Emre Tansu Keten
Patronlar, iktidarlar ve gazeteciler
AKP medyasının gökten zembille inmediğini, eski ana akım medyanın açtığı yolda ilerleyip kendisini şekillendirdiğini söylemek yanlış olmaz. Ana akımdan kopan ya da kovulan gazeteciler, koşulların el verdiği ölçüde ve mücadele ederek bu alanlarda iyi bir habercilik pratiği sergilemiştir. Ancak verdikleri bu mücadele onları ana akımın dışında itmiş, mücadele etmeyenler ve gazetecilik iddiası taşımayanlar ise bu kanallarda kalmıştır.
Televizyon tartışma programları son dönemde verimli bir hal almaya başladı. Bu verimlilik, bir şeylerin gerçekten tartışılmasıyla ilgili değil elbet; katılımcı ve sunucuların ağızlarından çıkan kontrolsüz cümleler sebebiyle. İlk önce Emre Cemil Ayvalı’nın “aslında biz cemaati kandırdık” minvaline gelebilecek sözleri bir hayli ses getirdi ve bu sözler Ayvalı’nın istifasıyla sonuçlandı. Ardından ise Didem Arslan’ın, HDP’lilerin neden programa çağrılmadığı sorusuna verdiği yanıt gazetecilik açısından epey eleştirildi: “Sonuçta biz kamu kuruluşu değiliz. Özel bir sektörüz. Bu bir tercihtir. Bu tercihin nedenleri öyle ya da böyle farklıdır ama zaman zaman bu ekranlarda HDP’liler olmuştur. Bu bir savunma değil, durum tespiti”.
Arslan’a yönelik eleştiriler artınca, tartışmaya Habertürk’ün diğer sunucuları Mehmet Akif Ersoy ve Veysi Ateş de katıldı. Milliyetçi ezberlerle bezenmiş açıklama ve konuşmalarla HDP’yi hedef alan bu iki isim, HDP’lilerin çağırmamaları kadar doğal bir şeyin olamayacağına getirdi sözü, bu coşkulu açıklamalarını yarın iktidarın ve patronun bir emriyle değiştirmek zorunda kalmayacaklarmış gibi.
Gelin bu hafta, Arslan’ın sözleri üzerinden gazetecilik mesleğini, onun tarihini eleştirel bir şekilde okuyarak değerlendirelim.
Gazeteciliğin icadı
Gazetecilik tarihinin ana akım okuması, gazeteciliği 16. yüzyılda ortaya çıkan haber mektuplarıyla başlatır. Ticaretin büyük bir hızla gelişmesini takiben ortaya çıkan iletişim ihtiyacı, Fugger gibi ailelerin başını çektiği büyük bir posta organizasyonunu beraberinde getirmiştir. Ticaretin yanında burjuvazinin eski düzene karşı verdiği politik mücadele ve matbaanın yarattığı yeni olanaklar haber mektuplarının kısa zamanda daha derli toplu bültenler halini almasını sağlamıştır. 1700’lerin hemen başında ilk gazetelerin ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal ve siyasal koşullar bunlardır.
Bu dönemde çeşitli vergilerle ve cezai baskılarla basına şekil vermek isteyen egemenlere karşı liberaller basın özgürlüğünün savunucuları olmuş, monarşik iktidarlara karşı basın özgürlüğünü savunmak burjuva siyasetinin bir parçası haline gelmiştir. Basının burjuva siyaseti açısından önemini Marx şu sözlerle teslim etmektedir: “Belçika devrimi, Belçika tininin bir ürünüdür. Bu nedenle basın da, günümüzde tinin en özgür görünümü, Belçika devriminde bir paya sahiptir. Belçika basını devrimden uzak dursaydı Belçika basını olmayacaktı, ancak eşit şekilde Belçika devrimi aynı zamanda basın için bir devrim olmasaydı, Belçika devrimi Belçikalı olamayacaktı”.
Uzun bir dönem gazetecilik, siyasi inançlar doğrultusunda çıkartılan bir gazetede, hem yazar, hem editör, hem haberci olarak çalışan, belli bir siyasi gruba aidiyetini örgütsel olarak da koruyan, temel amacı toplumu dönüştürmek olan insanlar tarafından icra edilmiştir. 19. yüzyılın başında İngiltere’de burjuva gazetelerin yanı sıra işçi sınıfı gazeteleri de ciddi bir etkiye sahiptir. Tam da bu yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen gazeteciliğin ticarileşmesi olgusu, gazetelerin niteliğinde, içeriğinde, işleyişinde radikal dönüşümler yaratmış, modern anlamda gazeteciliğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yani bugün gazetecilik olarak andığımız mesleğin tarihi öyle çok eski değildir.
Bütün bu yıkımın üzerine, sorunun kaynağı olan AKP öncesi ana akıma dönmeyi istemenin mantıksızlığı ortada. Liberal anlatıların uzağında, gazetecilik başta olmak üzere birçok kavramın yeniden tartışıldığı, başka türlü kurumların ve işleyişlerin yaratıldığı, etik kodlara politik anlamlar yüklendiği yeni bir gazetecilik pratiği belki bu toz duman içerisinden çıkacaktır.
“Dördüncü Kuvvet” olmaktan kâr odaklı gazeteciliğe
Bugün anladığımız anlamda gazeteciliği icadı, beraberinde objektiflik, yansızlık, denge ve doğruluk gibi ilkeleri getirmiştir. Artık gazeteci bir siyasi fikrin savunucusu değil, bir kurumun teknik çalışanı, olayların sadece aktarıcısıdır. Bir gazete, belli başlı fikirleri olan bir yayın değil, kamunun çıkarlarını gözeten tarafsız bir kuruluştur. Basının dördüncü kuvvet olarak anılması da bu dönem başlamıştır. Oysa yeni gazetecilik tamamen kâr odaklı bir girişimdir. Bu nedenle gazetelerin çok satması ve çok reklam alması bu dönem önem kazanmıştır. Eskinin uzun, ayrıntılı ve tarafgir yazılarının yerini “satacak” kısa ve sansasyonel haberler almıştır. Gazete çıkarmanın artan maliyetleri ve kurgulanmış gazetecilik idealinin yarattığı baskı, işçi sınıfı gazetelerinin etkisinin büyük oranda erimesine yol açmıştır. Basın özgürlüğü ilkesini ağzından eksik etmeyen burjuvazi, işçi sınıfını susturmanın kapitalistçe bir yolunu bulmuştur.
Bu tarihten itibaren gazetecilik profesyonel bir meslek olmuş, tonla etik kod belirlenmiş, gazetecilik okulları açılmıştır. Oysa, genel olarak baktığımızda, gazetecilik mesleğinin ortaya çıkması doğal bir sürecin sonucu değildir. Hem radikal işçi sınıfı gazetelerinin sesinin kısılması, hem ideolojik olarak egemenlere güç katan bir alana ihtiyaç duyulması, hem de iletişim alanının kapitalist işleyişe katılıp kârlı kılınması gazetecilik idealinin sınırlarını belirleyen olgulardır. Bağımsızlık, objektiflik, yansızlık ve dördüncü kuvvet işlevi, burjuva basının çevresinde örülen ideolojik bir halenin unsurlarıdır yalnızca. Bu hale, medyanın kamu çıkarının aleyhine yaptığı işleri gizlemenin de şık bir yoludur.
Mücadele alanı olarak gazetecilik
20. yüzyıl, gazetecilik etrafında kurulan liberal anlatının, tıpkı diğer liberal anlatılar gibi gerçekle bir bağının olmadığını kanıtlayan sayısız örnekle doludur. Başarılı araştırmacı gazetecilik hikâyelerinin yanında gazetecilik açısından rezalet olarak tanımlanabilecek hikâyelerin sayısı eminim ki daha fazladır. Başarılı gazetecilik pratiklerini yaratan ise, objektif ve kamu yararını önceleyen kurumların gazetecilere sınırsız bir alan açması değil, gazetecilerin ve gazetecilik örgütlerinin bu alanda verdiği mücadelenin bir sonucudur.
Gazeteciler, iyi bir haberin peşinde iz sürerken, sadece bu haberden zarar görecek kesimlerle değil, mülkiyet yapısı ve gazete sahibinin çeşitli iktidar odaklarıyla olan ilişkilerinin yarattığı çemberle de mücadele etmektedir. Medya kurumlarında editoryal bağımsızlık için verilen mücadele, bir nevi sınıf mücadelesi olarak da anılabilir. Kendisini sadece maaşlı bir çalışan olarak görmeyip, bazı kamusal görevleri de yüklendiğinin farkında olan gazeteciler tarafından verilen mücadele.
Bu uzun özetten sonra Türkiye’ye dönecek olursak, AKP medyasının gökten zembille inmediğini, eski ana akım medyanın açtığı yolda ilerleyip kendisini şekillendirdiğini söylemek yanlış olmaz. Ana akımdan kopan ya da kovulan gazeteciler, koşulların el verdiği ölçüde ve mücadele ederek bu alanlarda iyi bir habercilik pratiği sergilemiştir. Ancak verdikleri bu mücadele onları ana akımın dışında itmiş, mücadele etmeyenler ve gazetecilik iddiası taşımayanlar ise bu kanallarda kalmıştır. Bu nedenle Arslan, Ateş ve Ersoy’un bu açıklamaları yapmaları eşyanın tabiatı gereğidir. Arslan haklıdır, Habertürk bir şirkettir, onlar da bu şirketin birer çalışanıdır. Gazetecilik değerlerine gerçekten sahip çıkmaları için bir zorunlu ilke yoktur.
Yeni medya, yeni gazetecilik umudu
Türkiye’nin muhalif medya ortamı, biraz da gazeteciliğin ticarileşmesinin öncesindeki dönemi andırmaktadır. Ana akım gazeteciliğin apolitiklik iddiasından uzak bir şekilde politik safların belli edildiği, büyük medya holdingleri yerine, yeni medya teknolojilerinin de yardımıyla, küçük girişimlerin çoğaldığı, “satacak” içeriksiz metinlerden ziyade ayrıntılı analizlere, politik metinlere meyledilen bir medya ortamı oluştu.
Belki de AKP’nin medya alanını tarumar etmesiyle oluşan bu yeni medya ortamından ve burada gelişen pratiklerden bir şeyler öğrenmemiz gerekiyordur. Bütün bu yıkımın üzerine, sorunun kaynağı olan AKP öncesi ana akıma dönmeyi istemenin mantıksızlığı ortada. Liberal anlatıların uzağında, gazetecilik başta olmak üzere birçok kavramın yeniden tartışıldığı, başka türlü kurumların ve işleyişlerin yaratıldığı, etik kodlara politik anlamlar yüklendiği yeni bir gazetecilik pratiği belki bu toz duman içerisinden çıkacaktır.