Haldun Solmaztürk
Tam bir asır sonra geldiğimiz yer: "Demokrasi bir entrika ve fesat rejimidir.!”
Gittik gittik, en başa döndük; bir asır sonra, demokrasi yerine Hilafet rejimini tartışıyoruz.!
Aksoy Araştırma’nın "Nasıl bir yönetim biçimi istiyorsunuz" açık sorusuna halkın yüzde 83,2’sinin ‘laiklik’, yüzde 16,8’inin ise ‘şeriat düzeni’ yani Hilafet cevabı verdiği anlaşılıyor.
‘Laiklik’ lehine görünen bu oranın bazı kesimlerde yarattığı rahatlık vahim bir yanılgıdır.
Siyasal İslam, Şeriat’a dayalı Hilafet rejimini öngörür. Türkiye Eğilimleri Araştırması’na göre (Global Academy-2022), Türklerin yüzde 12,9’u kendini ‘Siyasal İslamcı’ olarak tarif ediyordu.
Bu oran 2021’de yüzde 9’du; bir yılda 3,9 gibi büyük bir artış, Aksoy’un 2024 bulgularıyla tam olarak örtüşüyor. Öte yandan, kendisini ‘muhafazakar’ ya da ‘dindar’ olarak tarif edenler yüzde 25’in üzerindedir ve genişleyen ‘muhafazakar’ tabandan ‘Siyasal İslama’ geçişler de artmaktadır.
Nitekim, ‘Kendinizi yakın hissettiğiniz ikinci görüş’ (Global Academy-2022) sorusuna verilen cevaplar—15,4 Siyasal İslamcı, 16,2 muhafazakar, 17,6 milliyetçi—yüzde 50’ye ulaşmaktadır.
Türk toplumu, yüz yıl sonra, demokrasi ve Hilafet arasında karpuz gibi bölünmüş haldedir.
‘Hilafet’ isteyenler ağırlıklı olarak AKP ve MHP içinde örgütlüler…!
Siyasi iktidarı paylaşan tarikat ve cemaatler, tam anlamıyla bir siyasi parti gibi çalışan Diyanet ve iktidardaki çok-partili koalisyon aleni bir ‘Hilafet’ ittifakı içindeler.
Yani, Hilafetçiler bu iki parti—dolayısıyla devlet—içindeki varlıklarıyla hem ekonomik güçlerini artırıyor hem de çağdaş eğitime alternatif olarak dayattıkları ‘dini’ eğitim sistemiyle tabanlarını genişletiyorlar. Güvenlik ve yargı içindeki örgütlenmeleri de dokunulmazlık sağlıyor.
Rejim savaşında, medya üzerinden yürütülen sinsi propaganda etkin bir katalizör görevi görüyor.
Kimlik siyasetinin temel araçları ‘kin ve nefreti’ başlıca üç hedefe yönlendiriyorlar:
Demokrasiyi ve demokrasiyle özdeşleşmiş her kavramı kötülerken Hilafet’i yüceltiyorlar.
Atatürk’ü karalarken Abdülhamit ve Vahdettin’i—Osmanlı hanedanını—yüceltiyorlar.
Cumhuriyet’i kuran kadro, kurucu parti ve demokrat kitlelere dönük kin ve nefret uyandırıyorlar.
Ve bunları yaparken, iktidardaki kadronun teşvik ve himayesi altında her yolu meşru görüyorlar.
Onlara göre:
Dava “İslam’ı topluma hakim kılmaktır”; çünkü İslam sadece bir din değil, bir hayat nizamıdır. Peygamber ‘devlet başkanı’ olarak bir sistem [siyasi rejim] kurmuştur, ama bugün bize ‘Mekkeli müşrikler’ gibi İslam nizamı yerine demokrasinin kuralları dayatılmaktadır.
İslam’dan başka bir nizam [demokrasi] arayanlar Kuran’dan ve Sünnet’ten yüz çevirmişler, demokrasi, hürriyet, cumhuriyet kelimelerinin hepsinin içini boşaltıp zehir doldurmuşlardır.
Atatürk dış güçlerin—İngilizlerin ve Siyonistlerin—Osmanlı’yı ve Hilafet’i ortadan kaldırmak için kullandıkları maşadır.
Bu iddia ve iftiraları dillendirenlerin ya da ima edenlerin hepsi kötü insanlardır—insan denirse…!
Kötülüklerini; vicdansızlık, yalancılık, kindarlık, sevgisizlik, düzenbazlık olarak dışa vuruyorlar.
Sinsice takiyye yapmakla kalmıyorlar; zehirli çatal dilleriyle, acımasızca, kin ve nefret yayıyorlar.
Sadece merdiven altı ‘kurslarda’, kanun tanımaz tarikat ve cemaatlerde değil, her gün ulusal yayın yapan medya mecralarında Cumhuriyet’in, kurucusunun, demokratik rejimin ve demokrat kitlelerin aşağılanmasını, kin ve nefret hedefi halinde sunulmalarını daha fazla görmezden gelemeyiz. Televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde, sosyal medyada, demokrasiye “Bir entrika ve fesat rejimi” diyen, Suudi devşirmesi Cahiliye Devri artığı meczupları ciddiye almalıyız.!
Cehaletten besleniyorlar ve her yolla cehaleti besliyorlar…!
Bu kısır ve meşum döngüyü kırmalıyız.!
Bu şeytani sürece seyirci kalmak, sadece gaflet değil, ülkemize, halkımıza, tarihimize hıyanettir.!