Tayfun Atay
Hangi secde Bekir Bozdağ?
Hicaz’da İslamiyet’in doğuş sürecinde Peygamber’e karşı mücadele etmiş olan çoktanrıcı inanç sistemine sahip “müşrik”ler, toptan reddetmedikleri ama tek tanrı olmak yerine bir “üst-tanrı” olarak inandıkları Allah’ın altında yer alıp sadece kendi gruplarına, topluluklarına, oymaklarına hükmeden ve hitap eden tanrılara da inanmaktaydılar: Lat, Menat, Uzza, Hübel, Naile, vd. gibi… Mensubu olduğu topluluğun (“AK Parti”) sahibi saydığı varlığa yönelik laflarına, içtiği anda ve herkesi o varlığın kelamını huşu içinde dinlemeye davetine bakınca ben Bozdağ’ın zihninde-kalbinde-ruhunda “Tayyib”in yerinin de benzeri bir hususiyet arz etmekte olabileceğini düşünmeden edemiyorum!..
Bekir Bozdağ dendiğinde onu karakterize etme yolunda işlerliğe sokulabilecek ilk tabir olarak benim aklıma “âbidlik” geliyor.
Bozdağ, âbid insandır. Gelgelelim bu âbidliğin dayanağı noktasında da tartışılması gereken bir insandır.
Sözlük anlamı “hizmet eden, itaat eden” olan âbid, daha çok dinî çerçevede kullanılan ve “ibadet eden/tapınan” insanı tanımlayan bir sözcük… “Mâbud” tapılan ilah/tanrı (Allah) anlamına geliyor (ki o meşhur deyişi de hatırlayalım burada: “Vermeyince Mâbud, neylesin Mahmud”). İşte âbid de mabuda tapan kulu işaret ediyor.
Kuşkusuz Bozdağ’ın imanını-itikadını sorgulayacak değiliz; kendi bileceği/hissedeceği içsel bir husustur bu. Ancak onun siyaset sahnesinde dünden bugüne, daha somut deyişle Gülen’den Erdoğan’a sergilediği bir “teatral” performans var. İşte bu performans doğrultusunda Bozdağ’ın kelimenin sözlük anlamı itibarıyla olduğu kadar dinsel anlamı itibarıyla da neye/kime âbid olduğuna yönelik bazı spekülatif çıkarımlarda bulunmak da, bunları tartışmaya açmak da mümkün.
“Muhterem Hocaefendi”den “Mendebur FETÖ”ye…
Geçtiğimiz hafta Bozdağ’ın mealen “ya şampanya ya secde” şeklinde hatırlatılabilecek, toplumu ayrıştırıcı-kutuplaştırıcı feci sözleri üzerine onun geçmişte Fethullah Gülen hakkında sarf ettiği “tazimkâr” ifadeler de kamuoyuna “Arşiv unutmaz” ibareleri eşliğinde yeniden servis edildi.
Bilindiği üzere şimdi sıkı bir FETÖ muarızı olarak mangalda kül bırakmayan Bozdağ, geçmişte aynı cenaha yönelik meftunluk arz eden konuşmalar yapmıştı. Bunlar arasında en popüleri, yıllar önce TBMM’de muhalefetin Gülen aleyhine ettiği laflara karşı cansiperane bir müdafaaname mahiyetinde olandır. Orada Gülen’in bir kıymet olduğunu, değerli-bilge bir insan olduğunu, ülkenin milli-manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmet yaptığını vurgulamıştı. İlaveten bir başka vesileyle Gülen cemaatine bağlı okullardan övgüyle söz ederken, “bu ateşi yakan Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi”ye de şükran duygularıyla gönül dolusu selamlarını saygılarını göndermekten geri durmamıştı.
Yine de her ne olursa olsun bu sözlerde bir insan evladına yönelik güzelleme, övgü ve yüceltme ötesinde ululama ya da kültleştirmeye gidildiği söylenemez.
Bu, Bekir Bozdağ’ın Tayyip Erdoğan mevzubahis olduğunda sergileyeceği bir performanstır.
Ayin ve Rahip
22 Mayıs 2016’da Ankara’da düzenlenen AKP 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’ni baştan sona izlemiştim. Hani şu, Ahmet Davutoğlu’nun Pelikan operasyonuyla bağlantılı olarak parti başkanlığı ve başbakanlıktan alınıp yerine Binali Yıldırım’ın kondurulduğu Kongre…
Orada Divan Kurulu Başkanlığı’na seçilen Bekir Bozdağ, sözlerine AKP’nin artık bir marka olduğunu söyleyerek başladı. Bu “dünya markası”nı yaratan (salonda olmayan) “Ustaların Ustası”na, adeta bir “ulu ruh”a hitap edercesine ya da akla Peygamber için salâvat okumaları getirircesine “Selamünaleyküm” diye seslendi. Ve ardından, “Ak Parti, Tayyip’in partisidir; var oldukça da Tayyip’in partisi olacaktır” dedi.
Bu kadarla mı kaldı, hayır. Adeta bir “Tayyip Ayini”nin başrahibi pozisyonunda konuşmasına devam eden Bekir Bozdağ, yine “Ustaların Ustası”na yönelik bir ant içercesine ve elbette herkese de içirircesine şunları söyledi:
“Size sadakatle, açtığınız yolda, gösterdiğiniz istikamette, bu kutlu yolda, yolculukta yürümeye azimle devam edeceğiz.”
Tablo buydu ve tutabilene aşk olsundu! Nihayet sıra “Ustaların Ustası”nın kongreye gönderdiği mesajı okumaya geldi. Önce Bozdağ, sonra divan kurulu, ardından salonun ortasındaki delegeler ve salondaki tüm AKP’liler ayağa kalkarak “REİS”ten gelen mesajı, adeta göklerden vahiy inmişçesine huşu içinde dinlediler.
Salonda bir İstiklal Marşı okunurken, bir de “REİS”in mesajı dinlenirken ayağa kalkıldı.
Tayyip Erdoğan’ın bir siyasi lider olmaktan kutsi bir varlık olmaya terfi ettirilmesi yolunda benim izlediğim en bariz etkinliklerden biridir bu…
Ve Bekir Bozdağ, adeta en başta gelen bir “âbid” gibi bu ayinsel gösterinin uygulayıcısı, yürütücüsü, üreticisi; artık ne derseniz, o olarak karşımızdaydı.
Mümin ve müşrik
Bozdağ’ın yukarıda aktarılan söylem ve pratiği bana bir mümin ya da Müslümandan ziyade Hicaz’da İslamiyet’in doğuş sürecinde Peygamber’e karşı mücadele etmiş olan çoktanrıcı inanç sistemine sahip “müşrik”leri çağrıştıra gelmiştir.
Onlar toptan reddetmedikleri, ama tek tanrı olmak yerine bir “üst-tanrı” olarak inandıkları Allah’ın altında yer alıp sadece kendi gruplarına, topluluklarına, oymaklarına hükmeden ve hitap eden tanrılara/mabutlara da inanmaktaydılar: Lat, Menat, Uzza, Hübel, Naile, vd. gibi…
Mensubu olduğu topluluğun (“AK Parti”) sahibi saydığı varlığa yönelik laflarına, içtiği anda ve herkesi o varlığın kelamını huşu içinde dinlemeye davetine bakınca ben Bozdağ’ın zihninde-kalbinde-ruhunda “Tayyip”in yerinin de benzeri bir hususiyet arz etmekte olabileceğini düşünmeden edemiyorum.
Bu münasebetle şimdi onun ağzından 14 Mayıs gecesine binaen “alnın secdeye gitmesi-gitmemesi” lafzını duyduğumda da sormadan edemiyorum:
Hangi secde, neye secde, kime secde?..