bunu hafifletici neden olarak ileri sürüyordu. Eh, bayrak söz konusuysa aile içi şiddet ve kadın cinayetinin pek bir ehemmiyeti kalmıyordu.
Sevgisini uçlarda yaşayan bir millettik biz. Bayrağımızı da o kadar çok seviyor, ona o kadar tapıyorduk ki, altında yaşamak bile istemiyorduk! Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV) son araştırmasına göre AKP’li gençlerin yüzde 47’si, MHP’lilerin ise yüzde 69’u yurt dışına gitmek istiyordu. İlginçtir ki hayali kurulan ülkelerin başında da kırmızı zemine beyaz haçlı bayrağıyla İsviçre geliyordu! Cenevre ve Zürih caddeleri, “Dombıra” çalmamız için bizleri bekliyordu!
DİYANET’TEN GELEN BİR KARAR VARDIR!
Sadece “bayrak” değil, bütün kutsallaştırdığımız kavramları (diyalektik gereği) aynı ölçüde sıradanlaştırıyorduk. “Şehit” örneğin, “kutsal bir ülkü ve inanç uğruna ölen” kişi demekti bir zamanlar… Ve “Allah katında” ulaşılabilecek en üst mertebeyi simgelerdi. Oysa ne yaptık ettik, silahların susmadığı bir coğrafyada şehidi, haber bültenlerinde “sayısı” zikredilen günlük can kayıplarına dönüştürüverdik.
Neticede herkesin şehidi kendineydi ve Grup Yorum da ölüm orucunda hayatını kaybeden üyelerinin “şehit” düştüğünü duyuruyordu. Ama artık kimin “şehit” sayılacağına “devlet katında” karar veriyorduk. Depremde çürük binanın altında kalanlar “hükmen şehit” sayılırken Korona’dan yaşamını yitiren sağlık çalışanlarının ahiretteki durumunu Diyanet Holding’e danışıyorduk. İnsan hayatının “değer”ini ifade etmesi gereken bir sözcüğü “Şehitler Tepesi boş kalmasın!” retoriğiyle alabildiğine dünyevi kılıvermiştik.
ölürüm tanzanya!
Akıl ve mantığın tu kaka edildiği, duyguların en uçlarda yaşandığı ülkemizde en çok kavramlar yıpranıyor, aşınıyor. Ve üzerine titreneceği yerde ağızlara sakız edilen tüm kavramlar, eninde sonunda tam aksi istikamette değersizleşiyor, sıradanlaşıyor. Tabii ki bu kavramların başında da siyasetçilerin en çok sevdiği, milli ve manevi olanlar geliyor!..
Bugün dindar denince eli öpülesi dedeleri, beş vakit namazında nineleri değil; son model BMW ile gezen bol makyajlı “türbanlı bacılar”ı, kirli sakalıyla ihale peşinde koşan takım elbiseli karanlık adamları, birbirinden gösterişli havuzlu siteleri ve altın varakları anlıyoruz.
Bugün ezan denince insanları huşu içinde ibadete davet eden ve onlara dinî vecibelerini hatırlatan bir çağrıyı değil; mütedeyyinleri bile rahatsız eden, sesi sonuna kadar açılmış hoparlörlerin yüksek desibelini ve siyasetçilerin hamasetini hatırlıyoruz.
Ve tıpkı birbirini aşk mesajlarına boğan çiftlerin en hızlı biçimde, ilk tartışmada ayrılması gibi; bir sevginin sürekli onaylanmaya ihtiyacı olduğu ölçüde kof çıktığını görüyoruz.
Belki bir gün gerçekten laik ve demokratik bir ülkeye uyandığımızda bugünleri gülerek anacağız. Ama o güne kadar “Havlu inmez, Nikaragua bölünmez!”, “Heybelerin nakışına, ölürüm Tanzanya”, “Tek millet, tek Kuveyt!” gibi sloganlarla idare etmek durumundayız!..